Ben hayatımın ilk 20 yılını bir Türk olarak, sonraki 20 yılımı Kürt halkıyla dayanışarak geçirdim ve bu 20 yılımı da bir Pontus’lu olarak mücadele ederek geçireceğim. Şunu kesinlikle vurgulamak gerekir, Kürt halkının mücadelesi enternasyonel alanda müthiş bir model yarattı. Benim mücadelem de böyle başlamıştır. Kürt halkı yenilirse tüm halklar yenilecektir. Bu yüzden Kürt halkına bu kadar saldırıyorlar ve bu yüzden Kürt halkının direnişi desteklenmelidir. Kürt halkı direnişiyle kendisine olduğu kadar diğer halkalara da nefes olmuştur. Bu yüzden bu direnişçi halka destek olmalıyız.
Röportaj: Güney Bekdaş / Siyasi Haber
Geçmişte gönüllü bir asker olarak savaşmaya giden ve bulunduğu süre içinde yaşadıklarının ardından geriye barış ve kardeşlik savunucusu olarak dönen Yannis Vasilis Yaylalı ile konuştuk. Yaylalı, “Ben hayatımın ilk 20 yılını bir Türk olarak, sonraki 20 yılımı Kürt halkıyla dayanışarak geçirdim ve bu 20 yılımı da bir Pontus’lu olarak mücadele ederek geçireceğim” diyor..
Öncelikle ben Yannis Vasilis. Tabi hep Yannis Vasilis Yaylalı değildim. Daha önce askere gitmeden önce İbrahim Yaylalı’ydım. O zaman Rumluğum ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip değildim ve Türk ırkçılığı yapıyordum. Ama yaşadığım yerden, aldığım eğitimden kaynaklanıyordu elbette.
Askere giderken de bu şekildeydi. İbrahim, Yannis gibi olmadığı için seve seve gitti. Herkes Türkiye’den başka taraflara kaçarken ben gönüllü savaşmaya gittim. Hatta askerlik şubesine gittiğimde oradaki subayı komando olmak için zorladım. O ezberletilmiş bilgilerle askere gittim. Ve doksanlı yıllardı.
Doksanlı yılları bilmeyen yoktur bugün. Gerçi bugün artık biz doksanlarda şunları şunları yaşadık diyemiyoruz. Çünkü bugün yaşananlar doksanları çok çok geçmiş durumda. Ama doksanlı yıllarda da çok büyük acılar yaşandı. Yani yüz binlerce insan evini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Yine binlerce insan yaşamını yitirdi. 50.000 in üzerinde insan yaşamını yitirdi o dönemde. Toplu mezarların haddi hesabı yok. İHD’nin çalışmalarına göre 400 ün üzerinde toplu mezar var. Ve o dönemde yaşananlardan, bilinçsiz de olsa- ezbere de olsa, gidip bunun bir parçası olduğumuz için de bizler de sorumluyuz. Ta ki Uludere sınır bölgesinde, Güney Kürdistan da esir düşünceye kadar İbrahim Yaylalı olarak ben de parçasıydım tüm bu yaşanılanların.
Bir röportajınızda Türklük için savaşırken Rum olduğumu öğrendim diyorsunuz…
Şu an gördüğünüz gibi sağ ayağımın üstünden vuruldum. İki gün arazide kaldım. Tabi gerilla beni buldu. Ben gerillayı çok farklı olarak bekliyorum. Gerilla beni karşıladı. Yarı baygınım, kan kaybetmişim. Beni bulan gerilla ise savaş koşullarındaki haklarımdan bahsediyor. Ne hakkı hukuku, ne savaşı? Bir kere biz savaş olarak dahi algılamıyoruz. Dışarıdan üç beş kişi gelmişler ülkeyi bölmeye çalışıyorlar bizim gözümüzde. Biz o zaman böyle bakıyoruz.
O gün benim miladım oldu. Yani o günle beraber, benim o şekilde alınmam, iyi davranılması hak hukukumun tanınması… Ki onlar da zor durumdalar. Cenazeleri vardı beni alan ekibin. Kampa çıkaracaklardı. O haldeyken beni yakaladılar. Onların en zor anında ben de onların eline esir düştüm. O haldeyken bana böyle davrandılar. Rol yapmaları imkansızdı. Bizde öyle bir şey olmuş olsaydı, ki oldu da defalarca, sağ ele geçirilen gerilla konuşmazsa kolu bacağı kesilir uçaklardan atılırdı. Asker böyleyken gerilla böyle davrandı. Onunla beraber bizim yaptığımız köy yakmaları vs. hepsini üst üste koyunca var olan ezberim tuzla buz oldu. O gün bu gündür halkların kardeşliği ve barış için elimden geleni yapıyorum.
Ailenize mi söyleniyor ilk olarak Rum olduğunuz?
Aileme tehdit için söyleniyor. Ailem 3. aydan sonra beni aramak için çeşitli yerlere gidiyor. Tabi Ankara’ya da gidiyorlar. Orada subaylarla görüşüyorlar. Ailem biz çocuğumuzu istiyoruz diyor. Asker ise “bakın siz sağa sola gidiyorsunuz, her tarafı harekete geçiriyorsunuz ama sizin başınız belaya girer” diyorlar. Siz Rumsunuz, başınız belaya girer diyorlar. Aslında aile büyüklerimiz biliyor ama bir şekilde bizden saklıyorlar bu gerçeği. Bir yalana inanıp ona bizi de inandırmışlar.
Biz büyükbabamızın kurtuluş savaşına gidip orada yaşamını yitirdiğini ve cenazesinin getirilemediğini düşünüyorduk. Ama daha sonradan öğrendik ki dedemizin babası Bafra’nın karşısında Rumların yoğun yaşadığı bir yerdeki bir mağarada Rum arkadaşlarıyla katledilmiş. Dedemiz de üç dört yaşındayken Bafralı bir Türk aileye veriliyor. Orada tam bir devşirme kültürüyle dedem yetiştiriliyor ve bugün bize kadar geliyor.
Kurtuluş Savaşı anlatısında hangi taşını kaldırsanız altından bu coğrafyanın kadim halklarından bir tanesinin trajedisi çıkıyor. Batı Anadolu ve Pontus’ta yaşayan 2 milyona yakın Rum’a ne oldu? Nerede 3000 yılı aşkın zamandır bu topraklarda yaşayan bunca insan?
Türk burjuvazisinin malı, yani sermayesi oldu. Son dönemde Nevzat Onaran onun üzerine çok güzel bir çalışma yaptı. “1915 Şifresi: Emvâl-i Metrûke” isimli bir araştırma yayınladı. Ermeni soykırımından başlayıp Rumlara kadar ve diğer halklar da dahil geride bıraktıkları malların nasıl yağmalandığını ele alan iki ciltlik çok güzel bir kitabı var. Açsak bununla ilgili birçok şey gösterebilirim size.
Aslında iki şeyden dolayı katliamlar oldu. Bunun ilki gerçekten Osmanlı Türk vücuduyla daralmış bir coğrafyaya sıkışmıştı. Yani her gün kan kaybediyordu. Daralmış bir toprak parçasına sıkışmıştı. Ve ittihatçılar, Osmanlının o son dönemi Abdülhamit de genç Osmanlılar da dahildir, ırkçlık üzerinden bir çıkış yolu aradılar. Ve bunun gereğini de yaptılar. Ülke sermayesinin yüzde yetmişi sekseni gayrimüslimlerin elindeydi ve bunların el değiştirmesi gerekiyordu. Kimse iktidarı elinde tutuyorsun diye kendi malını “buyur al” demez. O istedikleri tekçil anlayışa sahip bir devlete geçiş için bir kere orada ekonominin el değiştirmesi gerekiyordu. Bunu yaptılar. Başarılı da yaptılar her şeyi söküp attılar.
Sinop Milletvekili Rıza Nur ve Topal Osman arsında geçen anlatı çok iyidir. Topal Osman cahil bir insan, aşırı Türkçü ve İslamcı. “Türklük için savaşıyorum, iyi mi yapıyorum” diyor Topal Osman. Rıza Nur “sen sağa sola bakma, iyi yapıyorsun” diyor. Topal Osman “ben devletin işine yarayacak binaları (kiliseler, okullar) koruyorum” dediğinde Rıza Nur’un verdiği yanıt “hayır, hiç bir şey bırakmayın, yakın yıkın” oluyor. Geride tarihi anımsatacak tek bir taş kalmasın istiyor… Gerçekten de yakıp yıktılar, hiçbir şey bırakmadılar. Birileri çıkıp hesap sormasın “ne oldu” demesin diye.
O kiliseler ne oldu?
Bafra da seksenin üzerinde kilise, 100’ün üzerinde okul varmış, hiç biri sağlam bırakılmamış, hepsi yıkılmış! Bafra da tek bir tabela var, o da Ermenice! Dışarıdan tanıklıklar, ağıtlar, haykırmalar olmasa böyle bir şey yaşandı bile diyemeyeceksin. Bırakın parayı, malı, binayı canımızı almışlar. Ve bunların kayıtları da var. Gizli meclis görüşmelerinin tutanaklarında görülebiliyor. Misal, üç kafile çıkmış Bafra’dan şu tarihte. Samsun’un bir ilçesine kadar gelmiş sonra hepsi katledilmiş. Yani fiziki saldırıyı da engellemiyorlar, artı o dönemin coğrafi koşulları var. Yani normal öldürmelerin dışında doğaya da bırakmışlar.
Yani Kurtuluş Savaşı dediğimiz şeyde bizden, Rumlardan kurtuldular. Malımızın da üzerine oturdular. Bugün hala bu zihniyetle halklara müdahale ediyorlar. Yani önce gayrimüslimleri bitirdiler, şimdi ise varlık mücadelesini sürdüren Kürtlerde sıra. Derler ya, Kürtler var olduklarını ispatlamaya çalışıyor, bizler ise yok edildiğimizi…
Rumlar kendilerinin yok edildiklerini ispatlamaya çalışıyorlar diyorsunuz. Bir yanda da bugün kendi varlıklarını kabullendirmeye çalışan bir Kürt halkı var. Devlet geçmişte edindiği tecrübelerle bugün Kürt halkına saldırıyor diyebilir miyiz?
Diyebiliriz tabi. Türk devlet yapılanması tekçi bir zihniyete sahip. Bu anlayış da kendini ancak daha faşizan, daha buyurgan, daha saldırgan yöneterek var edebiliyor. Sen demokrasiyle yönetmeye kalkarsan bu coğrafyayı, senin neler yaptığın, senden öncekilerin neler yaptığı ortaya çıkacaktır. Çünkü bugünkilerin kafası o günkilerden farklı değil.
Bugün ki iktidar kazım Karabekir’i öve öve bitiremez. Aynı kazım Karabekir ne demiş bakın: “itilaf kuvvetlerinden korkmayın. Daha geçen hafta memleketimize gönderilmek istenen alaylar biz gitmeyiz diyerek silah çatılarını bırakıp sıvışmışlardır. İtilaf devletleri savaşlardan o kadar yorgun çıktılar ki memleketimizde tek bir mihver bile öldürmeye razı değiller. Karşımızda Rum ve Ermeni’den başka kimseyi görmeyeceğiz. İtilaf devletleri İstanbul da bostan korkuluğundan başka bir şey değildir.” Aslında Kazım Karabekir kimlerle savaşıldığını çok net anlatmış. Bugün her fırsatta Kazım Karabekir’i öven iktidar da aynı zihniyete sahip. O dönemde herkesin gözü önünde Rum – Ermeni katliamı oldu. Almanların, Fransızların gözü önünde o katliamlar yapıldı. Ve hepsi o dönem aynı bugün Amerika’nın seyrettiği gibi seyrettiler. Bu zihniyetleri geçmişten beri böyleydi. Türk ve İslam yaşayacaklar… Özü hiç değişmemiştir. Bu, ancak mücadele eden halklar sayesinde değişecek.
Uluslararası alan da böyle, aslında İstibdat Dönemindeki ruh bugünde bir şekilde devam ediyor. Peki stratejik olarak neler değişti? o dönemki devletin tarzıyla bugün ki iktidar arasında fark nedir ?
Hiçbir fark yok. Şimdiki mecliste muhalefet var deniyor ama 1. Mecliste de muhalifler vardı. Hatta Ali Şükrü ile Topal Osman’ı Atatürk öldürttü. Sonrada meclisin önünde Topal Osman’ı üç gün sallandırdı. Sonrada kahraman ilan edildi. Ama meclisin işlevine bakarım ben. Mecliste şimdi beş tane, on tane partinin olması hiçbir şey iade etmiyor. Şimdi bir tek HDP var, ama ondan da zaten kurtulmaya çalışıyorlar.
Peki CHP, MHP AKP’den farklı mı, değil. Kürt halkı için her saldırı önerisi geldiğinde, savaş tezkeresi geldiğinde koşmuyorlar mı AKP’den önce, koşuyorlar. 1. Meclis Ermeni ve Rum katliamları üzerine kurulmuş, katliamdan sonra da ortaya çıkılmış ve kardeşlik havariliği yapılmıştı.
Gerçi bizim sol da ilk Sözleşmeye, 1. Meclis sürecine dönüş dedi ama neyin sözleşmesi bu? Kendimizle de yüzleşeceğiz. Maalesef Kemalizm’le hesaplaşmak söylendiği kadar kolay değil. Bizim canımızı yakan sadece devlet değil. Bunu biz biliyoruz zaten. Devlet tekçil zihniyete sahip. Katledebildiği kadar katledip Türkçü ve İslamcı hukuku bize dayatmaya çalışır. Biz bunu biliyoruz, buna karşı savaşıyoruz. Asıl sorun kendi içimizde. Mesela 19 Mayıs olduğunda bakıyorum evrensel gazetesi, birgün gazetesi ya reklam alıyor ya da köşesinde bir bayram havasıyla kutluyor 19 Mayıs’ı. Neyin bayramı bu? Pontus Rumlarının katliamının mı? Her katliamı sonrasında çocuklar, gençler üzerinden meşrulaştırmaya çalışmışlar. 24 Nisan Ermeni tehcir kararını 23 Nisan çocuk bayramıyla, Rum katliamını ise 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramıyla “kutsamışlar”. Kimilerimi de her sene bu oyuna geliyor. Her sene kahrımıza kahır ekleniyor.
Fırsat bulmuşken bunu da dillendireyim dedim. Çünkü biz her sene bununla uğraşıyoruz. Her sene böyle şeyler yapılmasın edilmesin diyoruz. Şuanda çok güçlü değiliz. Yani öyle çok güçlü bir lobimiz yok. İnisiyatifimiz falan yok. Sadece Avrupa da birkaç arkadaşımız var. Burada yavaş yavaş bazı arkadaşlarımız bir araya gelmeye başladık. O yüzden çok güçlü gidip de keskin bir tarafından çekip de diğer konfederasyonları, siyasi partileri ziyaret edip “aman yapmayın etmeyin, hala böyle şeyler mi yapıyorsunuz, bu bize yakışır mı” diyemiyoruz henüz. Umarım ileride biraz daha güçlenirsek bu tür ziyaretlerimizde olacaktır. Hazır konusu açılmışken değinmiş olalım.
Kemalizm’le yüzleşmek demişken yakın zamanda Facebook’ta yaptığınız bir paylaşımdan dolayı “M. Kemale hakaretten” yargılanıyormuşsunuz. Hakkınızda tutuklama talebi ve vatandaşlık haklarınızın elinizden alınması talebi var. Ne yaptınız, hakaret mi etiniz, ne dediniz M.Kemal’e?
Pontus soykırımı yıldönümü anısına bir paylaşım yaptım. Bu paylaşımda 1914-23 yılları arasında Amasya, Samsun, Giresun’da 134 bin 38, Niksar’da 27 bin 216, Trabzon’da 38 bin 434, Tokat’ta 64 bin 582, Maçka’da 17 bin 479, Şebinkarahisar’da ise 21 bin 448 kişi; mübadele sonrası sürgün yollarında katledilen 5 bin kişi ile beraber toplam 353 bin 237 Rum Mustafa Kemal’in emriyle merkez ordusu komutanı Nurettin Paşa ve çete reisi Topal Osman tarafından katledildiğini yazan fotoğrafı paylaşmıştım. Bunlar hakaret değil, bilinen şeyler.
Aslında önce devlet büyüklerine hakaretti soruşturma. Sadece Mustafa kemal değildi. Topal Osman ve Nurettin Paşa’yı da dahil ediyordu savcı. Sonra ben Topal Osman’ın nasıl biri olduğunu biraz anlatıp Rumlara Pontus’lara yaptığını geçip, Atatürk’ün kendisini öldürmeye çalıştığını; Ali şükrü Beyi öldürdüğünü; Çankaya Köşkünde Mustafa Kemal’i esir almaya çalıştığını; daha sonra Mustafa Kemal’in kurtarıldığını ve muhafız alayının Topal Osman’ı sıkıştırıp bir konakta öldürerek kafasını kestiğini; sonra onu oradan alıp üç gün Meclis’in önünde sallandırıldığını” anlatında savcı fik ir değiştirdi.
Nazilerden esinlendiğini söyleyerek dumanla insan katletmeyi öğrendiler. Ayşe Hür de bir çalışmasında bundan bahsetmiştir yine. O dönemlerde, vapur ve trenlerde kömür kullanılır hareket etmesi için. O insanlar yakılarak o trenlere yakıt yapıldı! Yani bunların hepsi biliniyor. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları da bunları söylüyor. Falih Rıfkı Atay da onun örneğini vermişti. Topal Osman Merkez Ordusu’nun komutanlarından biri. Daha önce ona bir milis ordusu ayarladılar. Ondan sonra da 3. Kolordunun yeterli olmadığını düşünüp Merkez Ordusu’nu kurdular. Ve Merkez Ordusun’da merkezin komutanı Enver paşa. Daha kötüsü var, Dersim Katliamından sorumlu komutan Nurettin Paşa da Merkez Ordusu’ndan. Merkez Ordusu komutanı Nurettin Paşa 1921’deki meclis gizli görüşmelerinde görevden alınıyor. 11 başlıkta suç isnat ediliyor kendisine, Pontus katliamı da bunlardan biri.
Pontus imha operasyonu, meclis gizli oturumunda 29 Ekim 1921’de tartışıldı. Mesela sadece eli silah tutan erkekler sürülecek denmişti oysa çoluk çocuk, yaşa başa bakılmadan oradaki tüm varlık sökülüp atılıyor. Bu da yine gizli meclis görüşmelerinde ele alınıyor. Zaten orada yine Fethi Okyar’la ilgili bir konuşmasında itiraf da ediyor. Özellikle Samsun konuşmasında itiraf ediyor. ‘İşte Samsun’da şu kadar insan vardı, misal 95 bin insan vardı, bunların 40 binini sürdük. 40 bini de dağa çıktı. Şu kadar da insan öldürüldü, vs.’ Aslında o dağa çıktı dediklerinin de çoğunu yine o operasyonlarda katlettiler. Yani çok karanlık bir tarih var ve biz bu tarihlere başka yerden gidip bakmıyoruz. Bunları yine kendi belgelerinden, görüşme ve çalışmalarından anlıyoruz.
Yani aslında devletin kendi belgelerinden edindiğiniz bilgilerle yaptığınız paylaşım üzerinden size böyle bir dava açılıyor.
Tabi tabi kendi belgelerinden dava açılıyor. Yani benim anlattığım şey, başından itibaren Mustafa Kemal’in ne kadar katil varsa etrafında topladığı ve onları koruduğu. Sonuna kadar. Topal Osman kendi edinceye kadar koruyor. Nurettin Paşa’yı yine aynı. Biliyorsunuz İzmir’i de Nurettin Paşa yaktı ve Mustafa Kemal yine oradaydı. Yani yakılan, yıkılan, soykırım yapılan her yerin sağında, solunda, etrafında mutlaka Mustafa Kemal var. Engellemek yerine onları sonuna kadar korudular.
Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919 da Samsun’a gizlice geldiği de tam bir yalan. Yok öyle bir şey. Onun da dahil olduğu 34 kişiye İngilizler vize veriyor. Karadeniz’e Türk çetecileri bastırsın, katliamları önlesin diye gönderilmiştir. Ama o daha 1. ayında çete reislerinin hepsini topluyor. Bu vize meselesi belgeli bir bilgidir, kesindir yani.
Atatürk’e vizeyi nasıl verdim kitabında yazar Bennett şöyle diyor; “Mustafa Kemal ile 1 Mayıs 1919’da tanıştım… Samsun’a 35 kişinin gideceğini görünce şüphelendim… Evet, bunun için benim mesuliyetimin üstünde gördüm. Bunların hepsine vize vermek, çünkü bana 3-4 kişi gidecek, vize vereceksiniz yani talimat, emir verildi. 35 kişi ve bunların hepsi büyük adamlar. Yani levazım filan değildir. Bütün evrakı aldım. Ve Şişli’deki İngiliz Kumandanlığı’na gittim. 3-4 kişi yerine 35 kişi vize ister, vizeyi verebilir miyim? Onlar telefon ettiler ve cevap geldi ki: Siz veriniz. Biz evvela İngiliz Başkomiserliğine, o zaman Rumbolt komiserdi, sefir yoktu. Onlar bize cevap verdiler: Mustafa Kemal gitsin ve ne ki lazımsa yapsın. Ben derhal gittim, vizeyi verdim. Vizeleri imza ettim ve teslim ettim. Ben anladım ki orada bir heyecan var, anladım ki yani bir şey var, fakat ben hiçbir şey söylemedim… Biliyorsunuz Yunanlar daha işgal etmemişlerdi değil mi? Yunanların işgal ettiği haberi gelince bunlar derhal karar verdiler. Çünkü benim gördüğüm hal, oradaki Harbiye Nezareti’nde hazırlık tamam değildi. Belki bunun için biz 35 kişiye vize verdiğimiz halde, yalnız 19 kişi gitti. Hepsi hazır değildi. Gazete 19 kişi der fakat ben hatırımda çok iyi kalıyor ki 35 kişiye vize verildi. Fakat bu İzmir işgali sebebiyle acele gitmişler ve kim ki hazır değildi, sonra gelsin denildi, ben öyle anladım. Bence İsmet Paşa isteseydi giderdi, evrakı hazırdı, mani yoktu. Vizesi, her şeyi vardı, tabii o biraz geç kaldı. Birkaç hafta sonra gitti değil mi? Ben o zaman irtibat zabitiydim. İstihbarata Eylül’de 3 ay sonra atandım. Bu nisan, mayıs, haziran, temmuzda ben hep, şey, ben hep Harbiye Nezareti’ndeydim.” Normalde Bennett gitmesini istemiyor ama İngiliz üst komutanları, yetkililer gitsin diyor. Ne lazımsa yapsın yanıtını aldığını söyler.
Yani M. Kemal’in Samsun’a çıkışı, yaptıkları, buluşmalar tamamen oradaki halklara karşı bir tutumdur. Önce Ermenilerin sonra Rumların katledilmesinde büyük rol oynamıştır. Oradaki çetelere karşı değil, onlarla birlikte davranmış, hatta oradaki çeteleri örgütsüz bularak Merkez Ordusu’nu kurmuştur. Bu yüzden Topal Osman’a milis birliği kurduruyor. Ama yine istedikleri sayıda, istedikleri gibi orayı boşaltıp, katliam yapamıyorlar. Bunu daha örgütlü hale Mustafa Kemal getiriyor.
Bunlar belgelerle ispatlı tarihsel bilgilerdir. Tabi bu belgelerde kimi ayrıntıları kendi yararlarına olacak şekilde aktarılıyor. Örneğin Amele Taburları vardır. 22 Mayıs 1914 tarihli, geçici askerlik kanunu ile İslam dini dışında kalan her erkek askerlik yapmak zorunda kılındı. Ama Müslüman olmayanların çok azı normal askerlik yapabildi. Çoğunluk Amele Taburları denen geri hizmet birliklerine alındı. Şimdi sadece emek sömürüsü olduğunu söylüyorlar ama eşit şekilde herkes oraya katılsa yine anlayışla karşılarım. Ama Amele Taburları özellikle Karadeniz’de Rum halkının katledildiği yerler anlamındaydı. Zaten bunların haberi geldikçe firarlar oldu. İşte Balkan savaşı sonrası 1. Dünya savaşı öncesi asker kaçakları hikayesi bundan kaynaklı.
Yani tamamen mantıkları oradaki varlığı yok etmek üzerine kuruludur. Zaten bu 1. Ordu’ya bakıldığında belli oluyor. 4810 Müslüman’a karşılık 11 bin 800 Rum, 7318 ermeni, 1600 Yahudi var bu taburların birinde mesela. Bunlar tabi daha sonra daha da değişiyor. Sayılarda Müslümanlar gittikçe azalıyor ve bunlar örgütlendikçe oradaki halklara karşı saldırılar o denli artıyor.
Amele Taburları bizim varlığımızın yok edilmesinde, daha sonra buraya gitmek istemeyip kendi varlıklarını korumak için partizan birliklerin oluşturulmasında çok önemli bir etken olmuştur. Balkan savaşının sonrasında Müslümanları Rumların, Ermenilerin yaşadıkları topraklara yerleştirmek istediler bilinçli olarak. Ve bu uygulamaya karşılık verileceği biliniyordu. Sorun yaşanacağı biliniyordu.
Bu uygulama ilk önce Samsun’da hayata geçiriliyor. Samsun’un birçok Rum köyünü Müslüman nüfus yerleştirilmek isteniyor. Karşı çıkılan köyler ise yakılıyor. Bunun üzerine bir de Amele Taburları kararı gelince oradaki insanlar durumu anlıyorlar ve partizan birlikleri örgütlenmeye başlanıyor.
Samsunlu bir Rum’un önderlik ettiği ilk partizan birlikleri 1914’ten itibaren oluşturulmaya başlanıyor. Birçok kişinin katılımıyla 3000’e yakın partizan oluştu. Ve birçok yerde artık saldırılara karşı kendilerini korumaya başladılar. Çünkü özellikle Balkan Savaşından sonra çok yoğun saldırılar başladı. Daralıp içe kapanıldıkça içerideki tüm diğer halkları yok etmek, kaçırtmak için her türlü saldırıyı yaptılar.
Buna karşı da Karadeniz’de Ordu ve etrafında kimi hareketlenmeler olsa da özellikle Samsun bölgesinde Partizan birlikleri oluştu. Samsun Neviyan bölgesinin çok korunaklı olmasından dolayı Samsun partizan birlikleri ile halk o dönemde meşru savunmasını o bölgede oluşturdu ve kendisini korumaya çalıştı. Ama koşullar kendilerinin karşısındaydı. Ve maalesef soykırıma tabi olmaktan kurtulamadılar.
Son olarak bizlere söylemek istediğiniz başka şeyler var mı?
Ben hayatımın ilk 20 yılını bir Türk olarak, sonraki 20 yılımı Kürt halkıyla dayanışarak geçirdim ve bu 20 yılımı da bir Pontus’lu olarak mücadele ederek geçireceğim. Şunu kesinlikle vurgulamak gerekir, Kürt halkının mücadelesi enternasyonel alanda müthiş bir model yarattı. Benim mücadelem de böyle başlamıştır. Kürt halkı yenilirse tüm halklar yenilecektir. Bu yüzden Kürt halkına bu kadar saldırıyorlar ve bu yüzden Kürt halkının direnişi desteklenmelidir. Kürt halkı direnişiyle kendisine olduğu kadar diğer halkalara da nefes olmuştur. Bu yüzden bu direnişçi halka destek olmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız için teşekkür ediyorum