30 Mayıs 2019 Perşembe

Vr Der eş başkanı Gökhan Soysal Vicdani Ret ve Vicdani retcileri anlattı


Türkiye’de farklı kimliklerin, farklı ideolojik bakış açılarının olduğunu hepimiz biliyoruz. Gazeteistanbul.com olarak bu kimliklere ve bakış açılarına sahip insanları araştırıyor ve ne düşündüklerini kendilerine soruyoruz




Vicdani retçi Gökhan Soysal ile birlikte Açık Kimlikkanalında Türkiye’de vicdani retçi olmayı ve yaşanan sorunları konuştuk.
Vicdani ret nedir bahseder misiniz?
Zorunlu askerliğe karşı olmaktır. En temel tanımı budur. Biraz açmamız gerekirse: dini,vicdani, ahlaki, etik veya politik sebeplerle karşı olmak anlamına gelir. Elbette kişilere göre de değişkenlik gösterebilir.
Türkiye’de vicdani retini ilan eden biri var mı?
Türkiye’dev1000’in üstünde insan olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’de nasıl bir mücadele verdiler?
Açıkçası ilk zamanlarda çok zor mücadele verdiler. İlk açıklama tarihini düşündüğümüzde 1989 bu gün ise 2019 dayız arada farklılıklar var elbette.
Vicdani retin anayasal olarak kabul edilmemesini neye bağlıyorsunuz?

şunu vurgulamak lazım, Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasası Vicdani ret’e engel değil. Anayasada askerliği zorunlu kılan herhangi bir madde yok, anayasanın 72. maddesinin başlığı vatan hizmetidir. Madde içerisinde de şunu söyler: Vatan hizmetinin Türk Silahlı Kuvveti’nde veya kamu kuruluşlarında yapılacağı veya yapılmış sayılacak kanunlar ile belirlenir. Ancak 1011 sayılı Askerlik kanunu şunu getiriyor: Her Türk’ün görevi askerlik yapmaktır.
Röpörtaj: Merve Tanrıkulu
Kaynak: Gazeteİstanbul 


Raci Bilici : Esir alınan Asker ve Polisler görmezlikten geliniyor

Hükümeti, son yıllarda alıkonulan asker ve polisleri görmezlikten gelmekle eleştiren İnsan Hakları Derneği (İHD) MYK Üyesi Raci Bilici, İmralı’dan gelen mesajla birlikte ise ülkede yeniden barış umudunun doğduğunu belirtti.


HPG tarafından alıkonulan asker ve polislerin aileleri, dün Ankara’da İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkezi’nde yaptıkları basın toplantısının ardından Meclis’te HDP, CHP ve AKP grubu temsilcileri ile görüştü. Yaptıkları görüşmelerde aileler, 4 yıla yakın süredir göremedikleri yakınlarına yeniden kavuşabilmeleri için adım atılması yönündeki taleplerini yineledi.
Ailelerle birlikte siyasi parti temsilcileriyle yapılan görüşmelerde yer alan İHD Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Raci Bilici, partilerin alıkonulan asker ve polisler konusundaki yaklaşımına dair konuştu. Bilici, bununla birlikte PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları aracılığıyla kamuoyuna ilettiği mesajda yer vurgular ve yarattığı hava konusunda da değerlendirmede bulundu.

‘ALIKONULAN ASKERLER GÖRMEZLİKTEN GELİNİYOR’

Alıkonulan asker ve polislere dair dernek olarak bugüne dek birçok girişimde bulunmalarına rağmen sonuç alamadıklarını dile getiren Bilici, son yılara nazaran geçmişte alıkonulan asker ve polisleri hükümetle yaptıkları görüşme sonrasında alabildiklerini belirtti.
Bilici, “O dönemlerde hükümet bizi resmi olarak kabul etti. O resmiyet üzerinden PKK ile iletişime geçerek, askerleri almıştık. Bugüne kadar bu yöntem söz konusuydu. Özellikle son dönemlerin yaklaşımı ise çok farklı. Meseleye dahil olmayan, görmek istemeyen, görmezlikten gelen, hakikat ile yüzleşmeyen bir durum söz konusu” dedi.
Hiçkimsenin özgürlüğünden alıkonulmasını istemediklerini, bütün çabalarının da bu yönde olduğunu vurgulayan Bilici, Aileler öteden beri şubelerimize gelip, çözüm istiyorlar, arabulucu olmamızı istiyorlar. Biz de ailelerin talebini siyasal iktidara iletmek zorundayız. Bu kanalı açmak zorundayız” diye belirtti.

‘İLGİLİ KURUM VE KİŞİLERLE TARTIŞTIKTAN SONRA DÖNÜŞ YAPACAKLAR’

Bilici, Meclis’te HDP, CHP ve AKP grubu temsilcileri ile dün yaptıkları görüşmelere dair ise bilgileri paylaştı:
“Görüşmeler bize göre olumluydu. Umuyoruz ve diliyoruz ki geçmişte olduğu gibi bu konuda olması gereken yol ve yöntemlerle adım atılır ve sonuç alınır. İnsanlar özgürlüğü elinden alınmış ve bunun biran önce sonlandırılması gerekiyor. Siyasal iktidarın da aynı hassasiyetle yaklaşması gerekiyor. Talepleri ilettik ve ısrarcı olmaya devam edeceğiz. İHD olarak bu konuda daha önce Cumhurbaşkanından, dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’dan, bakanlardan randevu talep etmiştik. Ancak olumlu bir karşılık gelmedi. Son talebimize yanıt verildi ve AKP Grup Başkanı Naci Bostancı ile görüşme sağladık. Görüşme olumluydu. Pozitif bir yaklaşım söz konusuydu. Bu meseleyi ilgili kurum ve kişilerle tartıştıktan sonra bize dönüş yapacaklarını söylediler. Umarım bir dönüş olur, onların dönüşlerini bekleyeceğiz.”

‘ÜLKEDE YENİDEN BARIŞ UMUDU DOĞDU’

İmralı’dan gelen mesaj sonrasında ülkede yeniden barış umudunun doğduğunu söyleyen Bilici, mesajda dile getirilen noktaların bu ülkenin ihtiyacı olan şeyler olduğunu vurguladı.
Öcalan’ın mesajında üzerinde durduğu bu vurguların gereklerinin yapılması gerektiğini kaydeden Bilici, “Ciddi bir tartışma yürütmek lazım. Mesajda onurlu bir barışın gerçekleşmesi, diyalog ve müzakerenin tekrar başlaması, çatışmaların biterek, demokratik siyasetin önünün açılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu ülkede herkes herşeyi özgürce tartışabilmelidir. Ortaya koymak istediği bu projeyi, toplumun tüm kesimlerinin bilmesi gerekir. Kendisinin 2013 noktasında olduğu ve üzerine düşen her şeyi yapmaya hazır olduğunu söylemesiyle pozitif yaklaşımını bir kez daha ortaya koydu” dedi.

‘BU DURUM AŞILIRSA TÜRKİYE NEFES ALIR’

Gerek siyasal iktidar tarafından gerekse de ana muhalefet partileri ve diğer siyasi partilerin tamamının bunun üzerinde yoğunlaşması gerektiğini vurgulayan Bilici, son olarak “Artık bu durumun aşılması gerekiyor. Bu aşıldığı zaman Türkiye çok ciddi bir nefes alır, demokratik siyasetin de önü açılır. Ekonomi ve sosyal haklarda ciddi gelişmeler olur ve bir güven oluşur. Hukuk gerektiği şekilde yaşam bulur” diye konuştu
Κaynak : Özgür Manşet

SAVAŞ RANTİYESİNE KARŞİ PKK BİR JEST OLARAK ELİNDEKİ ESİRLERİ BIRAKMALI

                 Yannis V Yaylali


PKK'nin çeşitli yerler ve zamanlar da esir aldığı asker ve polislerin yakınları İHD'nin öncülüğünde bir kere daha çocuklarını kurtarabilmek için harekete geçti. Önce İHD genel merkezinde bir araya gelen aileler ile İHD basın açıklaması gerçekleştirdi.


İHD genel merkezinde yapılan açıklama da daha önceki esir alma olayları ve esir alınan kişilerin kurtarılmasına ilişkin bilgiler paylaşıldı. Daha sonra  PKK/HPG tarafından 24 temmuz 2015 tarihiyle itibarıyla çeşitli yer ve zamanlarda esir alınan asker ve polisler ; 24 Temmuz 2015 günü Diyarbakır-Bingöl karayolunda polis memuru Vedat Kaya, 28 Temmuz 2015 günü Diyarbakır-Bingöl karayolunda polis memuru Sedat Yabalak,13 Ağustos 2015 günü Diyarbakır-Lice karayolunda uzman çavuş Hüseyin Sarı ve er Sedat Sorgun ile er Süleyman Sungur,18 Eylül 2015 günü Dersim-Erzincan karayolunda astsubay Semih Özbey,2 Ekim 2015 günü Dersim-Pülümür karayolunda er Müslüm Altuntaş ve er Adil Kavaklı,12 Aralık 2015 günü Şırnak merkezde uzman çavuşlar Sedat Vardar ve Ferdi Polat,21 Eylül 2016 günü Hakkari’de uzman çavuşlar Ümit Gıcır ve Mevlüt Kahveci, Sedat Vardar ve Ferdi Polat  ile ilgili İHD'nin başarısız kalan kurtarma çabaları anlatıldı.

İHD ailelerin de katıldığı basın açıklamasının devamında önce 'Siyasi iktidara ve demokratik kamuoyuna sesleniyoruz'  diyerek 'Alıkonulanların serbest bırakılması için elinizden gelen bütün çabayı gösteriniz.' dedi . Ardından ise çeşitli yerlerden asker ve polisleri  esir alan  PKK’ye de insancıl hukuk kuralarını hatırlatan İHD “alıkonulan asker ve polisleri serbest bırakmaya çağırıyoruz. Serbest bırakılmaları için üzerimize düşen her türlü girişimde bulunmaya ve teslim almaya hazır olduğumuzu belirtiyoruz.” Dedi .

Daha sonra PKK tarafından esir alınan 12 asker ve polisin aileleri Meclis’te Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekilleri Fatma Kurtulan ve Saruhan Oluç’u ziyaret etti. Ailelere İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Bakanı Öztürk Türkdoğan ile MYK üyesi Raci Bilici de eşlik etti. HDP’nin Grup Toplantı Salonu’nda yapılan görüşmede  aileler,  çocukları için adım atması yönündeki taleplerini iletti. Görüşmede aileleri dinleyen Kurtulan ve Oluç, alıkonulan asker ve polislerin ailelerine kavuşması için üzerlerine düşen her şeyi yapacaklarını, parlamento düzeyinde de tüm girişimlerde bulunacaklarını söylediler.

İHD heyeti ve aileler HDP ziyaretinin ardından CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel ile görüştü. Ailelerin de içerisinde olan heyet Meclis’in bu konuda bir an önce devreye girmesi yönündeki talebini CHP’ye de iletti. Özel ise CHP olarak ellerinden geleni yapacaklarını ifade etti.

Heyet ayrıca MHP ve İYİ parti'den de randevu istese de randevu kabul edilmedi. Elbette bu duruma şaşırdık mı hayır,siyasi ikballerini savaş rantına bağlamıi olan güçlerin başka türlü hareket etmesini beklemek de hayal olurdu.Benzer bir durumu biz de2012 yılında Roboski için yaptığımız yürüyüş sonrası yaşamıştık. Taleplerimizi mecliste grubu olan partilere anlatmak için randevu istediğimizde benzer partiler randevumuzu ret etmişti.

Ben de bir zamanlar PKK’nin elinde esir kalan bir asker ve ayrıca insan hakları aktivisti olarak tüm kesimlere duyarlılık çağrısında bulunuyor ve PKK’nin elindeki esirlerin alınması için azami hayret gösterilmesi çağrısında bulunuyorum.

PKK’ye de uzun süredir elinde bulunan esirleri bırakma çağrısında bulunuyorum .PKK yaptığımız bu çağrıları barış için iyi niyet göstergesi olarak görsün. Biliyorum ki devlet o insanlar dağ da çürüse herhangi bir adım atmayacaktir. Tam tersine izledikleri strateji ile onların orada kalıp çürümesi onların işine gelecektir. Bu durum aynı zamanda savaş sürecini besleyen argüman onlar için. O yüzden bu argümanı boşa çıkarmak, devlet ile değil Türk toplumu ile barış için bir adım olarak düşünülüp esir asker ve polisler oluşturulacak heyet ile bırakılmalıdır.

Bu adım şu an devleti hükümeti ile savaşı rant kapısına dönüştürmüş olanlara karşı zaafiyet olarak düşünülmemeli . Tam tersine iktidarlarını korumak için savaşı rant haline dönüştürenlerin elinden savaş mekanizmalarının  çarkına sokulan adim olarak düşünülmeli. Devletin ve hükümetin hazırladıı tuzaklara düşmemek lazım diye düşünüyorum. Kendi dönemimizden çok iyi biliyorum ki senelerdir o anneler uyku yüzü görmemişlerdir. Yine geçmişe dönüp kendimizden örnek verecek olursak biz elbette biliyorduk ki PKK savaş esirlerinin hakkını tanımlayan Cenevre sözleşmeleri 3. protokoluna azami uymaya çalışıyor. Ve bizim yani esir alınan kişilerin sağlığı  her şeyden çnce gelirdi. Fakat yıllardır çocuklarından sağlıklı haber alamayan anneye bunu anlatabilir misin. Çocuğu sağ mı,ölü mü bilmeyen anne rahat uyuyabilir mi ? yemek yiyip,su içebilir mi ? Diken üstünde yaşamlarını sürdüren aileler daha fazla bu durumda bırakılmalı. Ben PKK’yi çok uzun zamandır takıp eden eski esir asker ve bir barış aktivisti olarak artık ailerin acılı bekleyisini PKK’nin bitireceğini ve oluşturulacak heyete çocukların teslim edileceğini  düşünüyorum. 

Son çağrım da ailelere olacak, durumlarını çok iyi anlıyorum. Çocukları yaklaşık olarak dört senedir düşman olarak  gördükleri yerlerde PKK'nin elinde, çocukları militarizmin en katı olduğu kurumlardaydı. O yüzden temsil ettikleri yer ve anlayış yüzünden de elleri kolları bağlanmış durumda. Devlet ve hükümet adına gittikleri her yer onlara duvar oldu adeta. Sokağa çıkmayı, hak aramayı ise büyük ihtimal ile tırnak içerisin de  teröristlik olarak algılıyorlar. Hatta İHD olsun, HDP olsun muhalif siyasi parti ve sivil toplum örgütleri dahi onların gözünde 'terörist ' kurum ve yerlerdi. Ben kendi ailemden biliyorum kayıp olan canları dahi olsa buralara gelip, bu kurumlar ile çocuklarını kurtarmaya çalışmak ölmekten çok daha zor olduğunu söyleyebilirim. Ama artık cesaretinizi toplayıp sizin de daha fazla inisiyatif almanız lazim. Sizin ya da çocuğunuzun utananacağı bir şey yok. Utanması gerekenler,hicap duyması gerekenler  savaş savaş, ölüm, ölüm değip çocuklarını, yakınlarını kaçırmak için utanmazca kanunlar, yasalar  çıkaranlardır. Bugün artık çok daha açık gözüküyor, artık mızrak çuvala sığmıyor. Kendi siyasi ikballeri için sizin çocuklarınız da dahil tüm Turkiye'yi hiç düşünmeden  ataşe attılar. Şimdi sizler kendi çıkarları için yürüttükleri savaşın mağdurusunuz kimseden utanmadan, sıkılmadan hakkınızı aramak için ve çocuklarınızı kendi siyasal ikballeri uğruna ateşin içine atıp bir daha da arayıp sormayalar için hesap sorma zamanı. Onlar sizi bugün görmek dahi istemiyorlar, tüm randevularınız geri çevriliyor. O zaman sizde sokaklarda, meydanlarda sizi kandıranlardan hesap sorun ,sızı görmek istemyenlerin  zorla gözlerine sokun taleplerimizi.Siz utanacak, hicap duyulacak hiç bir şey yapmadınız ,unutmayın utanması gerekenler,hicap duyması gerekenler sehit edebiyatı yaparken kendi çocuklarını, yakınlarını kaçırmak için kanun yasa çıkaranlardır..

29 Mayıs 2019 Çarşamba

Alıkonulan Asker ve Polisler Serbest Bırakılsın



Insan Hakları Derneği bir kez daha PKK'nin elindeki esirler için çağrıda bulundu.  Genel merkez binasında açıklama yapan İHD 'Siyasi iktidara ve demokratik kamuoyuna sesleniyoruz. Alıkonulanların serbest bırakılması için elinizden gelen bütün çabayı gösteriniz.' diye çağrıda bulundu. 



Asker ve polisleri çeşitli yerlerden esir alan  PKK’ye de insancıl hukuk kuralarını hatırlatan İHD "alıkonulan asker ve polisleri serbest bırakmaya çağırıyoruz. Serbest bırakılmaları için üzerimize düşen her türlü girişimde bulunmaya ve teslim almaya hazır olduğumuzu belirtiyoruz." Dedi . 

Ben de bir zamanlar PKK'nin elinde esir kalan biri olarak, ayrıca insan hakları aktivisti olarak tüm kesimlere duyarlılık çağrısında bulunuyor ve PKK'nin elindeki esirlerin alınması için azami hayret gösterilmesi çağrısında bulunuyorum. 
PKK'ye  de uzun süredir elinde bulunan esirleri bırakma çağrısında bulunuyorum . Bu çağrımı ini niyet göstergesi olarak görsünler, biliyorum ki devlet o insanlar dağda çürüse herhangi bir adım atmayacaktir. Tam tersine izledikleri strateji ile  onlarin orada kalıp çürümesi onların işine gelecektir. Bu durum aynı zamanda savaş sürecini besleyen argüman onlar için,  o yüzden bu argümanı boşa çıkarmak, devlet ile değil Türk toplumu ile barış için bir adım olarak düşünülüp esir asker ve polisler oluşturulacak heyet ile bırakılmalıdır. 
Bu adım şu an devleti hükümeti ile savaşı rant kapısına dönüştürmüş olanlara karşı zaafiyet olarak düşünülmemeli . Tam tersine iktidarlarını korumak için savaşı rant haline dönüştürenlerin elinden savaş mekanizmalarının  çarkına sokulan adim olarak düşünülmeli. Devletin ve hükümetin hazırladığı tuzaklara düşmemek lazım ve acılı aileleri senelerdir diken üstünde yaşamlarını sürdüren esirler bırakılmalı. Ben PKK'yi çok uzun zamandır takıp eden bir barış aktivisti olarak artik ailerin acılı bekleyisini PKK'nin bitireceğini ve oluşturulacak heyete çocukların teslim edileceğini  düşünüyorum. Hadi hep beraber bir oyunu bozalım,  barış için bir adim daha biz atalım..

IHD'nin genel merkezinde gerceklesen toplantinin basın metni olduğu gibi aşağıdadır. 

Alıkonulan Asker ve Polisler Serbest Bırakılsın

Türkiye’de, 24 Temmuz 2015 tarihinde silahlı çatışmaların maalesef yeniden başlaması ile birlikte PKK/HPG tarafından alıkonulan sivil ve güvenlik personeli konusu yeniden kamuoyu gündemine gelmiştir. Geçmiş dönemde insan hakları örgütlerinin çabaları sonucu alıkonulan kişilerin tamamı sağ salim teslim alınmış ve ailelerine kavuşturulmuştur. Temmuz-Ağustos 2015 döneminde alıkonulan 20 gümrük memuru İHD tarafından 8 Eylül günü Irak Federe Kürdistan Bölgesinde, PKK/HPG’ den teslim alınarak Türkiye’ye getirilmiş ve ailelerine kavuşturulmuştur.
PKK/HPG tarafından yolların kesilip, yol kontrolleri yapıldığı sırada alıkonulan asker ve polisler ise aradan geçen 4 yıla rağmen hala serbest bırakılmamıştır. Ailelerin İHD genel merkezine yaptığı başvurulara göre
24 Temmuz 2015 günü Diyarbakır-Bingöl karayolunda polis memuru Vedat Kaya,
28 Temmuz 2015 günü Diyarbakır-Bingöl karayolunda polis memuru Sedat Yabalak,
13 Ağustos 2015 günü Diyarbakır-Lice karayolunda uzman çavuş Hüseyin Sarı ve er Sedat Sorgun ile er Süleyman Sungur,
18 Eylül 2015 günü Dersim-Erzincan karayolunda astsubay Semih Özbey,
2 Ekim 2015 günü Dersim-Pülümür karayolunda er Müslüm Altuntaş ve er Adil Kavaklı,
12 Aralık 2015 günü Şırnak merkezde uzman çavuşlar Sedat Vardar ve Ferdi Polat,
21 Eylül 2016 günü Hakkari’de uzman çavuşlar Ümit Gıcır ve Mevlüt Kahveci,
alıkonulmuştur.
Alıkonulanlardan Sedat Vardar ve Ferdi Polat’ın akıbeti konusundaki belirsizlik ise sürmektedir.
Alıkonulan kişilerin aileleri ve yakınları ile İHD Genel Merkezi ve İHD şubeleri tarafından çok sayıda açıklamalar yapılmıştır.
Aileler ile birlikte basın toplantıları dışında TBMM nezdinde siyasi partilerin grup başkan vekillikleri ve çeşitli devlet görevlileri ile görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, aileler bizzat bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı ile görüşerek sorunun çözümünü dile getirmişlerdir.
Alıkonulan asker ve polislerden Vedat Kaya, Sedat Yabalak, Hüseyin Sarı, Semih Özbay, Müslim Altuntaş ve Adil Kavaklı’nın sesli ve görüntülü mesajları ilk olarak 4 Ocak 2016 günü yayınlanmıştır.
İHD’nin çağrısı üzerine ikinci kez sesli ve görüntülü mesaj 8 Temmuz 2016 günü yayınlanmıştır. Ancak, bu sefer sadece Süleyman Sungur, Müslim Altuntaş ve Adil Kavaklı’nın mesajları verilmiştir.
23 Aralık 2016 günü TBMM’de grubu bulunan siyasi parti temsilcileri ile İHD ve aileler görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmelerde İHD, inisiyatif alarak bu kişileri teslim alabileceğini belirtmiştir. Bu görüşmelerde sadece HDP ile görüşme basın önünde gerçekleşmiştir. Siyasi iktidarın duyarsızlığı nedeni ile bu girişim başarısız olmuştur.
22 Haziran 2017 tarihinde alıkonulan asker ve polis aileleri ile birlikte İHD Diyarbakır Şubesi’nde ortak açıklama ve çağrı yapılmıştır.
29 Eylül 2017 tarihinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmeye İHD heyeti ile birlikte aileler de katılmıştır.
2 Ekim 2017 tarihinde CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, aileler ve İHD Genel Başkanı TBMM’de bu konuda açıklama ve çağrı yapmıştır.
7 Haziran 2108 günü alıkonulan 8 asker ve polisin görüntülü mesajları yayınlanmıştır.
14 Haziran 2018 günü İHD Diyarbakır Şubesi’nde aileler ile birlikte İHD Genel Başkanı bir kez daha serbest bırakılmaları için çağrı yapmıştır. Seçim sürecinde siyasi partilerin bu soruna duyarsız kalmaları nedeni ile bu sefer de girişimler başarılı olamamıştır.
Siyasi iktidara ve demokratik kamuoyuna sesleniyoruz. Alıkonulanların serbest bırakılması için elinizden gelen bütün çabayı gösteriniz.
PKK’ye insancıl hukuk kuralarını hatırlatıyor, alıkonulan asker ve polisleri serbest bırakmaya çağırıyoruz. Serbest bırakılmaları için üzerimize düşen her türlü girişimde bulunmaya ve teslim almaya hazır olduğumuzu belirtiyoruz.
İnsan Hakları Derneği

24 Mayıs 2019 Cuma

Roboski ailelerinden Veli Encu tutuklandı

Roboski Katliamı'nda kardeşi ve birçok yakını kaybeden Veli Encu ile Kumçatı Belediyesi eski Eşbaşkanı Mehmet Demir'in de aralarında bulunduğu 4 kişi tutuklandı.

Şırnak merkez ve ilçelerinde geçtiğimiz günlerde, 28 Aralık 2011 tarihinde savaş uçakları bombardımanı sonucu 34 kişinin hayatını kaybettiği katliamda kardeşi Serhat ve birçok yakınını kaybeden Veli Encu, Kumçatı Belediyesi eski Eşbaşkanı Mehmet Demir, HDP çalışanı Mazlum Güzel ve Salih Kerçin ile Şehmus Kerçin gözaltına alınmıştı.
 
Haklarında gösterilen tanık beyanları gerekçe gösterilerek, "örgüt üyesi" olmak iddiasıyla gözaltına alınan 5 kişi, Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğü'ndeki ifadelerinin ardından adliyeye sevk edildi. Savcılık ifadelerinin ardından 5 kişi, "örgüt üyesi" oldukları iddiasıyla tutuklama istemiyle Sulh Ceza Hakimliği'ne sevk edildi.
 
Salih Kerçin'i serbest bırakan mahkeme, diğer 4 kişiyi aynı gerekçeyle tutukladı.
 
Tutuklanan 4 kişi Şırnak T Tipi Kapalı Cezaevi'ne götürüldü.
 
Veli Encu aynı zamanda tutuklu olan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Şırnak eski Milletvekili Ferhat Encu'nun kardeşidir. Encu, katliamın sorumlularının açığa çıkarılması için verdiği mücadeleden kaynaklı daha önce de birçok kez gözaltına alınmıştı.

Kaynak: MA

19 Mayıs 2019 Pazar

BİZ DEĞİL 19 MAYIS 1919 PONTOS SOYKIRIMI TARİHİNİ SEÇEN MUSTAFA KEMAL ARKADAŞLARIDIR.


Yannis V Yaylalı

Şimdi bazı  Kesimler sık sık 19 mayıs'ı bilinçli seçdiğimizi ve sözde 'Kurtuluş savaşı'nı gölgelemek için böyle yaptığımızı belirtiyorlar.


19 mayıs'ı seçen bizler değiliz.İngilizlerin ve Istanbul hükümetinin himayesinde Samsun'a çıkan Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır. Çıkar çıkmaz Pontos köy ve şehirlerini yağmalayan Topal Osman çetesiyle  buluşan ve yaptıklarını engellemek bir tarafa az dahi bulduğu için Merkez Ordusunu oluşturan, başına katliamcı Sakallı Nurettin'i atayan da kendisidir.

Yani Osmanlı ile halkımıza karşı başlayan, Ittihatçı çeteler ile devam eden soykırımı bir program doğrultusunda yöneten ve soykırımı nihayete ulaştıran kişi Mustafa Kemal'den başkası değildir.Tüm bu işleri yapmak ve organize etmek için ise Samsun'a, Pontos'a  çıktığı tarih 19 mayıs'tır.

Şimdi size  Ispanya'dan daha zihin açıcı bir  örnek vermek istiyorum. Guernica'yı bilmeyen yok gibidir  Pablo Picasso tarafından 1937’de yapılan, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937’de İspanya’daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan, anıtsal tablodur.

Bu tablo yapıldıktan sonra İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işgali altında olan Paris’teki evini incelemeye gelen Nazi subayı, Guernica’nın fotoğrafını inceldikten sonra Picasso’ya dönüp “Bunu sen mi yaptın?” diye sordu. Picasso’nun cevabı “Hayır, siz yaptınız.” demişti. Gerçekten de öyleydi Picasso sanatıyla  sadece orada yaşananları aktarmıştı ama O katliamı Naziler yapmıştı.

Şimdi Pontos'a, Samsun'a  Mustafa Kemal ve arkadaşlarına dönecek olursak yüz yıl önce  Biz değil ,19 mayıs 1919 tarihin de Samsun'a Pontos Soykırımı planıyla çıkıp, soykırımı bir program düzeyinde gerçekleştirenler bu tarihi seçmiştir. Biz bu gerçeğe olduğu gibi sadık kalıp, dilimiz döndüğünce kamuoyuna taşımaya çalışıyoruz. Nasıl ki Guernica katliamından kaynaklı Picasso'yu suçlamak saçma olacaksa , kalkıp 19 mayis 1919 tarihi için de Pontos soykırımına maruz kalkmış olan ataları için,  ruhları huzara kavuşsun diye mücadele yürüten torunlarını suçlamak abesle iştigaldir. Picasso' nun katılımcıları kastederek  verdiği cevabı aynen söylemek gerekirse bu tarihi biz değil  'siz yaptınız'....

#HalaBuradayız  #19MayısBayramDeğilSoykırımGünüdür

17 Mayıs 2019 Cuma

'Türk sayılarak yerlerinde kalan' Trabzonlular!

Trabzonluluk ve Rumluk düşman kardeşler gibi birbirinden ayrılamıyor. Biri hakaret olarak kullanıyor, yanıt veren daha ağır hakaret ediyor. Lozan’da “Türk sayılarak yerlerinde bırakılan” insanlar ana dillerine sığınıyor, antik Yunan dili Romeika ile nefes alıyor.

“Trabzon ve Rum” sözcükleri ders kitaplarından, kahvehane sohbetlerine, politik atışmalardan milliyetçilik analizlerine sıklıkla yan yana anılıyor. Bu yan yana geliş çoğu kez gerginlik nedeni oluyor. Bu kez Esenler Belediye Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grubu Başkanvekili Tevfik Göksu tartışma fitilini ateşledi.

Mazbatası elinden alınan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve Trabzonlulara “Yunan” imasında bulundu. Sert tepkiler yükselince de CHP Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygün’ün geçen yılki konuşmasını hatırlattı. Aygün de, Kadir Mısıroğlu üzerinden Trabzonlulara benzer bir imada bulunmuş, tepki alınca özür dilemişti.
Sıklıkla hakaretlere, imalara ve hararetli tartışmalara neden olan “Yunan tohumu” meselesinin yöreyi tanıyanlar için gizli saklı bir yönü yok. Trabzon’un ana dili Rumca olan köyleri biliniyor, Rumca köy adları yüzyıllardır kullanılıyor. Of, Çaykara, Maçka ve Tonya ilçelerinde bulunan bu köylerde, babaannem gibi Türkçe bilmeden ömrünü tüketen nice Müslüman kadın yaşadı, babam gibi ana dili Rumca olan nice Müslüman çocuk büyüdü.
Nüfusuna kayıtlı olduğum Kayran köyünden herkes hâlâ “Limli” diye söz ediyor, hemen yanındaki köyüm Yeşilalan’ı Holaysa denmezse pek kimse bilmiyor. Bu köylerin pek çoğu ağırlıkla milliyetçi, daha çok da muhafazakar kimlikleri ile öne çıkıyor. Mesela, Çaykara’da 24 Haziran Genel Seçimleri’nde sadece AKP oyu yüzde 70 civarında seyrediyor, MHP oyları eklenince yüzde 80 bir ezici çoğunluk çıkıyor.

Resmi belgelerde de Müslümanlaşmış Rumlar açıkça yer alıyor. Lozan Antlaşması’na bağlı olarak uygulanan Türk-Yunan Mübadelesi’nde adları “Ana dili Rumca olan Müslümanlar” olarak geçiyor ve “Türk sayılarak yerlerinde bırakılmalarına...” karar veriliyor.

Ortodoks olan Karaman Türklerinin Yunan sayılması gibi, Müslüman Karadeniz Rumları da Türk sayılıyor. Karadeniz Rumlarının tarihi ise çok eski. Bizans Bizans olmadan, hatta İstanbul kurulmadan öncesine kadar uzanıyor. Kültürleri ise ağırlıkla sözlü kültürde ve ana dillerinde yaşıyor.

Romeyika, Pontiaka ya da Helenika gibi adlarla anılan Karadeniz Rumcası, en eski antik Yunan lehçelerinden biri olarak çok özgün bir hikâyeyi içinde taşıyor. Atinalı Socrates’in, Sinoplu Diyojen’in kayıp sözcüklerine bu dilde rastlanabiliyor, bir doğa ve köy dili olarak saf bir lehçe gözlemlenebiliyor. 1923 Türk-Yunan Mübadelesi’ne kadar tüm Karadeniz’de konuşulan Romeika, kırımlar, techirler ve mübadelenin ardından neredeyse tamamen silindi ve bugün Müslümanlaşmış Rumların anadili olarak zamana direniyor.


Trabzon’un Rum geçmişinin ve bugün yaşayan Romeika’nın adını anmak hâlâ çok tehlikeli. Ekrem İmamoğlu üzerinden başlatılan “Yunan tohumu” polemiğinde olduğu gibi Rumca adı geçince, hava hemen elektrikleniyor, ırkçı hakaretler anında havada uçuşuyor.

Karadeniz Rumcası dünyada eşi az bulunur bir örnek olarak büyük değer taşısa da, ucuz siyasetin gölgesinde kalıyor, derdini anlatamıyor. Yine de son yıllarda bu konudaki çabalarda ciddi artış görülüyor. Belgeseller yapılıyor, Apolas Lermi gibi müzisyenler bu dilin müziğini geniş yığınlara ulaştırıyor.
Araştırmacı yazar Vahit Tursun, 20 yıldan fazladır üzerinde çalıştığı ve Türkiye’de bir ilk olacak Romeika Türkçe Sözlüğü basılmak üzere. Trabzon’un ilçeleri dışında devlet eliyle planlanan göçlerle Van, Kıbrıs ve Gökçeada’da da birinci dil olarak konuşulur hale gelen Romeika kabuğunu ve önyargıları kırmaya çalışıyor. Trabzon’daki “Rum meselesi”ni anlamanın yolu biraz da Romeika’yı anlamaktan ve görünür kılmaktan geçiyor.

19. yüzyıl sonunda bu dil üzerinde çalışan dilbilimci Deffner, Karadeniz Rumcası’nı Orta Çağ Rumcası olarak tanımlıyordu. Araştırmacı Yazar Vahit Tursun da, Romeika’nın Helencenin İon diyalektininin farklı bir ağzı olduğunu, Yunanistan, Kıbrıs, Girit gibi yerlerdeki lehçe ve ağızlarla eş uzaklıkta olduğunu anlatıyor.

Tursun, “Lehçe ve ağızlar arası tam olarak anlaşmak çok mümkün değil. Bu bazen yüzde 20 olur, bazen yüzde 70’e kadar çıkabilir. Bu sorun sadece Romeika ile ilgili değil. Diğerleri de kendi aralarında anlaşma sorunu yaşıyor. Helen dünyasında, anlaşabilmek için sadece Çağdaş Yunanca kullanılıyor. Lehçe ve ağızlar ise kendi arasında anlaşamıyor. Romeika da köy günlük yaşamı ile ilgili olduğundan kent yaşamı ve teknoloji işin içine girince anlaşmak mümkün olmuyor” diyor.

Tursun, özünde bir “doğa dili” olan Romeika’nın modern Yunanca ile farklılaştığı noktalar olduğunu belirtiyor. “Antik Yunanca içindeki bazı kelimeler, yerine eş anlamlıları kullanıldığı için zamanla unutulmuş. Romeika’da böyle kelimeler var. Zamanında Socrates’in kullandığı sözcük, bugün Trabzon’daki derlemede karşımıza çıkabiliyor” diyen Vahit Tursun, Romeika’nın ham, saf bir dil olduğunu vurguluyor.

Bu nedenle, antik Helence kökenli kelimeden güncel olanı kullanılmazken, eskiden kullanılan hali Romeika’da yerini alabiliyor. Vahit Tursun’un verdiği bilgilere göre; gökkuşağı anlamına gelen “iro” sözcülüğü, antik Yunan’da yaygın kullanılırken, bugün sadece Romeika lehçesinde yaşıyor. “Git” anlamına gelen “ame”, olumsuz eki “uk” ve özel bir mastar türü olan inifinif de sadece Romeika’da bulunuyor.


Heyemola Yayınları’ndan bugünlerde çıkacak olan Romeika Türkçe Sözlüğü’nü 20 yılı aşkın bir emekle hazırlayan Vahit Tursun, Yunanca’nın farklı lehçeleri ile ilgili kaynak, sözlük çok olsa da, Romeika ile ilgili çalışmaların sınırlılığına vurgu yapıyor. Bu nedenle önsöz yazısını Oxford Üniversitesi dilbilimcilerinden Prof. Peter Mackridge’in yazdığı ve Türkiye için bir ilk olan Romeika Türkçe Sözlüğü büyük önem taşıyor.

Daha önce Türkiye’de de sözcük listeleri yapıldığını, küçük çaplı çalışmalar olduğunu belirten Vahit Tursun, şöyle devam ediyor:
“Bin civarında sözcüğün olduğu bir cep sözlüğü yaparım, diye düşünmüştüm. İlk yıllarda 5-6 bin sözcüğe ulaştı. Çalışma ilerledikçe metodoloji de kendini geliştirdi. Sözlük bence bittikten sonra, uzmanların devreye girmesiyle 3 yıl daha çalıştım ve neredeyse yeniden hazırladım. Önceleri Türkçe alfabeyi kullanırken, sonra Yunan alfabesi devreye girdi”.
Din olgusu Romeika konuşulan coğrafyada yüzyıllardır özel önem taşıyan bir noktada duruyor. Ortodoksluk ve son 300 yıldır Sünni İslam bölgeden çok sayıda din adamı çıkarmış. Bugün de siyasi tartışmaların bir yönünü bu gerçek oluşturuyor.

17. yüzyıldan itibaren bölgede İslamiyetin yayılmasında Romeika’nın yardımına başvurulduğu biliniyor. Vahit Tursun, bölgeye ilkokulların geldiği 1930’lara kadar İslami eğitimde Romeika’nın kullanıldığını söylüyor. Hutbelerin açıklanması ve dini sohbetlerde yerel dil Romeika yaygın olarak kullanılmış. 1930’lar aynı zamanda Romeikanın saflığını yitirmeye başladığı tarihler. Sonrasında gelen gurbet olgusu da dili tehdit eden faktörler arasında sayılıyor.

Vahit Tursun’a göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin Romeika’ya bakışı, diğer dil ve kültüre olan bakışından ayrı değil. “Bütün halkları yok etme üzerine bir sistem var. Bu inattan vazgeçilmiş değil. Hâlâ bir şeyleri bölücü gibi göstermek, devletin tarzının merkezine yerleşmiş. Kürtler kadar kalabalık nüfusunuz olmasa da, aynı sert muameleyle karşılaşabiliyorsunuz” diyor.

Türkiye’den mübadele ile giden yüzbinlerce Pontus Rumu, özellikle Yunanistan’ın kuzey bölgelerinde bu dili yaşatıyor. Tıpkı din gibi müzik de sözlü yönü ağır basan dilin taşıyıcısı olarak özel bir işleve sahip. Apolas Lermi, Romeika dilinde yaptığı müzik ile son yıllarda bambaşka bir Karadeniz rüzgarı estiriyor.

Adı kimi zaman baskılar ve tehditler ile de anılan Apolas Lermi, Ekrem İmamoğlu üzerinden yürüyen güncel tartışmaları twitter hesabından şu mesajla yanıtladı:
“Bir Trabzonlu yobazlığa boyun eğmeden başarılı oluyorsa onların gözünde Yunan, Pontus, falan filan oluyor. Zamanında beni de ‘Pontusçu şarkıcı’ diye manşetlere taşıyan bu yobazlardı”.

Asıl adı Abdurrahman olan ve sahne adı olarak Apolas Lermi’yi kullanan Trabzonlu müzisyen, 2010 yılından bu yana Romeika çalışmalarını kitlelerle buluşturuyor. Bu dilde daha önce de müzik yapıldığını, ancak lokal kaldığını aktaran Apolas Lermi, Karadeniz Rum kültürünün uzun süre sahipsiz bırakıldığını düşünüyor.

Sanatçı, gazeteci ve aydınların bu konuya gereken ilgiyi göstermemesini eleştiren Apolas Lermi, “Kalandar” adlı ilk albümüyle farklı bir soluk getirmiş. “Ağapo Se” adlı Romeika şarkıya Sümela’da klip çeken ve yayınlayan Apolas Lermi, son yıllarda bu konuda çok daha yoğun bir çalışma içinde.
Yunanistan’dan gelen farklı isimlerle şiir, düet, konser, belgesel, TV programları gibi pek çok çalışmaya katılan Apolas Lermi, “İnsanlar ne yaptığımı tartışmaya ve anlamaya çalışıyordu. Bir kesim çalışmalarımı desteklerken daha büyük bir kesim beni sert bir şekilde eleştirdi. Konserlerim ve kendimi ifade etme alanlarım organize bir şekilde engellendi. Sosyal medyada yoğun bir şekilde küfürlere ve hakaretlere maruz kaldım. Bu durum günümüzde de devam ediyor” diyor.

Lermi, ikinci albümünü tamamen Rumca şarkılardan yaparak, bu tür tepkilere net bir yanıt vermiş ve bu bu albüm Yunanistan’da da yayınlandı. Apolas Lermi, eskiye oranla daha sakin olunsa da, yine de tehditlerin ve kısıtlamaların eksik olmadığını söylüyor.


“Coğrafya ve sosyolojiyi müziğin anlaşılması açısından çok önemsiyorum” diyen Apolas Lermi, tüm diller Romeika’nın da zaman ve değişim ile ilgili sorunları olduğunu düşünüyor. Lermi, “Bazı kültürel değerlerin genlerle taşındığına inanıyorum. Sürekli akan bir zamanın içerisindeyiz ve yaşadığımız dönemin sesi olmaya çalışıyoruz” diyor.

Romeika’nın yaygın olduğu yerlerden Trabzon’un Tonya ilçesinde yayınlanan Kalandar dergisi Genel Yayın Yönetmeni Özgür Kalyoncu da, alfabe sorununun Romeika’nın en büyük sorunlardan biri olduğunu düşünüyor.

Kalyoncu, bu riske dikkat çekmek için bir belgesel hazırladıklarını belirterek, çekimler sırasında insanların da bunun farkında olduğunu gördüklerini aktarıyor. Lehçenin adının Pontiaka olduğunu vurgulayan Kalyoncu, imparatorluk dili olarak kullanılan bu bu dilin kalıntılarının, imparatorluğun son olarak yıkıldığı yerde, yani Trabzon’da olduğunu söylüyor.

Rumlar bir asır önce mübadele ile gitmesine rağmen Romeika’nın yaşamasının nedenini Lozan anlaşmasındaki şu cümleye bağlıyor:
“Trabzon’un Tonya, Maçka, Of, Çaykara gibi yüksek dağ köylerinde anadili Rumca olan ve Rumca konuşan, ancak müslüman olan halk Türk sayılarak yerinde bırakılacaktır.”
Mübadele sonrası izole olarak bu dili konuşanların varlığını sürdürdüğünü anlatan Kalyoncu, son 30-40 yılda Romeika’nın ana dili olmaktan çok, sonradan öğrenilen bir dile dönüştüğünü söylüyor. Tonya, Çaykara gibi dağlık alanlarda dilin korunduğunu anımsatan Kalyoncu, göçler nedeniyle genç nüfusun azalmasının dilin devamlılığını zora soktuğunu düşünüyor.

“Romeika hızlı bir yok oluş sürecindedir ve muhtemelen bu yok oluş çok uzun sürmeyecektir” diyen Özgür Kalyoncu, halkın bu konuda yoğun bir talebi olmasa da, Romeika’nın ve Pontus kültürünün izlerinin mutlaka korunması gerektiğini vurguluyor.
Küfür ve hakaretlerin havada uçuştuğu günlük polemiklerin arasında Trabzon’un yükseklerinde gökyüzünü hâlâ Socrates’in, Diyojen’in dilinden miras kalan “iro”, yani “gökkuşağı” renklendiriyor.
© Ahval Türkçe

14 Mayıs 2019 Salı

Γιάννης Βασίλης Γιαϊλαλί και Ταμέρ Τσιλιγκίρ, οι ομιλητές στις εκδηλώσεις γενοκτονίας της ΠΟΕ


9 Mayıs 2019 Perşembe

TÜRKİYE'NİN GENEL ESİR POLİTİKALARI -YANNİS VASİLİS YAYLALI




“Şimdiye kadar ki bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir”(1) Belkide insanlığın en şanssız en trajik durumudur bu, yaşayabilecek kadar topladıkları veya üretebildiklerinin fazlası ürünü biriktirebilmeleri, neden mi diyorsunuz savaşımların ana nedenleri zenginliklerdir, yani kullanabildiklerimizden fazlasının birikmeye başlaması ile buna sahip olanın koruma arzusu ile aynı zamanda bunu bir başkasının ele geçirme isteği aynı anda oluşmaya basladığında savaşın ana kaynağı olusmuş demektir.


Bir coğrafyanın tüm zenginlikleri, o coğrafyanın yoksulluğuna dönüşür, işte ortadoğu, işte mezopotamya, bir zamanların amerikası, şimdi oradaki yerli halkların yok olmasına, köleleştirilmesine, yada sürekli üzerlerinde oyunlar oynanmasına sebep olmuştur

Savaşlar neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Esirlik/Tutsaklık tarihide, savaşlarla yaşıt gibidir. Çünkü önce savaş nasıl bir ihtiyacın sonucu cıkmışsa, esir alma, yada almama tamamen o dönemki sınıfların çıkarıyla, yada ne yapabildiğiyle ilintili idi. Antika dönemin(köleci toplum) öncesinde maddi üretim ilişkileri köle-esir emeği kullanabilme aşamasına gelmemişti, bu yüzden tüm esirler öldürülüyordu.

Köleci toplum ile beraber, üretim ilişkileri (köle-efendi) hız kazandı. hatta hatta egemen sınıf için birikimin iki ana kaynağı vardı 1)borçluların köleleştirilmesi 2)savaş esirleri idi.


Esirlerin ilk defa öldürülmemesinin nedeni yine sınıfsal kaygıdır. Antika dönemde başlayıp günümüze kadar süre gelmiştir. 17. yüzyıla kadar esirlerin köleleştirilmesi (2) yaygın görülen bir yöntemdi. Avrupada bu yüzyıldan sonra köleleştirme gerilemeye yüz tuttu.
Esir haklarıyla ilgili 19. yy itibarıyla uluslararası düzenlemeler olmuştur. İlk düzenlemeyi 1789 devrimi ile 92 de fransız milli meclisi almıştır. Alınan kararda 1)kötü muamelenin engellenmesi 2) alınan esirin savaş alanı dışına çıkarılmak istenmesi, belli medeni haklar verilmesidir. Bu alınan karar daha sonraki alınacak kararlara referans olmuştur.
Daha sonra bu kararı resmi olarak ilk 1874 brüksel deklarasyonu takip etti. Günümüzde hala geçerliliği bulunan 49-77 ek protokol cenevre sözleşmesine kadar da bu çalışmalar devam etti.
1877-1949 yılına kadar esir hakları da dahil diğer dört sözleşmenin oluşması öyle pekde kolay olmamıştır. Her paylaşım savaşlarından sonra ortaya sözleşmeleri orasından burasından çekiştiren devletler olmuş, bir çok hak ihlal edilmiştir. Savaşlarda galip gelmenin iştahıyla imzacı olan ülkeler, her fırsatta sözleşmenin bir çok hükmünü etkisiz hale getirmişlerdir. Bunlara bilinen bir kaç örnek açısından,. Amerikan İç Savaşı (1861-1865) ve Fransız-Alman Savaşı’nda (1870-1871) bu ilkelere pek uyulmadı. Bunlarada ilerleyen paylaşım savaşımları olarak birinci ve ikinci dünya savaşlarınıda rahatlıkla ekleyebiliriz. Her şeyde çok hızlı yol alabilen kapitalizm söz konusu savaşlarda kendisi için savaştırdığı insanların hakları olunca iğneyle kuyu kazımak misali yol alıyordu. Bazen bir adım ileri iki adım geri, bazen iki adım ileri bir adım geri yol alınıyordu. Daha çok yasadıkları toplumun baskısıyla bir şeyler yapmak zorunda kalıyorlardı. özellikle birinci ve ikinci dünya paylaşım savaşlarında milyonlarca kişi esir düşmüştü. Dünyanın bir çok yerinde esir kampları ortaya çıktı, tabi bir o kadarda, her türlüsünden hak gaspları olusmaya başlamıştı. Ulaslararsı kamuoyundandan ise tepkiler yükselmeye başlamıştı. Bunun üzerine tekrar, tekrar düzenlemlere gidilmek zorunda kalındı.
En son Amerikanın tırnak içerisinde demokrasi hırsı ile giriştiği, Afrika ve Ortadoğu macerasıda buna rahatlıkla eklenebilir. Esirlere kötü muamele anlamında guantanamo örneği vardır. İnsan hakları örgütü Sivil Özgürlükler Birliği’nin (ACLU) bir soru önergesi CIA’nın işkence kayıtlarını ortaya döktü. Adalet Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre CIA’nın elinde işkenceyi kanıtlayan 92 video kasetine ilişkin 3000 belge bulunuyor. 92 tane video kaydı ise imha edilmiş durumda. işkence belgesiyle beraber ortaya çıkmıştır
Amerika türkiyeninde rahatlıkla onu izleyebileceği bir manevra ile suçunu bastırmak istemektedir. Guantanamo tutukevi’nde yasadışı uygulamalara dair, Avrupa parlementosunun rapor hazırlaması(3), Af örgütü ve BM hazırladıkları raporlarda(4) insan hakları skandalı diye nitelemelerine karşın, hiç bir örgüt yada uluslararsı kurumu dinlemeyen Amerika terörle mücadele kisvesi altında Cenevre III. protokolunu burada işletilemeyeceğini savlamaktadır. Günümüzde bir çok ülke Bu protokolları hala sağa sola çekiştirebilmekte, kural tanımaz tavırlarını sürdürebilmektedir.
Türkiye değerlendirmesine girmeden, şu an devam eden bir açlık grevini size aktarmak istiyorum İsrail de 78 gündür Yaklaşık bin 350 tutsak Filistinli İsrail hapishanelerindeki işkence ve kötü muamelelerden dolayı sadece su ve tuz alarak açlık grevi sürdürmektedir[*]. insan hakları örgütü nafya nın verdiği bilgilere göre açlık grevine giren tutsaklar vitamin almayıda bırakmış durumdalar. İsrail devleti de burada türkiye de olduğu gibi siyasi statü tanımayıp yerel adli uygulamaları tutsaklara dayatmaktadır.
Bunu sizlerle paylaşmak istedim. dünyanın dört bir tarafında esir alınan insanlara karşı gün geçmesin ki mutlaka kötü muamele yada işkence haberi yada bir keyfiyetle ile karşı karşıya kalıyoruz.
tekrar bize dönersek…
İç savaş hukuku ya da sömürgecilik
Filozofunda söylediği gibi her şey değişmekteyken, iki defa aynı suda yıkanamazsın, uzun savaş tarihide kendisini hep aynı tekrar etmemektedir. Düzenli savaşların yanıbaşında, özellikle içsavaşlara dönük düzenli olmayan savaş biçimleride gelişti. Bunun ilk örnekleri tarihte, amerika iç savaşlarında gözlemlenmiştir. gerilla savaşı diyede adlandırmak mümkündür. Uluslararası paylaşım savaşımların dışında, özellikle 50 li yılların ortalarından itibaren görülecek düzensiz yada gerilla savaşı diyebileceğimiz kuvvetler ortaya çıktı, Bu güçlerin çoğunluğu ya uluslararası sömürgeciliğe yada içerisinde bulunduğu sömürgeciliğe karşı koyma ve bağımsızlık duygusuyla haraket etmişlerdir.
Uluslararası savaş hukuku’da, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren değişen koşullara göre, yapılabildiği doğrultuda bu değişime göre yenilenmektedir. Yinede şunu gözden kaçırmamak gerekiyor. “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir.”(KOMİNİST MANİFESTO) Bu şu demek oluyor, şimdiye kadar maalesef uluslararası anlamda yürütmede olan tüm yasalar, köleci toplumdan bu yana bir sınıfın organizasyonuyla oluşturulmuştur. Bazı anlarda ezilenlerin yürüyüşü, yada tepkisi, bazı yasaları onlara yaptırmaya itmiştir, çoğu zamanda açıkça kendi egemenlik tutumlarına zarar vermeyecek sekilde bu yasaları kotarmaya çalışmışlardır. Ya hazırlayacak yada bu yasalara etki güçleri yoksa bu seferde tanımamayı yeğ tuttmuşlardır. Buna uluslararası ülke örneği vermek gerekiyorsa, en iyi örneğini Amerika Birleşik Devletidir. Ulusal anlamda Türkiye’yi örnek vermek yanlış olmayacaktır. Cenevre ek protokolları da bu ihtiyacın sonucunda ortaya çıkmıştır.
Cenevre sözleşmesi 77 ek portokolunun reddi bir halkın inkarı iken diğer halkın ona karşı savaştırılmasıdır
Bir çok halkın direnişi kırılıp yok edilmişti bu coğrafyada, o günlerde pek düşünülmemiş olacak ki Cenevre sözleşmesi 77 ek protokolu ilk taslakları Kızılay ev sahipliğinde 69 yılında İstanbul’da gerçekleşiyor. Sonrasında gelen 12 mart darbesi-Kıbrıs savaşı derken Türkiye cenevre sözleşmesi 77 ek protokolunu o gün bügündür kabul etmedi.
İki protokol ne söylüyordu
1. Protokol, “Uluslararası Silahlı Çatışmaların Mağdurlarının Korunmasına” dönüktür
2. Protokol, “Uluslararası Nitelik Taşımayan Çatışmaların Mağdurlarının Korunmasına” ilişkindir.
Türkiye Cenevre sözleşmesinin dört ana protokolunu resmi gazetenin 30 Ocak 1953 yılında yayınlanması ile resmen kabul etmesine karşın cenevre sözleşmesi 77 ek iki protokolunuda kabul etmemiştir, halada bu protokoları imzalamamıştır. Şu iki protokola baktığımızda neden 77 ek protokollarını imzalamadığınıda görmekteyiz
“I. Ek Protokol, savaş kurbanlarının korunması ile ilgiliydi. Protokolün 1.’sinin 4 paragrafında, ‘Bu düzenleme sömürge egemenliğine, işgale ve ırkçılığa karşı yapılan silahlı çatışmalarda geçerlidir'”(5)
“Protokol’ün 96. maddesine göre ise, devlete karsı yapılan silahlı çatışma durumlarında Protokol, kanunları uygulama yetkisini kendi üzerine alıyordu. İkinci olarak, ‘savaşanlar’ kategorisi yasal olarak genişletilmişti. Buna göre yasal savaşan olmamasına rağmen, gerilla hareketleri de bu kategori içerisine dahil edilmişti. Esir alan devletler, esir düşen gerillaya da savaşanların sahip olduğu temel hakları tanımak zorundadır.” (6)
Bir: Cenevre sözleşmesi 77 ek portokolunun reddi bir halkın inkarı ve diğer bir halkın ona karşı savaştırılmasıdır. İki: Devlet bu duruma bağlı olarak esir hukukunu her iki taraf içinde uygulatmama için elinden gelen her yalana sarılmaktadır.
Uluslararası arenada nasıl ki amerika, protokolları kendi isteğine göre aşağı yukarı çekiyorsa, Türkiye’de bunu bu iç savaşı tanımama adına yapıyor. Bu yalanın adı aynı amerika’nın uygulamasında neyse, buradaki uygulamada hep aynıdır, biz terörle mücadele ediyoruz. Bu ek protokol bizim için uygulanamaz.
Devletin aldığı esirler…
Devlet savaş tarafı kabul etmediği için karşı tarafa, esir statüsü ve bunun hukukunu uygulamamaktadır. Alınan tutsaklara her türlü keyfilik açıktır. Diyarbakır zindanı uygulmalarından bugun artık herkes haberdardır. 12 aralığı cezaevi katliamını kim unutabilir.. Bügün ise tüm hapishaneler neredeyse toplama kampına dönüştürüldü. İç yasalar tamamen keyfiyete kalmış, hatta yasalar o baskıyı, tecriti yapmaya yeterli degilse, yeni düzenlemelere gidebiliyorlar. Uluslararası kamuoyu bölge rantı uğruna her şeyi hoş görüyle karşılıyor. Devlette elinden geleni ardına koymuyor açıkcası, sadece iki senenin bilançosu bile dehset verci, onbinlerce insan gözaltına alındı, binlercesi komik gerekçelerle tutsak edildi. haklarını yemeyelim bunca hummalı çalışmanın sonucunda özel yetkili savcılar büşra hoca’yı örgüt yöneticisi olarak Ragıp abiyi ise örgüte eleman kazandırıyor diye ortaya çıkarmışlardır, İşte KCK’de bu oluyor bu az iş mi.
Tüm hapishanelerde daha cok yakın zamanda a)tutsaklara dönük tecrit b)süren operasyonların durdurulması c)imralı üzerindeki özel uygulamalı tecrit d) tutsakların bırakılması için, açlık grevleri bulunmaktaydı. 15 Şubat 2012 tarihinde başlayan açlık grevleri, Avrupa ve türkiye kamuoyunda belli duyarlılığın oluşması sonrası şimdilik denilerek, açlık grevlerini 20- 04- 2012 bitirdiklerini söylediler. Bırakın Türk Hükümetini Avrupa parlementosunun göbeğinde destek için vucudunu ölüme yatıranları AP ve CPT(Avrupa İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi) 41. gününde farketti. buna başkaca bir laf söylenebilir mi
Devletin PKK’nin eline geçen mensupları için davranışı…
Peki devlet bu iç savaş gereği karşı tarafa hasımlık güdüyor, kötü davranış ve muameleyi normal görüyor, ya PKK’nin eline geçen kendi mensubu ile ilgili tutumu nedir
Burjuva-kapitalist devlet aygıtı için bir kendi savaşlarınını yücelten, onun için ölüp-öldüren iyi çocukları vardır, birde her ne sebeble olursa olsun savaşın karşısında duran kötü çocukları vardır. İyi çocukları herkes bilir, ama kötü çocuklar kimler mi; kürt yurtseverleri, devrimciler, anarşistler, cevreciler, vicdani ret ve savaş karşıtları, LGBT cevresi. vs kısaca yani bizleriz..
Tüm çabaları ise bu savaş ekonomi politiğin kendilerinden yana sonsuza dek, sürüp gitmesidir, tüm toplum organizasyonu buna göre ayarlanmıştır. Bitmeyen savaş her kısır döngü gibi, sadece kendisini üretir, bu savaş da öyle; biz çocuktuk ve anti kahramanları seyrederek ve oyun modellerimiz olarak büyüdük. Çok sonra öğrendik ki o günlerde bizim kahramanlarımız bulunduğumuz ilçe bafra’da onlarca insanı katleteden katillermiş, biz hep yanlış kahramanlara bağlandık, western filmlerde amerikan yerlilerini katleden kovboylara bağlanmamız gibi, fakat bugün daha sağlıklı baktığımda, sistemli bir modelleme olduğunu görüyorum. Seksen öncesinin anti kahramanları, doksanlı yılların katillerini mayaladı, mutlaka 90 yılların katilerinede o dönemde bir ara sokakta, onu model alacak, kahramanlaştıracak bir çocuk günümüze katilliğine mayalanmıştır
Bende o kötü çocukların arasına karışı vermiştim
Devam edersek arıza veripte savaşta, ne ölebilmiştik, ne gazi olabilmiştik, onlar için savaşıp PKK nin eline esir düşmüştük. Savaş egemenleri böylesi bir sapmayı kabullenemezlerdi. Yukarıda anlattığımız gibi, savaş kişiliğini oturtmak için o kadar çaba sarf ettikten sonra arızalara rıza gösteremezlerdi. Bizim esir alınmamızdan günümüze kadar ayrımsız esirler ile ilgili siyasilerin görüşü aynen şöyle;
Bizim esir alındığımız dönem Mesut Yılmaz “Bu askerler PKK ile kaçtı.” demişti ve Yaşar okuyan ise “neden askerleri kurtarmaya çalışıyorsunuz” milletvekili Fethullah Erbaş kampa esirleri almaya geldiği için vatan haini ilan edilmişti. hatta kendi arkadaşları bile arkasında duramamıştı.
Dağlıca karakolunda esir alınan askerler için M. Ali sahin “Öncelikle askerlerimizin, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının herhangi birinin ya da bir bölümünün bölücü terör örgütünün eline geçmiş olmasından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak büyük üzüntü duyduğumu belirtmeliyim. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiçbir mensubu böyle bir duruma düşmemeliydi. Dolayısıyla kendilerinin kurtulmuş olmasından fazla bir sevinç duyamadığımı ifade etmek istiyorum.”
Dağlıca taburu komutanı ne diyor “Bilseydim o esirleri topculara hedef gösterirdim. Sonunda çok pişman oldum ama. Mesela havan, top niye attırmadık ki oraya.”(onur dirik) Bu tavır kesinlikle devlet tavrı, silvanı hatırlayın, esir askerlere zarar vermeme adına gerillanın çağrılarına rağmen operasyonu hatırlayın, sonra aynısı benim olayımda da görmekteyiz nerede olduğum biline biline kaç defa ölümden kurrtulduğumu size tarif edemem
Hafızam yanıtmıyorsa beni DTP’li milletvekilleri Aysel Tuğluk, Fatma Kurtulan ve Osman Özçelik’e de savcılık soruşturması başlatıldı, “vatana ihanet”, “silah bırakmak”, “terör propagandası yapmak”, “bölücülük” vs. suçlamalarıyla yargılanmaları istendi. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ise DTP’li milletvekilleri ve Güney Kürdistan Hükümeti’ni hedefe çakarak, “suç üstü yakalandılar” diyor bu ne demekse, buyur senin elini kolunu bağlayan mı var, senin yapmam gereken görevi binbir zorlukla yerine getirmeye çalışanlara yapmadığını bırakmıyorsun, basın’da boş durmuyor, Hürriyet gazetesi manşetine esir askerlerin “kahreden fotoğraflar”ından sonra, teslim edilmelerini belgeleyen “çıldırtan fotoğraflar gibi soven savaş taşeronu baslıklara hükümetin sesine katılıyordu.
Çok garip değil mi, İsrailli asker şalit’in bırakılması için gönüllü olurken hükümet, burada kendi esir düşen mensublarına bakışlarını görüyorsunuz, Basında ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek oraya gider misali, sorgusuz sualsiz pesine takılıp hükümetin kim tutar seni deniliyor. Şalit kurtarılmasın demiyorum yanlış anlaşılmasın fakat insan eğri oturup düzgün bakmak durumunda, burada bunu yapıyorsun kahramanım, surada da bizim çoçuklar var, birde oraya el versen denmez mi. Eyhat biliyoruz ki bunlar birbirini taşlamaz, gerekirse görmezden gelirler, anneler yine doğurur, yine ölüme gönderir çocuklarını, “One Minute” diyecek böylesi kahraman kaç defa dünyaya gelir değil mi, varsın buraya gözlerini kapasın
kaldığımız yerden devam edeceğim, fakat sessiz sedasız gazetelere yansıyan israilli askerin alınması için uğraşan bir kurum daha vardı. Irkçı-soven çite takılıp kalanlara iyi bir örnek teşkil edecek kurum. türk kızılayı
Kızılay 1877’de “Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti”, 1923’de “Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti”, 1935’te “Türkiye Kızılay Cemiyeti”, 1947’de “Türkiye Kızılay Derneği” adını almıştır.
kızılay resmi sitesinde “Kızılay, Uluslararası Kızılay-Kızılhaç Topluluğu’nun temel ilkelerini paylaşır. Bunlar; insanlık, ayrım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik ilkeleridir. aynen böyle demektedir
Hükümetle İsrail’li askerin kurtarılması için görüşmelere aynı zamanda Kızılay’ın da katıldığı gazetelerde yer aldı, biz de unuttuğumuz bir şeyi hatırladık, kızılay’ın tüzügündeki 7. maddesi f fıkrası aynen şunu diyor ‘Türk dost ve düşman savaş esirleri ile gözaltına alınanlarla, sığınmacı veya mültecilerin değiştirilmesine, aileleriyle haberleşmelerine, kayıpların aranmasına ve bu kişilere ait para, eşya ve diğer kıymetli evrakın ulaştırılmasına aracılık etmek ve bu hizmetleri yürütmek amacıyla gerekli haberleşme sistemleri ve birimleri oluşturmak.’ “(Türkkızılay sitesi)
Bildiğim kadarıyla bağımsız bir kuruluş olan kızılay neden bu zamanana kadar, yani PKK’nin 9 esir alma ve 38 zannederim esir olayında herhangi bir çalıma yapmamıştır, Devlete gelince Onbinlerce PKK tutsağı vardır, Kızılay bu tutsaklarla ilgili hiç bir çalışma yürütmüş müdür. yürütmemişse neden yürütmemiştir. Bu sorulara cevap aramak gerekiyor, tüzügünün bir çok yerinde tarafsızlıktan söz eden ve cenevre protokolu gereği hareket ettiğini söyleyen bir kurumun düştüğü durum bize kendi gerçeğimizide gösteriyor. İç savaşın en masumane bir kurumu bile neye çevirdiğini görüyoruz.
Irkçı-soven, sosyal soven yaklaşımı en iyi ortaya çıkarabileceğiniz yol, kendi içinizdeki sorunlara bu anlayışların gösterdikleri tepkilerde ya da tepkisizlikte görebilmekteyiz. Bakınız kendini ne diye nitelerse nitelesin, tüzügünde ne kadar tarafsızlık sözcüklerini dizerse dizsin, başkalarına kurtarıcı olurken, burada ırkçı-soven çite takılıp kalır o süslü sözler.
Onların değişiyle burjuva devlet bekası olunca, bir bir dökülür ırkçı-soven çitin sakinleri, bu günlerde bir birleriyle yarış halinde savaş severlik sevdasına kapılmış açıklamlar yapmaktadırlar
bunlara örnek cem vakfı ve diyanet işleri baskanlığı ve devam eden bir çok kurumu sayabiliriz
Devam edecek olursak;
Kötü çoçuklarlardan esir düşen askerlere standart uygulama kendimden biliyorum, ve aynı yöntemle dağlıcada alınan esir askerlerde vurulmaya çalışıldı, söylem şu zaten örgüt üyesiymiş, örgüt sempatizanıymış, örgütün yan kollarında çalışıyormuş deniliyor ve bu söylem her seferinde aynı şekilde çıkarılıyor. Bu haberlerin anlatmak istediği açık “örgütle bağlantısı olmasa esir düşmek mi, bizim memedçik mi asla, “dünyalı degildir oysa memed, herkes her şeyi yapabilir memed asla, ve en güzel başardığı şey ise sorgusuz ölmektir, bu bir pisikolojik savaş metodu olarak uygulanır ve inanın partiler üstü nadir konulardan biridir.
Ben PKK’nin elinde esirken söylenmeyen kalmadı. soru: “Bu askerler PKK ile kaçtı.” cevap: Kardeşim nasıl bilerek kaçacağız, benim bilme düzeyim dediğiniz noktaya ulaşsa orada ne işim var, hemde tırnak içerisinde serde karadenizli olmak varken. soru: Esrarkeş bunlar kardeşim bunları mı almaya gidiyorsun cevap: Bu benim için bir televizyon programcısı tarafından söylenmişti. Kara propaganda bu kadar yapılır doğrusu, o döneme kadar ağzıma sigara almamışım Tehtit: Ankara’da bir subay babama siz rum’mussunuz bu işlerle uğraşmayın başınıza kötü şeyler gelir cevap: Valla sayenizde öğrendik rumluğumuzu, yeni kuşaklara gelinceye kadar, Karadenizi öyle bir hale sokmuşsunuz ki; Samsun bafralıyım şu an Ogün’ün memleketi kadar tehlikeli bir yer, bizimde abilerimiz vardı ogün’ün abileri gibi, yanlış bağlandığımız katiller oldu. Onların silahları, söylem modelemesi kendiliğinden mi ortaya çıktı. Tabii ki hayır senin için gerekli olan zemini bizzat sen hazırladın, her seyi ters yüz ettin orada. Sayende zorunlu askerliğe gelip yaşadığım olaylardan sonra ne olduğumuzu ne tür bir savaşımın içine itildiğimizi anladık. O zamana kadar türk hariç tüm halklar dilimze küfürden başka bir anlama ifade etmiyordu
Biz hem gerçek yaşamda hemde filmlerde bile yanlış kahramanlara bağlandık hemde hiç sorgulamadan. Sonradan bir çok şeyle yüzleşecektik, kovboyların işgalci-sömürgeci aç gözlü doymaz beyazlardan oluştuğunu, yerlileri nasıl katlettiği gerçeğiyle ve gerçek yaşamdada o gün örnek aldığımız abilerimizin çoğu, buranın yerlileri ve zencilerinin(devrimci-alevi-kürt ve diger farklılıklar) katili olduğu gibi. Bizim geçmiş ile günümüz baglantısına dair tek kalan şey katillik duygusu türk hariç her şeye karşın, bundan dolayı savaşa gelmek için askerlik şübesinde gönüllü komando oldum. Böyle de bir rum’luğumuz mevcut, ne olacak şimdi tüm sorularınız bu arızayı gidermeye yetmiyor mu. Bunu da artık kabul edecek sineye çekeceksiniz. Birde örgüt üyeliği ve bizim orada kürt köyü var oralara kadar soruşturmalar. Bu durumun kaynağına inmek istiyorlar, yaşam sadece propaganda ile ilerlemediğini çok iyi biliyorlar. Bu ‘arıza’ sözcüğünü biliçli kullanıyorum, çünkü rakam ve istatistik değer dışında onların gözünde bir değerimizin olmadığını yaşayarak öğrendim. Bu arızayı gidermek için, tam bir bilim adamı titizliğinde çalışma yürütülüyor. biz nerede yanlış yaptık, bunlarda insani yan kalmış olabilir. Hadi bu durum gerçekleşti, bunun yaygınlaşmaması için önlem şart, işte yukarıdaki söylemler, modellemeler bunun için gerçekleştiriliyor, fakat yetmez gösterişli şekilde yargılayıp mahkum edip içeriye atmalıyız ki, aynı örneklerle karşı karşıya gelmeyelim.
Unutmadan: birde geldikten sonra yaşadıklarım varki, sorgulama sırasında işkence, yargılama sırasında hakimin bana küfretmesi ve hakaret edip tehtid etmesi, ve hapishane süreci, bugun bile o yaşadıklarımdan irkiliyorum, yattığım askeri hapishane senelerce kabuslu uyanmalarım oldu. Kaba dayaktan tutunda, bir çok işkence yapıldı. Hemde tırnak içerisinde “vatan hainliği” tadında, iş ocaklarında işkenceye tabii tutuldum, permatikli su çekme cezasından tutunda, istiklal marşlı zorunlu ayakların patlayıncaya kadar yürütmeler. Kararları kesindi, gördüklerimize, yaşadıklarımıza bizi bin pişman etmekti. Birde kardeşim bu kadar olmaz ki sen annelere savaşa oğlunuzu göndermeyin diyorsun, bu fatura az diye düşündüler diye düşünüyorum. Sonrasında savaş birliği olan komando tugayına geri gönderildim. Aynı birliğe verildim önce, orada tabur komutanı buradan bir an önce hayati sorunlarım var deyip gideceksin yoksa seni öldüreceğim dedi, küfür, aşagılama, daha bir çok şey, dedim orada öleceğim. Bugün Sevag Balıkçı, Uğur Kantar ve birde binlerce(7) süpheli ölümü düşündüğümde o dönem iyi tüm bunları bu kadar badireyle atlatmışım diyorum. Neyse bir süre sonra oradan aldılar o kadar saldırının yeterli olduğunu düşünüp taburdan alıp karargah bölüğüne verdiler. Çoğu kez dışarıya tek başıma çıkamıyordum bir kaç asker eşliğinde çıkıyordum. 15 ayı tamamlayıncaya kadar orada rehine gibi kaldım. Tüm bunların nasıl üstesinden geldiğimi düşünüyorsanız bazen buna ben bile şaşırıyorum açıkcası
Bu günlerde Ramazan Yüce’nin de örgüt propagandasından açılmış olan mahkemesi sonuçlandı. Yüce bu davadan 15 ay ceza aldı. bunu da belirtelim. Ben ben iken Karadenizin o şoven ruhunu taşıyan halde iken bile, bölgede savaşın ne demek olduğunu gördükten sonra yürüttüğünüz savaşı sorgulayabilecek düzeye gelebilmişsem, Yüce’ye şu söylenebilir mi hemde ora insanı olduğunu bile bile, bu savaşı artık kürt illerinde sorgulamayan birey var mıdır ki, sen kardeşim savaşı sorguluyorsun, beni sorguluyorsun seni içeriye alıyorum denilebilir mi. Bu tutum ne hukuki ne de meşrudur derhal Ramazan yüce serbest bırakılmalıdır, diğer askerlerle ilgili soruşturmalarda durdurulmalıdır.
Devlet orada tamamen iflas etmiştir, aslında şu sorular gelebilir savaş ve rant üzerine kurulu bir sistem her şeyi, tüm ilişkilerimizi bu belirlerken iflas ettiğini söyleyebiliyorsun, şunun için diyorum elbette eğer karşısında direnişi, yani varlığını devam ettirecek örgütlenmeyide önlüyorsa bu işe yarar yoksa, senin sürdürdürğün politikalar, orada bir zayıflatmayı gerilemeyi getirmiyorsa, hatta hatta günden güne orada sömürgecilik istenmeyecek düzeye geliyorsa, adeta orada istenmeyen devlet törenine dönüşmüşse artık, işte iflas etmesi bu yüzdendir. Sistemin bataklığı yumuşak karnı tam burasıdır, burada sistem çürümeye yüz tutmuş de gaulle’ını arayan fransa gibidir fakat burada olmayan, bu futursuzca saldırıları bu yüzdendir
PKK’nin esirlere yaklaşımı ve PKK’ye esir düşme….
PKK devletin aksine, 95 senesinden bu yana, cenevre sözleşmesine taraf olduğunu açıklamıştır. Gereğini yerine getireceğini açıklamıştır. tek taraflı olarak, Birleşmiş Devletler (BM) tarafından desteklenen Cenevre Çağrısı Örgütü ile ‘anti personel mayınları yasaklama’ anlaşması imzalamıştır. Bu kısa bilgiyi paylaştıktan sonra bu konuda uzun olmasına rağmen PKK'nin 1990 ile 25 şubat 2013 tarihini kapsayan dönemde esir aldığı aldığı kişiler ile ilgili  İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ ARŞİV ve DOKÜMANTASYON BİRİMİ'nin hazırladığı raporu daha nesnel olması nedeniyle sizlerle paylasıyorum
1990 - 2012 PKK MİLİTANLARI TARAFINDAN ALIKONULANLAR RAPOR

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ DİYARBAKIR ŞUBESİ 

1990 - 2012 PKK MİLİTANLARI TARAFINDAN ALIKONULANLAR RAPOR 

24 HAZİRAN 2012 (25 Şubat 2013 tarihinde güncellenmiştir

SAVAŞ ESİRLERİ TANIMI
Savaş tutsağı ya da savaş esiri, savaş sırasında karşı tarafça yakalanan ya da hapsedilen kişidir. Dar anlamda düzenli ordu mensupları için kullanılan savaş tutsağı terimi, daha geniş bir tanımla gerillaları, düşmana karşı açıkça silaha sarılan sivilleri ve bir askeri güçle bağlantılı silahsız kişileri de kapsar. Savaş tarihinin ilk dönemlerinde, yenilen taraf savaş alanında hemen öldürülürdü. Yenilen kabile ya da halkın kadınları, çocukları ve yaşlıları genellikle benzer biçimde ortadan kaldırılır, bazen de köleleştirilirdi.
Savaş kuralları değiştikçe, tutsaklara karşı davranışlar da değişti. Düşman askerlerini köleleştirme uygulaması Avrupa’da daha ortaçağda gerilemeye yüz tuttu. Ama tutsakları fidye karşılığında serbest bırakma yöntemi yaygın olarak 17. yüzyıla değin sürdü. Sivilleri tutsak alma gereksiz bir yük ve haksız bir uygulama olarak görülmeye başlandı. Paralı asker kullanımının yaygınlaşması da tutsaklar için daha hoşgörülü bir ortam yarattı. Çünkü her savaşın galibi bir sonraki savaşta yenilebileceğini biliyordu.
16. ve 17. yüzyıl başlarında bazı Avrupalı siyaset ve hukuk felsefecileri genel olarak savaş kuralları ve tutsaklık üzerine daha insancıl yaklaşımları öne sürdüler. Savaşla anlaşmazlığı çözmek için gerekenin ötesinde can ve mal kaybından kaçınma düşüncesi giderek daha çok yandaş buldu. Tutsakları fidyesiz olarak serbest bırakmayı öngören Vestfalya Antlaşması (1648), savaş tutsaklarının köleleştirme uygulamasını sona erdiren bir dönüm noktası oldu.
Batı dünyasında 19. yüzyıl ortalarında savaş tutsaklarına ilişkin belirli ilkeler benimsendi. Ama Amerikan İç Savaşı (1861-1865) ve Fransız-Alman Savaşı’nda (1870-1871) bu ilkelere pek uyulmadı.1899'da ve 1907'de Lahey'de toplanan uluslararası konferanslar, uluslararası hukukta kısmen tanınan bir dizi düzenleme getirdi. Savaş tutsaklarının sayısının milyona vardığı I. Dünya Savaşı'nda iki taraf da birçok kez birbirini kurallara uymamakla suçladı. Savaştan hemen sonra Cenevre'de yürütülen görüşmeler 1929'da savaş tutsaklarına ilişkin bir sözleşmenin hazırlanmasıyla noktalandı. Fransa, Almanya, Birleşik Krallık, ABD ve daha birçok ülkenin imzaladığı sözleşme, Japonya ve SSCB tarafından kabul edilmedi.
II. Dünya Savaşı’nda milyonlarca kişi tutsak düştü. Avrupa ve Kuzey Afrika'da tutsaklara davranışta genellikle Cenevre Sözleşmesi'ne uyulurken, özellikle Nazi kamplarında ve Uzakdoğu’da barbarlığa varan uygulamalar görüldü. II. Dünya Savaşı'ndan sonra yine Cenevre'de imzalanan 1949 tarihli sözleşmeyle, tutsakların savaş alanının dışına çıkarılması ve kimliklerini koruyacak biçimde insanca davranış görmesi ilkeleri bir kez daha vurgulandı. Savaş tutsağı terimi milis kuvvetleri, gönüllüler, düzensiz gruplar ve direniş hareketi üyeleri ile savaş muhabirleri, sivil malzeme müteahhitleri ve işçi birimleri gibi silahlı kuvvetlere eşlik eden kişileri de kapsayacak biçimde genişletildi. Cenevre Savaş Esirleri Sözleşmesi'ne göre bir ülkenin silahlı kuvvetlerine mensup kişileri ile bir ülkenin silahlı kuvvetlerine bağlılık duyarak silaha sarılmış kişilerin, ele geçirildiklerinde tabi oldukları uluslararası sözleşmeler ile garanti altına alınmış durumdur.
Uluslararasında ya da bir devlet ile ona karşı açıkça örgütlenmiş, silahlarını açıkta taşıyan, aynı üniforma ya da işaretleri taşıyan kişilerden oluşan milisler arasındaki uluslararası ya da iç savaşlara ya da silahlı çatışmalara uygulanır ve bu çatışmalara karışan kişiler ele geçirildiklerinde savaş esirleri sayılmak durumundadırlar.
1976 yılında bu sözleşmeye eklenen iki ek protokolden ikincisi iç savaşlara ilişkindir ama bunlar terörist gruplarla savaşan statüsü ya da savaş esiri statüsü verir şekilde yorumlanamaz. Bir devlet, kendisine veya vatandaşlarına yönelik terörist eylem gerçekleştirmiş kişileri, hangi devletin vatandaşı olursa olsun yargılayabilir ve cezalandırabilir. Ancak, kendi iç hukuku ne derse desin, bunu yaparken uyması gereken evrensel nitelikli normlar vardır ki bunlar arasında insani muamele ve adil yargılanma hakkı en başta gelenlerdendir.
Cenevre Sözleşmesi’yle savaş tutsaklarına sağlanan haklar, tutsak oldukları sürece uygulanır. Tutsaklar ülkelerine iade edilebilirler ya da koruma için tarafsız bir ülkeye gönderilebilirler. Savaşın sonunda, hakkında dava açılan ya da aldıkları cezayı çekmekte olanlar dışında, bütün tutsaklar bırakılır ve gecikmeksizin ülkelerine iade edilirler.
CENEVRE SÖZLEŞMELERİ
Cenevre sözleşmeleri ya da Cenevre Konvansiyonları, İsviçre'nin Cenevre şehrinde yapılmış dört antlaşmadır. Uluslararası hukukta insan hakları üzerine yapılmış ve 1949 yılında imzalanmış önemli sözleşmelerdendir ve uluslararası olan veya olmayan çatışma durumlarında silahlı güçler ve insani yardım örgütleri tarafından uyulması beklenen standartları belirler. 1859 yılında Solferino Savaşı’nda yaşanan vahşete şahit olarak etkilenen Jean Henry Dunant'ın çabaları sonucunda oluşmuştur. Silahlı çatışma hukuku veya harp hukuku olarak da bilinen uluslararası insancıl hukukun temel kaynağıdır.
Sözleşmeler ve konuları şu şekildedir:
Birinci Cenevre Sözleşmesi; harp halindeki silahlı kuvvetlerin hasta ve yaralılarının vaziyetlerinin ıslahına ilişkin sözleşme.
İkinci Cenevre Sözleşmesi; silahlı kuvvetlerin denizdeki hasta, yaralı ve kazazedelerinin vaziyetlerinin ıslahına ilişkin sözleşme.
Üçüncü Cenevre Sözleşmesi; harp esirlerine yapılacak muameleye ilişkin sözleşme.
Dördüncü Cenevre Sözleşmesi; harp zamanında sivillerin korunmasına ilişkin sözleşme.
Ayrıca 8 Haziran1977 tarihli, 1949 Cenevre Sözleşmelerine ek; I sayılı Uluslararası Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunması Protokolü ve II Sayılı Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunması Protokollerini de bu sözleşmelerin bir parçası olarak görmek gerekir.
Cenevre sözleşmelerinin tarihçesi:
İnsanlar arasında yapılan harp, muharip olsun veya olmasın, onları bir takım felâketlere maraz bırakır. Muharipler hastalanırlar, yaralanırlar ve harp esiri olarak düşmanın eline geçerler. Harp esnasındaki işgaller dolayısıyla sivil halk, düşman devletin nüfuz ve idaresine tâbi olmak zorunda kalırlar, vatani unsurlarla muhalif hareketlere pasif bir şekilde seyirci kalmak durumuna düşerler. Maddi zararlara, manevî ıstıraplara uğrarlar.
Harp yapanların ve yapmayanların bu türlü durumlarda uğradıkları felâket ve ıstırapları hafifletmek ve onların insanlık şeref ve haysiyetlerini korumak maksadıyla, milletlerarası alanda tedbirler alınması ve harp hukukunun böylece daha insanî bir şekle sokulması öteden beri, milletlerce gerçekleşmesi istenilen bir gaye sayılmakta idi. İlk önce, İsviçre hükümetinin teşebbüsü ile 1864 senesinde Cenevre’de milletlerarası bir konferans düzenlenerek, harp meydanlarında yaralananlara ve onlara yapılacak sıhhî yardımlara ait bir sözleşme imzalandı. "Cenevre sözleşmesi" denilen bu anlaşmaya sonradan bütün dünya devletleri iştirak etti. Aynı tarihte Cenevre'de Milletlerarası Kızılhaç müessesesi de kuruldu.
Cenevre sözleşmesinin uygulaması sırasında görülmüş olan boşlukları doldurmak ve tecrübelerin gerekli gösterdiği değişiklikleri yapmak maksadıyla yine İsviçre Hükümetinin teşebbüsü üzerine 1906’da yeni bir diplomatik konferans toplandı. Bu konferans sonunda ve 6 Temmuz 1906’da imzalanan sözleşme, eski sözleşmenin yerine geçti.
1929’da Cenevre’de toplanan üçüncü bir diplomatik konferans, 1906 sözleşmesinde yeni şartların gerektirdiği değişiklikleri yaptı. İkinci Dünya Savaşı, bu sözleşmenin de değişikliğe muhtaç olduğunu meydana koymuş bulunduğundan, daha önce başlamış olan hazırlıkların tamamlanması üzerine, tekrar İsviçre Hükümetinin teşebbüsü ile Cenevre’de yeni bir diplomatik konferans toplandı. 21 Nisan 1949 da çalışmalarına başlayan konferans, 12 Ağustos 1949’da yukarıda işaret ettiğimiz dört sözleşmenin imzalanmasıyla ve tam bir başarı ile sona erdi.
9 Aralık 1949’da bütün dünya devletleri tarafından imzalanmış bulunan ve iki tasdik vesikasının düzenlenmesinden altı ay sonra yürürlüğe girecek olan Cenevre sözleşmeleri, bugünkü savaş hukukunun temellerini teşkil etmektedir.
TÜRKİYE’DE ÇATIŞMALI SÜREÇ ve PKK’NİN ALIKOYMA EYLEMLERİ:
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşanan çatışmalı süreç 1984 yılında başladı. Kürdistan İşçi Partisi (Partîya Karkerên Kurdistan-PKK) adıyla 1978 yılında kurulan hareket, 12 Eylül askeri darbesinin etkisinin halen hissedildiği bir ortamda ülkenin doğusunda Ağustos 1984 tarihinde Eruh ve Şemdinli ilçelerine düzenlediği silahlı eylemle gerilla tarzı çatışmalı süreci başlatmış oldu.
Bu hareketin silahlı mücadeleye başlamasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölgedeki askeri etkinliği de artmaya başladı. Devlet tarafından terörist bir hareket olarak görülen PKK, bu yaklaşım nedeniyle hiçbir zaman uluslararası sözleşmeler ve kurallara tabi tutulmadı. İHD olarak daha önce hazırladığımız Kimyasal Silah Kullanımı Raporu ve Toplu Mezarlar Raporu’nda da görüleceği üzere, bölgede baş gösteren çatışmalı süreçte devlet hiçbir savaş hukukunu tanımadı. Tabi bu durum insan hakları örgütlerinin yakın takibine alındı. Bölgede yaşanan ölümlü olaylar ve hak ihlalleri, her fırsatta kamuoyunun gündemine getirilerek duyarlılık yaratılmaya çalışıldı.
Türkiye Devleti’nin aksine çatışmaların diğer tarafı olan PKK, her fırsatta uluslar arası anlaşmalar ve savaş hukukuna bağlı olduğunu deklere etti. Hatta uluslar arası çapta bazı sözleşmeleri de resmen imzaladı. PKK’nin taraf olduğunu ilan ettiği sözleşmelerden biri de Cenevre Sözleşmesi’dir. Her ne kadar resmen tanınan bir taraf olmasa da PKK, sürekli olarak Savaş Esirlerinin Korunması ilkelerini uyguladığını açıklamıştır.
Hazırladığımız bu rapor, bugüne kadar üzerinde durulmayan, ciddi bir araştırılmaya tabi tutulmayan bir konudur. 90’lı yıllardan günümüze sürekli olarak kamuoyu gündemine gelse de bugüne kadar üzerinde kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Sürekli olarak kamuoyunda bilinen belli bazı alıkoyma olayları gündeme getirilirken, PKK’nin 22 yıl içerisinde kaç kişiyi alıkoyduğu ve bunların akıbeti konusunda net bir bilgimiz bulunmamaktadır. Yaptığımız bu araştırma raporuyla kamuoyuna bu konuda daha açık ve güvenilir bilgiler sunmayı hedefledik. Bu nedenle bizim açımızdan önemli bir rapordur. Ayrıca bu araştırmayla her ne kadar devlet tarafından taraf olarak tanınmasa da, PKK’nin savaş hukukunu işletip işletmediği konusunda fikir edinmeyi amaçladık. Ulaştığımız önemli bir sonuç da buydu. Gerek, güvenlik güçleri olsun, gerekse devletin diğer birimleri veya yabancı uyruklu turistler olsun, her alıkonulan kişinin bir süre sonra serbest bırakıldığını görmekteyiz. Bu da biz insan hakları savunucularını sevindiren bir husustur.
PKK’nin Alıkoyma Eylemleri:
Son günlerde özellikle 2011 ve 2012 yılları içerisinde PKK militanları tarafından alıkonulanlar, gündemdeki yerini korurken, PKK’nin elinde halen 5 asker, 1 polis, 1 kaymakam, 1 siyasetçi bulunuyor. 1998 yılından sonra alıkoyma eylemlerine uzun süre ara veren PKK, 2000’li yıllarda çok kapsamlı olmasa da bu tür eylemler gerçekleştirmiştir. Ancak PKK’nin alıkoyma eylemlerinin gündeme geldiği dönem ise son bir buçuk yıllık süreç oldu. Geçtiğimiz yıl aralarında asker, polis ve kaymakamın da olduğu devlet görevlilerinin yol kontrolleri sırasında alıkonmaları, kamuoyunda ciddi yankı yaratırken, içinde bulunduğumuz 2012 yılında da bu tarz eylemler devam etmiştir.
Ancak, gerçekleşen bu alıkoyma eylemleri kamuoyunda geniş yankı yaratırken, devlet yetkilileri, yapılan tüm çağrılara rağmen, alıkonulanların bırakılması konusundaki duyarsızlığını korudu. Nitekim, daha önce 2007 yılında Hakkari’de Dağlıca (Oremar) Taburu’na yönelik gerçekleştirilen eylemde alıkonulan 8 asker için dönemin Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in “keşke ölselerdi” şeklindeki beyanı, hem Genelkurmay’ın, hem de bir bütün olarak devlet yetkililerinin görüşünü yansıtır niteliktedir. Bu duyarsızlık, kamuoyunda tepkilere neden olurken, alıkonulanların aileleri de bu duyarsızlığa tepki göstermiştir.
RAPORUN DEĞERLENDİRMESİ VE ANALİZ:
Raporumuzda 1990 yılından günümüze gerçekleşen PKK’nin alıkoyma eylemleri ayrıntılı bir şekilde yer alıyor.
Rapora göre gerçekleşen alıkoyma eylemlerinde güvenlik güçlerine yönelik yapılanlar ön plana çıkıyor. Bu eylemlerin ilki 5 Ağustos 1991 tarihinde gerçekleşti. Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Samanlı Jandarma Karakolu’na baskın düzenleyen PKK’liler, eylem sonrası 7 askeri alıkoydu. Askerler alıkonulduktan 43 gün sonra Zagros Dağları’nda kendilerini görüntüleyen bir grup gazeteciye teslim edilerek serbest bırakıldı.
Son olarak 9 Temmuz 2011 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi yakınlarında Diyarbakır- Bingöl Karayolu’nun 65. kilometresinde gerçekleşen eylemde HPG'liler bir süre kimlik kontrolü yaptıktan sonra Lice 2. Mekanizma Tugay Komutanlığı'nda görev yapan Astsubay Abdullah Söpçeler, Uzman Çavuş Zihni Koç ve Bingöl'ün Genç ilçesinde çalışan Sağlık Memuru Aytekin Turhan Uz’u alıkoydu.
Alıkonulanlardan Sağlık Memuru Aytekin Turhan Uz 16 Eylül 2011 tarihinde serbest bırakılırken, iki asker halen PKK’nin elinde bulunuyor. Yine 12 Ağustos 2011 tarihinde Diyarbakır Muş Karayolu’nda alıkonulan Kaymakam adayı Kenan Erenoğlu, 9 Eylül 2011 tarihinde Van’ın Çatak İlçesi’nde alıkonulan polis memuru Nadir Özgen, 1 Ekim 2011 tarihinde Şırnak merkezde alıkonulan Uzman Çavuş Kemal Ekinci, 6 Ağustos 2012 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi yakınlarında alıkonulan 3 asker halen PKK’lilerin elinde.
Raporumuzda yer alan verilere göre, PKK’nin gerçekleştirdiği en önemli alıkoyma eylemlerinin arasında turistlere yönelik eylemler geliyor. İlki 1991 yılında gerçekleşen ve 15 Alman turistin alıkonulduğu eylem o dönem dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı.
Özellikle Avrupa ülkelerinde büyük etki yaratan bu alıkoymalar, Kürt sorununun kısa sürede dünya ülkelerinde tartışılmaya başlamasına neden olmuştu. Bu arada PKK’nin serbest bıraktığı bazı turistlerin serbest bırakıldıktan sonra devlet tarafından haklarında dava açılarak, yargılanmaları da dikkat çeken bir olgu oldu. Her ne kadar turistik geziler amacıyla bölgede bulundukları belirtilse de alıkonulan çoğu turist ajanlıkla suçlandı.
Raporda, yine çoğu askeri inşaatlarda çalışan veya baraj, yol ve orman alanında çalışan işçilerin de yoğun bir şekilde alıkonulduğu görülüyor. Yine 2011 yılında 12 öğretmenin alıkonulmasıyla devlet memurlarına yönelik eylemler de dikkat çekerken, zaman zaman PKK’ye yönelik çeşitli tutumları nedeniyle sivil vatandaşların da alıkonulduğu göze çarpıyor.
Ancak bu alıkoyma eylemlerinde yine en önemlilerinden biri siyasetçilere yönelik yapılanlar olduğu görülüyor. Son olarak AKP’li il ve ilçe başkanlarını alıkoyan PKK’nin buna benzer eylemleri 90’lı yıllarda yoğun bir şekilde gerçekleştirdiği görülüyor.
PKK’NİN ALIKOYMA EYLEMLERİ İSTATİSTİKLERİ
ALIKONULANLAR






PKK’NİN ALIKOYMA EYLEMLERİ AYRINTILI VERİLER

*01 Nisan 1990 tarihinde Şırnak’ta bulunan Türkiye Kömür İşletmesi’ne baskın düzenleyen PKK militanları, Reşit Çapar, Kılar Üstün, Naim Batman, İsmail Gülgen ve Hakim Çakan ile isimleri öğrenilemeyen iki işçiyi yanlarına alarak bölgeden uzaklaştı.
7 işçinin daha sonra serbest bırakıldığı öğrenildi.

*01 Ağustos 1991 tarihinde Bitlis’in Tatvan İlçesi sınırları içerisinde bulunan Nemrut Dağı Krater Gölü’ne gezi amaçlı geden 15 Alman turist PKK militanları olduğu ileri sürülen 2 kişi tarafından alıkonuldu. Turistlerin konakladığı kampa baskın yapan militanların turistlerden Alman uyruklu olan 15 kişiyi ayırarak yanlarına alarak olay yerinden uzaklaştı.
15 turistten 5’i kendi imkanları ile kurtulmayı başarırken, geri kalan 10 turist de alıkonulduktan 9 gün sonra militanlar tarafından serbest bırakıldı.

*05 Ağustos 1991 tarihinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Samanlı Jandarma Karakolu’na baskın düzenleyen PKK militanları eylem sonrası 7 askeri alıkoydu.
Askerler Mehmet Çiçek, İbrahim Doğan, Hüseyin Ören, Vahit Çiftçi, M. Ali Öz, İdris Şahin ve İbrahim Kubatoğlu, 18 Ekim 1991 tarihinde götürüldükleri Zagros Dağları’nda kendilerini görüntülemek isteyen bir grup gazeteciye teslim edilerek serbest bırakıldı.

*Ağustos 1991 tarihinde Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine düzenlediği ilk sınır ötesi operasyonda meydana gelen bir çatışmada Adıyamanlı er Nurettin Demir PKK militanları tarafından esir alındı.
Nurettin Demir, 19 Ekim 1991 tarihinde daha önce Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Samanlı Karakolu’nda esir alınan 7 askerler birlikte serbest bırakıldı.

*31 Ağustos 1991 tarihinde Bingöl-Erzurum Karayolunun Karlıova İlçesi yakınlarında yol kesme eylemi yapan PKK militanları durdurdukları araçta bulunan 5 turisti alıkoydu. Karlıova İlçesi sınırlarındaki Şerafettin Dağları’na çıkarak güneşin doğuşunu izlemek isteyen turistler ABD’li Ronald Eldon W. Yatt, Marvin T. Wilson, Allen S. Roberts, İngiliz Fareth Jones Thomas ve Avusturyalı Richard M. Rivers’in yolunu Elmalı Köyü yakınlarında kesen militanlar, 5 turisti yanlarına alarak olay yerinden uzaklaştı.
Alıkonulan 5 turist 20 Eylül 1991 tarihinde serbest bırakıldı.

*16 Eylül 1991 tarihinde Bitlis’in Mutki İlçesi Çaygeçit mevkiinde Meydan Köyü’ne giden bir minibüsü durduran PKK militanı Astsubay Ömer Doğan ile köy korucuları Muzaffer Soyugüzel, Cevat Alkış ve Hüsamettin Demir’i alıkoydu.

*25 Ekim 1991 tarihinde Hakkari’nin Çınarlı ve Çayırlı köyleri arasındaki jandarma karakoluna baskın düzenleyen PKK militanları eylem sonrası jandarma erler Şenol Oral, Şeref Önder ve Eyüp Kabataş’ı alıkoydu.
Alıkonulan 3 asker, 20 Nisan 1992 tarihinde aralarında gazeteciler ve Kızılhaç Irak Temsilcilerinden Shilip Hochstrasse’nin de bulunduğu Kızılhaç ekibine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*27 Ekim 1991 tarihinde Siirt’in Pervari İlçesi Okçular Köyü karakoluna baskın düzenleyen PKK militanları, eylem sonrası jandarma er Kemal Özgenç’i yanlarına alarak olay yerinden uzaklaştı.
Kemal Özgenç, 20 Nisan 1992 tarihinde aralarında gazeteciler ve Kızılhaç Irak Temsilcilerinden Shilip Hochstrasse’nin de bulunduğu Kızılhaç ekibine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*20 Kasım 1991 tarihinde Şırnak’ın Balveren Beldesi Milli Jandarma Karakolu Komutanı olan Astsubay Yener Soylu, bir kahvehanede oturduğu sırada PKK militanı olduğu belirtilen 3 kişi tarafından alıkonuldu.
Yener Soylu, 20 Nisan 1992 tarihinde aralarında gazeteciler ve Kızılhaç Irak Temsilcilerinden Shilip Hochstrasse’nin de bulunduğu Kızılhaç ekibine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*25 Aralık 1991 Şırnak’ın Cudi Dağı eteklerinde bulunan Dereler Jandarma Bölük Komutanlığı’na yönelik bir eylem düzenleyen PKK Militanları, eylem sonrası henüz birliğe yeni atanan Asteğmen Kadir Yüksel’i de yanlarına alarak olay bölgesinden uzaklaştı.
Asteğmen Yüksel, 20 Nisan 1992 tarihinde aralarında gazeteciler ve Kızılhaç Irak Temsilcilerinden Shilip Hochstrasse’nin de bulunduğu Kızılhaç ekibine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*1992 yılında Van-Tatvan Karayolu'nun Sapur mevkiinde yol kesen bir grup PKK militanı, 50 aracı durdurup kimlik kontrolü yaptı. Yolcular arasında bulunan bir astsubay, 2 er ve 1 imam militanlar tarafından alıkonuldu.
Askerler daha sonra ailelerine teslim edildi.

*02 Aralık 1992 İzin için gittikleri İstanbul’dan bir otobüs firmasıyla Siirt’te dönen Siirt Orduevi’nde görevli erler Üzeyir Mahmut Orhan ve Şeref Karaman Diyarbakır Silvan arasında yol kesme eylemi yapan PKK militanları tarafından alıkonuldu. Aynı eylemde Bitlis’ten Antalya’daki birliğine gitmekte olan Cemal Alagöz aldı asker de militanlar tarafından alıkonuldu.
Alıkonulan 3 asker aylar sonra Diyarbakır kırsalındaki PKK kampına giden iki gazeteciye teslim edilerek serbest bırakıldı.

*Mayıs 1993 tarihinde Şırnak’ın Güçlükonak İlçesi’ne bağlı Damlarca Köyü yakınlarında 16 işçi PKK militanları tarafından alıkonuldu.
İsmet Tekbaş, Yasin Enci, Kazım Yakınbaş, Abidin Aslan, Mustafa Demir, Mehmet Aslan, Fevzi Elma, Hapri Taşkın, Sertip Enel, Ali Aktaş, Adnan Barin, Murat Yakınbaş, Hüsnü Hüsnüoğlu, Kenan Kuzucu, Nurullah Erten ve Resul Özer adlı işçiler 31 Mayıs 1993 tarihinde serbest bırakıldı.
*Temmuz 1993 tarihinde Bitlis’in Tatvan İlçesi yakınlarında İngiliz turistler Tania Miller ve David Rowbottom yol kontrolü yapan PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Turistler daha sonra serbest bırakıldı.

*24 Temmuz 1993 tarihinde Tatvan-Van Karayolu Korkulu mevkiinde yol kontrolü yapan PKK militanları durdurdukları araçların birinde bulunan Fransız turistler Michael Coudraz, Pierre Fix, Robert Abodin ve Fernand Haron ile isimleri öğrenilemeyen bir asker ve bir polisi yanlarına alarak uzaklaştı.
4 Fransız turist, 9 Ağustos 1993 tarihinde serbest bırakıldı.
*15 Ağustos 1993 tarihinde Kars Ağrı illeri arasında Alman turistler Albrecht Christoph Lehman ve Henry Butler ile Yeni Zelandalı turist Paul Thomson PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Turistler daha sonra serbest bırakıldı.

*18 Ağustos 1993 tarihinde Batman’ın Kozluk ilçesi yakınlarında gece saat 23.00 sıralarında yol kesen PKK militanları, Van'dan Mersin'e giden bir yolcu otobüsünü durdurdu. Kimlik kontrolü yapan PKK'liler, minibüste bulanan ikisi uzman çavuş 13 askeri alıkoydu. Askerler daha sonra ailelerine teslim edildi.

*Eylül 1993 tarihinde DYP Tunceli İl Başkanı Veli Yeşil PKK militanları tarafından alıkonuldu.
PKK’liler tarafından uzun süre kampta tutulan ve sorgulanan Yeşil, Ekim 1993 tarihinde serbest bırakıldı.
*09 Ekim 1993 tarihinde Erzincan-Erzurum Karayolu’nda yol kontrolü yapan PKK militanları, ABD’li Colin Patrick Starger ile Yeni Zelanda vatandaşı Douglas Ellis adlı turistleri alıkoydu.
İki turist 17 Kasım 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*17 Ekim 1993 tarihinde SHP Diyarbakır İl Başkanı Hayati Kahraman, PKK militanları tarafından evine yapılan baskın sonucu alıkonuldu.
Kahraman, 17 gün boyunca alıkonulduktan sonra 4 Kasım 1993 tarihinde serbest bırakıldı.
*17 Ekim 1993 tarihinde Erzurum’un Tekman İlçesi Belediye Başkanı İhsan Gök, PKK militanları tarafından evine yapılan baskın sonucu alıkonuldu.
Gök, 15 Kasım 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*17 Ekim 1993 tarihinde Iğdır’ın Aralık İlçesi’ne bağlı Hasanhan Köyü yakınlarında yol kesen PKK militanları, Nahçıvan Sınır Kapısı’nda görevli gümrük muhafaza memurları Muzaffer Yalçın, Bahattin Dubaş, Fethi Taşkan, Hikmet Solak, A. Rıza Bozan, Özcan Rüzgar, Ahmet Özden, Aralık PTT Memuru Rabil Turan, Aralık Mal Müdürlüğü memuru İsmet Tekin ve kuyumcu Abbas Çöllü ile isimleri öğrenilemeyen iki vatandaşı alıkoydu.
Alıkonulan vatandaşlar daha sonra serbest bırakıldı.

*28 Ekim 1993 tarihinde Erzurum’un Hınıs İlçesi SHP’li Belediye Başkanı Cafer Eren PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Eren, Kasım 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*02 Kasım 1993 tarihinde Erzurum’un Karayazı İlçesi DYP’li Belediye Başkanı Celal Şaka, evine gelen PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Celal Şaka, kaçırıldıktan birkaç gün sonra serbest bırakıldı.
*03 Kasım 1993 tarihinde Erzurum’un Karaçoban İlçesi ANAP’lı Belediye Başkanı Tacettin Aslan ile Hınıs İlçesi’ne bağlı Halilçavuş Beldesi’nin DYP’li Belediye Başkanı Kemal Peker PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Alıkonulan 2 Belediye başkanı daha sonra serbest bırakıldı.

*Şubat 1994 Siirt’in Gökçebağ Beldesi DYP’li Belediye Başkanı Bedrettin Çiçek, PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Çiçek, 28 Mart 1994 tarihinde serbest bırakıldı.

*Eylül 1994 tarihinde Şırnak’ın Uludere İlçesi Kel Mehmet Dağı’nda meydana gelen çatışmada sol gözünden yaralanan Asteğmen Mustafa Özülker, çatışma sonrası PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Asteğmen Özülker, uzun süre PKK kamplarında kaldıktan sonra tedavisinin yapılması için örgüt tarafından Hollanda’ya gönderildi.

*Aralık 1994 tarihinde Hakkâri'nin Şemdinli ilçesindeki Ortaklar Karakolu'na yaralanan İbrahim Yaylalı adlı asker, askeri birlikle irtibatı kaybetti. Uludere'ye bağlı bir köye gitmekte olan yaralı askeri bir mağarada PKK militanlarına esir düştü.Yaylalı, iki yıl sonra 8 Aralık 1996 tarihinde Refah Partisi (RP) milletvekili ve sivil toplum örgütlerinden oluşan bir heyete teslim edilerek serbest bırakıldı. Yaylalı, Türkiye’ye döndükten sonra “Örgüt propagandası yapmak” suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine konuldu.

*31 Mart 1995 tarihinde Ajans France Presse (AFP) Muhabiri Kadri Gürsel ile Reuters’in foto muhabiri Fatih Sarıbaş, Mardin’in Nusaybin İlçesi yakınlarında PKK militanları tarafından alıkonuldu. Gürsel ve Sarıbaş, 26 Nisan 1995 tarihinde serbest bırakıldı.

*Mart 1995 tarihinde DYP Hakkari Milletvekili Mustafa Zeydan’ın damadı Hamza Kesici seyahat için gittiği İran’ın Urmiye kentinde PKK militanları tarafından alıkonuldu.Kesici, Nisan 1995 tarihinde serbest bırakıldı.

*14 Haziran 1995 Hakkâri'nin Semdinli İlçesi’ne bağlı Ortaklar Jandarma Karakolu’na baskın düzenleyen PKK militanları, çatışma sonrası 5 askeri esir aldı. Erlerin isimler şunlar; İsmail Başaran, Tuncay Kavaklıoğlu, Ramazan Çelik, Mehmet Sıkılgan, Hakan Pusat.

Askerden İsmail Başaran ve Mehmet Sıkılgan Ağustos 1996 tarihinde serbest bırakılırken, Ramazan Çelik, Tuncay Kavaklıoğlu, Hakan Pusat ise 8 Aralık 1996 tarihinde Zeli Kampı’na giden RP Milletvekili Fethullah Erbaş ile aralarında İHD ve MAZLUMDER’in de bulunduğu sivil örgütlerden oluşan bir heyete teslim edilerek serbest bırakıldı.

*04 Temmuz 1995 tarihinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Aşağı Kayalar meydana gelen bir çatışmada Jandarma Çavuş Tevfik Öztürk, PKK militanları tarafından esir alındı.

Tevfik Öztürk 8 Aralık 1996 tarihinde Refah Partisi (RP) milletvekili ve sivil toplum örgütlerinden oluşan bir heyete teslim edilerek serbest bırakıldı.

*Sedat Ağca adlı asker (1995 yılında PKK tarafından alıkonulduğuna ve 8 Aralık 1996 tarihinde RP Milletvekili Fethullah Erbaş ve insan hakları kuruluşlarından oluşan heyete teslim edildiğine yönelik birçok kaynakta bilgi var ancak, olay tarihi ve yerine ilişkin yeterli bilgiye ulaşılamadı)

*Kasım 1995 Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde öğretmenlik yapan Edebiyat Öğretmeni Köksal Gümüş ile Beden Eğitimi öğretmenleri Kadri Tursun ve Hakan Güler, PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Öğretmenler daha sonra serbest bırakıldı.

*23 Eylül 1996 tarihinde Bingöl’de yol kontrolü yapan PKK militanları, durdurdukları bir otobüste, Polonya asıllı ABD vatandaşı Christopher Mrozowski, Polonyalı Magdalena Glowacka ile bir İranlı turisti alıkoydu.
Alıkonulan 3 turist 27 Eylül 1996 tarihinde serbest bırakıldı. Ancak serbest bırakılan turistler bu kez güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınarak tutuklandı. Turistler hakkında “örgüte yardım ve yataklık etmek” suçlamasıyla dava açıldı.

*1996 tarihinde Van’ın Özalp İlçesi kırsalında meydana gelen bir çatışmada Tokatlı er Alaattin Sürer, PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Er Sürer, bir süre sonra serbest bırakıldı.

*05 Ağustos 1998 tarihinde Van-Bahçesaray karayolunu kesen PKK militanları, ANAP’lı Bahçesaray Belediye Başkanı Naci Orhan’ı yanlarına alarak alıkoydu.Belediye Başkanı Orhan, 10 Ağustos 1998 tarihinde serbest bırakıldı.

*Ekim 1999 tarihinde Hakkari’nin Çukurca İlçesi Uzundere bölgesinde 6 korucu PKK militanları tarafından alıkonuldu.
6 korucu 11 Aralık 1999 tarihinde serbest bırakıldı.

*18 Temmuz 2005 tarihinde Erzincan karayolunu akşam saatlerinde kesen HGP militanı araçları durdurarak kimlik kontrolü yaptı. Kontrol sırasında izne giden sivil kıyafetli jandarma komando er Coşkun Kırandi'yi alıkoydu. Kırandi, 4 Ağustos 2005 tarihinde Dersim'in Kutu Deresi bölgesindeki Güleç Köyü kırsalında kendisini almaya giden sivil heyete teslim edildi. Kırandi'yi teslim alan İHD Bölge Temsilcisi Mihdi Perinçek, dönemin İHD Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Demirtas, Dersim Belediyesi İl Encümeni Özgür Söylemez, sanatçı Ferhat Tunç, gazeteci Umur Hozatlı ile erin teslim edilişini izleyen Doğan Haber Ajansı (DHA) ve Reuters Haber Ajansı muhabiri Ferit Demir, Anadolu Ajansı (AA) muhabiri Haydar Toprakçi, Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Rüştü Demirkaya hakkında "örgüt propagandası yapmak" iddiasıyla Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı.

*9 Ekim 2005 tarihinde Şırnak’ın İdil İlçesi’nde yol kesen bir grup HPG militanı, polis Hakan Açıl'ı alıkoydu. Açıl, 110 gün sonra 27 Ocak 2006'da Federal Kürdistan Bölgesi Zaxo kenti yakınlarında İHD ve MAZLUMDER heyeti ile birlikte gelen babası Muammer Açıl'a teslim edildi.

*27 Temmuz 2005 tarihinde Bingöl Yayladere İlçesi AK Parti'li Belediye Başkanı Haşim Akyürek Çalıkağıl Köyü'nde kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldı. Akyürek'in makam aracına bindirilerek uzaklaştırıldıktan sonra aracın terk edildiği öğrenildi. Akyürek’i kaçıranların HPG militanları olduğu öğrenildi.
Akyürek, 01 Ağustos 2005 tarihinde serbest bırakıldı.

*13 Aralık 2005 tarihinde Batman’ın Beşiri ile Kozluk ilçeleri arasında Eski ANAP Milletvekili Burhan İsen'in yeğenleri olan Yunus İsen ve Maşuk İsen, HPG’li oldukları ileri sürülen kişiler tarafından alıkonuldu.
Alıkonulan 2 kişi 15 Aralık günü serbest bırakıldı.

*21 Haziran 2006 tarihinde Elazığ’ın Arıcak İlçesi Bükardi Beldesi yakınlarında Ayyıldızlar Şirketi'nde operatör olarak çalışan Yaşar İmam Hüseyin Polat ile 2 şirket çalışanı silahlı bir grup tarafından alıkonuldu. 3 kişinin HPG militanları tarafından alıkonulduğu öğrenildi.
Polat ve beraberindeki iki kişi 25 Haziran 2006 tarihinde serbest bırakıldı.

*21 Mayıs 2007 tarihinde Bingöl'ün Yayladere İlçesi'ne bağlı Korlu Köyü'nde Sıraç Erdin (47) ile Vedat Kınanç'ın (29) orman kesimi yaparken bir grup HPG'li tarafından alıkonuldu.
Alıkonulan iki kişi 28 Mayıs 2007 tarihinde Yayladere İlçesi Güneşli Köyü kırsalında serbest bırakıldı.

*22 Ekim 2007 tarihinde HPG'liler, Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’ne bağlı Dağlıca (Oremar) Taburu'na düzenledikleri baskının ardından 8 askeri alıkoydu. PKK, 8 askeri, Federal Kürdistan Bölge Hükümeti İçişleri Bakanı Hacı Mahmut Osman, Uluslararası Tolerans Başkanı Kerim Sincari ile kapatılan DTP'nin milletvekilleri Osman Özçelik, Aysel Tuğluk ve Fatma Kurtulan'dan oluşan heyetle imzalanan protokolle 4 Kasım'da teslim etti. 8 asker serbest bırakıldıktan sonra Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'nca sorgulandı. 8 asker, "Suçun vasıf ve mahiyeti askeri disiplini aşırı derecede sarsmış olması, büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçunun işlendiğini gösteren kuvvetli delilerin bulunması ve izinsiz olarak başka ülkenin topraklarına geçmek" şeklinde iddialar ile 12 Kasım'da tutuklandı.

*08 Temmuz 2008 tarihinde Ağrı Dağı'nda 3 Alman dağcı, HPG militanları tarafından alıkonuldu. Ağrı Dağı'nda alıkonulan Helmut Johann, Martin Georpe ile Lars Holper Reime adındaki 3 Alman dağcı 20 Temmuz 2008 tarihinde serbest bırakıldılar.

*19 Eylül 2008 tarihinde Tunceli'nin Nazimiye İlçesi kırsalında karakollara yemek servisi yapan Abdulmutalip Açıkgöz ile arkadaşı Burhan Arslan’ın HPG’liler tarafından alıkonulduğu öğerenildi.
Alıkonulan iki vatandaş 2 Ekim 2008 tarihinde serbest bırakıldılar

* 12 Ekim 2008 tarihinde Tunceli’nun Pülümür İlçesi Kırklar köyünden ilçe merkezine dönen 18 yaşındaki Merdan Ovalıoğlu ile bir maden şirketinin sahibi Erkan Meriçli adıl vatandaşlar HPG militanları olduğu belirtilen kişiler tarafından alıkonuldu.
-Alıkonulanlardan Erkan Meriçli daha sonra serbest bırakıldı.
-Merdan Ovalıoğlu ise alıkonulmasından 7 ay sonra serbest bırakıldı.

*14 Temmuz 2011 tarihinde Dersim-Ovacık karayolunda bir karakol inşaatında çalıştıkları ileri sürülen Mustafa Arıkan ve Murat Keskin adlı işçiler, HPG militanları tarafından alıkonuldu. Alıkonulan 2 işçi 19 Temmuz günü serbest bırakıldı.

*09 Temmuz 2011 tarihinde Diyarbakır'ın Lice ilçesinin Ziyaret köyünde HPG'liler yol kesti. Diyarbakır-Bingöl Karayolu'nun 65. kilometresinde gerçekleşen eylemde HPG'lilerin bir süre kimlik kontrolü yaptığı belirtildi. Lice 2. Mekanizma Tugay Komutanlığı'nda görev yapan Astsubay Abdullah Söpçeler, Uzman Çavuş Zihni Koç ve Bingöl'ün Genç ilçesinde çalışan Sağlık Memuru Aytekin Turhan Uz, militanlar tarafından alıkonuldu.
Alıkonulanlardan Sağlık Memuru Aytekin Turhan Uz 16 Eylül 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*07 Ağustos 2011 tarihinde Bingöl'ün tanınmış işadamlarından Abdullah Tuz, Adaklı İlçesi'ne bağlı Ferez Köyü'nde silahlı bir grup tarafından kaçırıldı. Alınan bilgilere göre, Karacehennem ormanları bölgesinde villa tipi ev yaptıran işadamı Abdullah Tuz, lüks otomobiliyle villa inşaatına giderken silahlı bir grup tarafından kaçırıldı.
Abdullah Tuz, 9 Ağustos 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*9 Ağustos 2011 tarihinde Bingöl'ün Karlıova İlçesi'ne 25 kilometre uzaklıkta bulunan Derinçay Köyü yakınlarındaki Derinçay Deresi üzerinde kurulan özel bir şirkete ait HES şantiyesinin gece saat 23.00 sıralarında bir grup HPG'li tarafından basıldığı ileri sürüldü. Şantiyede iş makineleri ateşe verildikten sonra iş makinesi operatörleri Mehmet Akif Uslu, Mehmet Uslu ile şantiye bekçisi Emrah Avlı'nın alıkonulduğu öğrenildi.
Alıkonulan işçiler 27 Ağustos 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*12 Ağustos 2011 tarihinde Diyarbakır Muş Karayolu'nda Muş ve Diyarbakır yönlerinden gelen otomobilleri durduran HPG'lilerin yolcuları indirerek kimlik kontrolü yaptı. Yaklaşık 40-50 aracın birikmesi üzerine propaganda yaptıkları kaydedilen HPG'lilerin, Muş Valiliği'nde Kaymakam adayı olan Kenan Erenoğlu ve Mardin'de 7 aylık asker olan ve Muş'un Bulanık İlçesi Gümüşpınar Köyü'ne ailesini ziyarete gitmek için Diyarbakır'dan otobüse binen Aykut Çelik'i alıkoydu.
Alıkonulanlardan Er Aykut Çelik 19 Eylül 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*13 Ağustos 2011 tarihinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi'ne bağlı Ortaklar (Bêsusin) Köyü'nün Sılo yaylasında konumlanan askeri birliğe malzeme taşıyan bir araç ateşe verildi. Askeri birliğe ulaşmadan ateşe verilen transit tipi aracın sahibi Erhan İnan'ın da militanlar tarafından alıkonuldu.
Erhan İnan daha sonra serbest bırakıldı.

*22 Ağustos 2011 tarihinde Bitlis'in Tatvan İlçesi'nde, baz istasyonlarının bulunduğu tepede bakım çalışması yürüten 5 kişi HPG’liler tarafından alıkonuldu.
-Alıkonulan 5 işçiden Mehmet Barak ve Adnan Başak adındaki 2 kişi 25 Ağustos günü serbest bırakıldı.
-Alıkonulan işçilerden geri kalan İhsan Danışman, Niyazi Turgut ve Cezayir Karaca adındaki GSM şirketleri çalışanı işçiler de 10 Eylül günü serbest bırakıldı.

*07 Eylül 2011 tarihinde Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi'nde aralarında Mamxura Aşireti'ne mensup korucuların da bulunduğu 4 kişi, katıldıkları düğün dönüşü Mezra Beldesi'nde HPG'lilerce alıkonuldu. Söz konusu kişilerin AKP'li Mezra Belde Belediye Başkanı Hüsnü Timur'un akrabaları olduğu belirtildi.
Alıkonulan korucular Mahmut Yalçın, Mehmet Ali Kahraman, Saffet Timur ve Nesim Timur 2 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*09 Eylül 2011 tarihinde Siirt'in Şirvan İlçesi yolu üzerindeki Tawan mevkiinde bulunan özel bir şirkete ait baraj şantiyesine baskın düzenleyen HPG’liler 8 işçiyi alıkoyarak yanlarında götürdü. Eylemin ardından 4 işçi serbest bırakılırken, Hacı Kozludereli (Maraş-Pazarcıklı), Ali Çatak (Maraş-Pazarcıklı), Doğan Dönekli (Maraş-Pazarcıklı) ve Doğan Kaz (Maraş-Ekinözülü) isimli işçiler de 2 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*09 Eylül 2011 tarihinde Van'ın Çatak İlçesi'ne bağlı Bahçelievler Mahallesi'nde Nadir Özgen adlı polis, HPG militanları tarafından alıkonuldu.

*18 Eylül 2011 tarihinde Bingöl’ün Adaklı İlçesi Kaynakdüzü Köyü Karakoç Mezrası'nda minibüsüyle giden Turan Fıratoğlu'nu durduran PKK'liler, 'Hastamız var, onu götürmemiz lazım' diyerek araca bindi. Fıratoğlu'nu minibüsü ile birlikte Aşağı Yamurlu Köyü'ne götüren militanlar, bu köyde Aşağı Yağmulu Köyü Muhtarı Abdurrahim Öztürk ile adı öğrenilmeyen bir köylüyü de minibüse bindirip köy dışına çıktı. Militanlar minibüsü köy dışında terk ettikten sonra 3 kişiyi yanlarına alarak ormanlık alana gitti.
-Militanlar, Aşağı Yağmurlu Köyü yakınlarında muhtar Abdurrahim Öztürk ile adı alınamayan köylüyü serbest bıraktı.
-Minibüs sürücüsü Turan Fıratoğlu'nun da daha sonra serbest bırakıldı.

*23 Eylül 2011 tarihinde Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Berav köyünden 1 öğretmen, Zengê köyünden 4 öğretmen, Hazro ilçesine bağlı Xelxol köyünden 4 öğretmen ve 27 Eylül günü Elazığ’ın Arıcak ilçesine bağlı Narviş köyünde 3 öğretmen HPG militanları tarafından alıkonuldu.
-Alıkonulan 12 öğretmenden Talip Maçin, Ahmet Ürün, Tekin Çakır ve Remzi Savaş 3 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.
-Öğretmenlerden Elazığ’ın Arıcak İlçesi Yoğunbilek Köyü İlköğretim Okulu'nda görevli Gökhan Yıldız, Abdullah Karan, İhsan Sarıkaya ve İsmail Yücel de 5 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.
-Diyarbakır'ın Lice İlçesi'ne bağlı Birlik (Çemê Elik) Köyü'nden alıkonulan 3 öğretmen de 5 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.
-Lice İlçesi’ne bağlı Baharlı Köyü’nden alıkonulan er öğretmen Mehmet Gözbaşı da 11 Ekim tarihinde serbest bırakıldı.

*27 Eylül 2011 tarihinde Dersim’in Pülümür İlçesi bağlantılı Erzincan karayolunda geçici köy korucusu İsmail Gürbüz'ün HPG'liler tarafından alıkonulduğu öğrenildi. Gürbüz, 15 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*01 Ekim 2011 Şırnak merkezde Kemal Ekinci adlı Uzman Çavuş HPG militanları olduğu ileri sürülen kişiler tarafından kaçırıldı. HPG Basın İrtibat Merkezi (HPG-BİM), Şırnak’ta kaçırılan uzman çavuş Kemal Ekinci olayını üstlenerek, askerin militanlar tarafından tutuklandığını bildirdi.
*09 Ekim 2011 tarihinde Siirt Şırnak karayolunda bulunan bir kum şantiyesini basan silahlı bir grup, araçları yaktıktan sonra 1 işçiyi de yanlarına alarak bölgeden ayrıldı. İşçinin daha sonra serbest bırakıldığı öğrenildi.

*14 Mayıs 2012 tarihinde Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’nde AKP İlçe Başkanı Veysel Çelik HPG militanları tarafından alıkonuldu.
Veysel Çelik 30 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.
*18 Mayıs 2012 tarihinde Bitlis Merkeze bağlı Çeltikli Köyü yakınlarında Hemkok mevkiinde yol kontrolü yapan HPG'liler, araçları durdurdu. HPG'liler tarafından yapılan kimlik kontrolünün ardından 3'ü Çeltikli Köyü'nden olmak üzere 5 korucu ile Çeltikli Köyü Muhtarı Arafat Melek alıkonuldu.
Alıkonulan 6 kişi 30 Mayıs tarihinde serbest bırakıldı.

*19 Mayıs 2012 tarihinde Siirt'in Eruh İlçesi'ne bağlı Kemerli (Qewix) Köyü'nde A.A adlı köylü HPG'liler tarafından alıkonuldu. Alıkonulan A.A. adlı kişi 21 Mayıs tarihinde serbest bırakıldı.

*23 Mayıs 2012 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi'ne bağlı Bayırlı ve Saydam köylerinde ikamet eden 10 kişi HPG'liler tarafından alıkonuldu. Alıkonulan köylüler 27 Mayıs günü serbest bırakıldı.

*28 Mayıs 2012 tarihinde Ağrı Dağı'nın Korhan Yaylası'nda, aralarında Özel İdare Müdürlüğü'nde görevli bir mühendis ile bir avukatın da bulunduğu 10 kişinin HPG'liler tarafından alıkonulduğu bildirildi. Iğdır İl Özel İdaresi'nde görevli personeli durduran HPG'lilerin 3 otomobili ateşe verdikten sonra mühendis Mehmet Tan, avukat Serkan Gültekin, müteahhit Fikri Güner, marangoz Zafer Alagöz ve 6 kişiyi daha alıkoyarak bölgeden ayrıldığı bildirildi. Grup içerisinde bulunan Nahçıvanlı 2 işçinin de pasaportlarına el konulduktan sonra bıraktığı belirtildi.
-Alıkonulanlardan 7’si 5 Haziran tarihinde serbest bırakıldı. Geri kalan 3 kişi de 13 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*31 Mayıs 2012 tarihinde Dersim merkeze bağlı Alacık Köyü tepesinde, yapılacak olan askeri üssün yol yapımında çalışan iş makinelerinin operatörleri ve çalışanları olan 4 işçinin akşam kente döndükleri sırada, HPG'lilerce yolları kesildi. İş makinelerini Samanlı mezrası yakınlarında ateşe veren HPG militanları, operatör ve işçileri alıkoydu.

*02 Haziran 2012 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde İngiliz turist James Masami Miyazaki-Ross HPG militanları tarafından alıkonuldu.
İngiliz turist 4 Haziran 2012 tarihinde Bingöl’ün Genç İlçesi kırsalında serbest bırakıldı.

*06 Haziran 2012 Diyarbakır'ın Lice İlçesi yakınlarında araçları durduran HPG'liler kimlik kontrolü yaptı. Diyarbakır- Bingöl karayolunun 70'inci kilometresinde Fis Ovası mevkiinde saat 21.30 sıralarında gerçekleşen olayda, HPG'liler önce propaganda yaptı. Daha sonra Erzurum Narman'da asker olduğu öğrenilen Gaziantep Araban nüfusuna kayıtlı jandarma er Ali Sabancı’yı yanlarına alan HPG'liler olay yerinden uzaklaştı.
Er Ali Sabancı, 29 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*07 Haziran 2012 tarihinde Dersim'in Ovacık İlçesi'ne bağlı Yeşilyazı Köyü'nde korucu oldukları ileri sürülen Feramuz Şen ve Ali Rıza Düşkün adlı kişiler HPG militanları tarafından alıkonuldu. Alıkonulan 2 kişinin bölgede gece silahlarıyla dolaştıkları ve gayri resmi bir şekilde koruculuk yaptığı iddia edildi. Şen ve Düşkün’ün geçtiğimiz yıl da aynı gerekçelerle HPG’liler tarafından alıkonuldukları ve daha sonra serbest bırakıldıkları öğrenildi.
Şen ve Düşkün 12 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*17 Haziran 2012 tarihinde Iğdır'ın Aralık İlçesi'nde HPG'li oldukları belirtilen bir grubun, karakol inşaatında çalışan iş makinesini yaktığı ve operatörü alıkoyduğu öğrenildi. Aralık İlçesi yakınındaki Küçük Ağrı Dağı eteklerinde Serdarbulak Yaylası mevkiinde askeri karakolun onarım çalışmasını yapan işçilerin önünü kesen ve HPG'li olduğu belirtilen bir grup, iş makinesini ateşe verdikten sonra iş makinesi operatörü Abdülgarip Ekin'i alıkoydu.
*Hakkari'nin Yüksekova İlçesi'ne bağlı Oremar (Dağlıca) bölgesinde Yeşiltaş alanındaki çatışma sonrası HPG'lilerin 2 yurttaşı yanlarında götürdüğü ileri sürüldü. Köylüler 20 Haziran günü serbest bırakıldı.

*21 Haziran 2012 tarihinde Bitlis kent merkezine 20 kilometre mesafedeki Buzlupınar mevkiinde gece saat 21.00 sıralarında çıkan çatışmadan sonra yol kontrolü yapan HPG'liler, Diyarbakır istikametine gitmekte olan bir yarım otobüsü ve içinde 3 kişinin bulunduğu bir otomobili durdurarak kimlik kontrolü yaptı. Kimlik kontrolü ardından 2 öğretmen ile Vahdettin Kaya adlı asker HPG'liler tarafından alıkonuldu.
-Alıkonulan öğretmenler Mehmet Örk ve Ömer Sürücü 25 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.
-Alıkonulan asker Vahdettin Kaya da, 13 gün sonra serbest bırakıldı.

*01 Temmuz 2012 tarihinde Van'ın Çatak İlçesi'ne Bağlı Büyükağaç Köyü'nde akşam saatlerinde kuruculuk yapan Zümeyra Can merada koyunların sağmaya giderken HPG militanları tarafından alıkonuldu. Korucu olan İsmail Can'ın da eşinin peşinden gittiği ve HPG militanları tarafından alıkonulduğu öğrenildi.
Zümeyra ve İsmail Can adlı korucular 9 Temmuz 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*02 Temmuz 2012 tarihinde AKP Gürpınar İlçe Başkanı Hayrullah Tanış, Van kent merkezinde akşam saat 19.20 sıralarında HPG militanları tarafından alıkonuldu. Tanış’ın Gürpınar’a dönmek üzere otomobiline bindiği sırada alıkonulduğu öğrenildi.
Tanış, 22 Ağustos 2012 tarihinde Federal Kürdistan Bölgesi’nde PKK’nin kontrolündeki alana giden İHD ve MAZLUM-DER heyetine teslim edildi.

*03 Temmuz 2012 tarihinde Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi'ne bağlı Mutluca Köyü'ndeki kum üretim tesisinden Mezra Beldesi'ndeki jandarma karakoluna kum taşıyan özel firmaya ait iki aracın öğleden sonra 16.00 sıralarında HPG militanları tarafından durduruldu ve araçta bulunan 2 kişi HPG militanları tarafından alıkonuldu.
Alıkonulan işçiler 9 Temmuz tarihinde serbest bırakıldı.

*04 Temmuz 2012 tarihinde Van’ın Çatak İlçesi'nde, Kato dağı yakınlarındaki Konalgo Köyü'nde yapımı süren bir karakol inşaatında çalışan 2 işçi ile şoförün bulunduğu araç HPG militanları tarafından durduruldu. HPG militanları, araç sürücüsünü serbest bırakırken 2 işçiyi alıkoydu.
Alıkonulan 2 kişi 9 Temmuz tarihinde serbest bırakıldı.

*21 Temmuz 2012 tarihinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’ne bağlı Bedavê Köyü yakınlarında askerlerle işbirliği yaptığı ileri sürülen Selmas Özkan adlı kişinin HPG militanları tarafından alıkonulduğu öğrenildi. NOT: Serbest bırakılıp bırakılmadığına ilişkin bir bilgiye ulaşılamadı.

*21 Temmuz 2012 tarihinde Hakkari’nin Lewîne Vadisi’nde bulunan Nise Köyü Korucubaşı Esat Faruk, HPG militanları tarafından alıkonuldu.

*22 Temmuz 2012 tarihinde Hakkari'nin Elmacık (Nispas) Köyü Muhtarı Mehmet Çakır, HPG'liler tarafından alıkonuldu.
Muhtar Çakır, alıkonulduktan bir hafta sonra serbest bırakıldı.

*26 Temmuz 2012 tarihinde Bitlis'in Tatvan İlçesi'ne bağlı Eğritaş Köyü nüfusuna kayıtlı Ayhan Taş ve arkadaşı Aslan Bayer, Van'ın Başkale İlçesi'ne bağlı Qaraçî Köyü'nde yapılan karakolda alçı-boya ve dekorasyon işleri yaptığı için HPG'liler tarafından alıkonuldu.
Taş ve Bayer daha sonra serbest bırakıldılar.

*30 Temmuz 2012 tarihinde HPG militanları Van’ın Saray İlçesi’ne bağlı Koçbaşı (Çilik) Köyü Muhtarı Tahirhan Özgün ile kardeşi Haydar Özgün'ü akşam 16.00 sıralarında ilçeden minibüsle köye giderken alıkoydu.
Özgün kardeşlerden Haydar Özgün bir gün sonra serbest bırakılırken, Tahirhan Özgün ise bir hafta sonra serbest bırakıldı.

*06 Ağustos 2012 tarihinde, Diyarbakır-Bingöl karayolunu saat 20.00 sularında Abalı Jandarma Karakolu yakınlarında kesen HPG'liler kimlik kontrolü yaptı. Yapılan kimlik kontrolünde Urfa'dan Trabzon'a giden bir yolcu otobüsünde yolculuk yapan Ramazan Başaran, Hadi Gizli ve Reşat Çeçan adlı 3 asker HPG'liler tarafından alıkonuldu.

*8 Ağustos 2012 tarihinde Dersim'in Ovacık İlçesi Aksu Deresi Mevkii'nde Adem Ekelek adlı müteahhit, HPG’liler tarafından alıkonuldu. Dersim'de askeri karakolların yapım ve onarım işlerini yapan Ekelek, 13 Ağustos tarihinde serbest bırakıldı.

*12 Ağustos 2012 tarihinde, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün Tunceli Ovacık karayolunda HPG militanları tarafından alıkonuldu.
Aygün, 14 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*13 Ağustos 2012 tarihinde, Fırat Haber Ajansı tarafından servis edilen haberde, Van ile Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi arasında yol kontrolü yapan örgüt militanları, Van nüfusuna kayıtlı Vural Minal adlı bir askeri alıkoydu.
Minal’ın iki gün sonra serbest bırakıldığı öğrenildi.

*13 Ağustos 2012 tarihinde Hakkari'nin Yüksekova İlçesi'nde saat 16.00 sıralarında ilçe merkezine 20 kilometre uzaklıkta bulunan Köprücük (Gerpel) ile Kadıköyü (Kadyan) arasında bulunan havaalanı inşaat alanında 12 kamyon HPG'liler tarafından ateşe verildi. HPG'liler daha sonra 11 araç sürücüsünü alıkoydu.
Sürücüler daha sonra serbest bırakıldı.

*17 Ağustos 2012 tarihinde Diyarbakır'ın Kulp İlçesi'ne bağlı Uygur Köyü'ne bu sabaha doğru saat 03.00'da giden ve HPG'li oldukları belirtilen bir grup, Kulp Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği Müdürvekili Ubeydullah Sancar'ı evinden alarak birliğe ait araç ile köyden ayrıldı. Kamışlı Köyü civarında indikleri aracı ateşe veren HPG'liler daha sonra Sancar'ı yanlarına alarak bölgeden uzaklaştı.
Sancar 30 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*21 Ağustos 2012 tarihinde Ağrı’nın Diyadin İlçesi’nin Atadami Köyü’ne bağlı Kurt Mezrası’nda Ahmet Meriç adlı kişi devlet ile işbirliği yaptığı iddiasıyla HPG militanları tarafından alıkonuldu.
Meriç 31 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*21 Ağustos 2012 tarihinde AKP eski Sur İlçe Başkanı Hamit Çelikkanat, HPG militanları tarafından alıkonuldu. Çelikkanat’ın, eşi, çocuğu ve kardeşi ile Dicle İlçesi'ne bayramlaşma ziyaretine gitmek üzere özel otomobiliyle yola çıktığı ve içinde bulundukları otomobilin saat 12.30 sıralarında Dicle İlçesi'ne bağlı Aşağı yokuşlu Köyü yakınlarında HPG militanları tarafından durdurularak, Çelikkanat'ın alıkonulduğu öğrenildi.
Çelikkanat 27 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*20 Ağustos 2012 tarihinde Hakkari Korucular Derneği Başkanı Korucubaşı Sadi Özatak, PKK militanları tarafından alıkonuldu.

*24 Ağustos 2012 tarihinde Ağrı’nın Doğubayazıt ile Van’ın Çaldıran ilçeleri arasında bulunan Tendürek Dağı eteklerinde dozer operatörü Zeydin Sargut PKK militanları tarafından alıkonuldu.
Sargut 27 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*26 Ağustos 2012 tarihinde Şırnak'ın Güçlükonak ilçesine bağlı Fındık Beldesi'nde ikametgah eden Halil Esendemir (65) adlı yurttaş HPG’liler tarafından alıkonuldu.
Esendemir iki gün sonra serbest bırakıldı.

*29 Ağustos 2012 tarihinde Siirt'in Eruh İlçesi ile Şırnak karayolu Gedikkaşar mevkiinde HPG militanları tarafından yapılan yol kontrolü sırasında Ali Nas'ın kullandığı iş makinesi ateşe verildi. Ali Nas ise, militanlar tarafından alıkonuldu. NOT: Serbest bırakılıp bırakılmadığına dair bir bilgiye ulaşılamadı.

*02 Eylül 2012 tarihinde AKP Hakkari İl Başkanı Abdulmecit Tarhan akşam saatlerinde HPG militanları tarafından alıkonuldu.
Tarhan, 4 Ekim 2012 tarihinde Federal Kürdistan Bölgesi’nde PKK’nin kontrolündeki alana giden İHD ve MAZLUM-DER heyetine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*08 Eylül 2012 tarihinde Bitlis İli Merkez Çeltikli Köyü yakınlarında köydeki evlerine gitmekte olan Mehmet Kasım Ariç, Naif Kırşen ve Zübeyir Menek isimli köy korucuları HPG militanları tarafından alıkonuldu.
Korucular İHD Bitlis Temsilciliği’nin girişimleri sonucu 20 Eylül 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*13 Ekim 2012 tarihinde Van’ın Çaldıran ile Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi arasındaki Tendürek Dağı eteklerinde yol kontrolü yapan HPG militanları daha sonra bölgede bulunan taş ocağında çalışan Kayserili işçi Atalay Gören ile Taner Acar’ı alıkoydu. Militanlar gittikleri başka bir ocakta ise şantiye şefi Bulut Aras ile bekçi Sabri Çınar’ı alıkoydu.
Alıkonulan 4 işçi daha sonra serbest bırakıldı.

*18 Eylül 2012 tarihinde saat 19.30 sıralarında Doğubeyazıt- Çaldıran karayolu yapım işini üstlenen özel bir firmaya ait Doğubayazıt'ın Karakent köyü içerisinde bulunan şantiyeye HPG militanları tarafından baskın düzenlenerek, 10 şantiye işçisi ve bir köy korucusu alıkonuldu.
Alıkonulan 11 kişi daha sonra serbest bırakıldı.

*21 Eylül 2012 tarihinde Hakkari'nin Şemdinli İlçesi'ne bağlı Koryürek (Begijnê) Köyü'ndeki yol yapım çalışmalarında kepçe operatörü olarak çalışan Serhat Demircan HPG militanları tarafından alıkonuldu.
Demircan daha sonra serbest bırakıldı.

*22 Eylül 2012 tarahinde HPG militanları Muş-Kulp yolu üzerinde bulunan Şenyayla bölgesi Darbiye mevkiinde yol kontrolü yaptı. Yarım saat süren uygulama sonrası HPG militanları 2 öğretmeni alıkoydu.
Alıkonulan öğretmenler sonraki gün serbest bırakıldı.

*12 Ekim 2012 tarihinde Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi'ne bağlı Kaplıca (Germav) Köyü yakınlarında saat 15.00 ile 16.00 arasında HPG militanları tarafından yol kontrolü yapıldı. Yaklaşık bir saat süren yol kontrolünün ardından Nesim Timur Kökeroğlu isimli korucu ile Filiz Sümer isimli bir kadın öğretmen HPG militanları tarafından alıkonuldu.
Alıkonulan iki kişi 15 Ekim günü serbest bırakıldı.

*15 Ekim 2012 tarihinde Siirt'in Pervari ilçesi Doğan (Hosyan) köyü yakınlarında HPG militanları tarafından yol kontrolü yapıldı. Kimlik kontrolü yapan HPG militanları ilçe merkezinden Doğan (Hosyan) köyüne giden 3 kadın öğretmen ile bir okul hizmetlisini alıkoydu.
Öğretmenler ve hizmetli 16 Ekim tarihinde serbest bırakıldı.

*17 Ekim 2012 tarihinde Iğdır’ın Karakoyun ilçesine bağlı Bölükbaşı köyü yakınlarında yol kontrolü yapan HPG militanları 6 öğretmeni alıkoydu.
Öğretmenler aynı gün serbest bırakıldı.

*23 Ekim 2012 tarihinde Hakkari'nin Kırıkdağ (Dêzê) köyünde korucubaşı olan Cemal Adıyaman'ın HPG militanları tarafından alıkonulduğu öğrenildi.
Adıyaman 28 Ekim tarihinde serbest bırakıldı.

*29 Ekim 2012 tarihinde Mardin'in Savur ilçesine bağlı Çınarönü köyü bölgesinde HPG militanları kimlik kontrolü yaptı. Saat 18.30 civarında yapılan kimlik kontrolü sırasında Nusaybin ilçesine bağlı Girmeli beldesinde Çok Programlı Lisesi Müdür Yardımcısı Mehmet Ali İnan ve okul görevlisi Sabahattin Doğan alıkonuldu.
Alıkonulanlar 31 Ekim günü serbest bırakıldı.

*09 Kasım 2012 tarihinde Mardin’in Midyat İlçesi’ne yakın bir köyde yol kontrol gerçekleştiren HPG militanları, 8 öğretmeni alıkoydu.
Öğretmenler daha sonra serbest bırakıldı.

*20 Kasım 2012 tarihinde Mardin'in Nusaybin İlçesi Akarsu Beldesi İlköğretim Okulu’na gelen 2 HPG militanı, Müdür Hüseyin Mete ile Akarsu Çok Programlı Lisesi Edebiyat Öğretmeni Eray Yıldız'ı alıkoydu.
Alıkonulan eğitimciler daha sonra serbest bırakıldı.

İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ

ARŞİV ve DOKÜMANTASYON BİRİMİ


Çözüm sürecinin bitmesiyle beraber tekrar TC devleti ile PKK arasında çatışmalar başladı Çatışmaların başlamasıyla PKK tekrar çeşitli yerlerde ve zamanlarda devlet personellerini esir aldı...PKK/HPG tarafından 24 Temmuz 2015 tarihi itibarıyla çeşitli yer ve zamanlarda esir alınan asker ve polisler; 24 Temmuz 2015 günü Diyarbakır-Bingöl karayolunda polis memuru Vedat Kaya, 28 Temmuz 2015 günü Diyarbakır-Bingöl karayolunda polis memuru Sedat Yabalak,13 Ağustos 2015 günü Diyarbakır-Lice karayolunda uzman çavuş Hüseyin Sarı ve er Sedat Sorgun ile er Süleyman Sungur,18 Eylül 2015 günü Dersim-Erzincan karayolunda astsubay Semih Özbey, 2 Ekim 2015 günü Dersim-Pülümür karayolunda er Müslüm Altuntaş ve er Adil Kavaklı,12 Aralık 2015 günü Şırnak merkezde uzman çavuşlar Sedat Vardar ve Ferdi Polat,21 Eylül 2016 günü Hakkari’de uzman çavuşlar Ümit Gıcır ve Mevlüt Kahveci, Sedat Vardar ve Ferdi Polat (İHD verileri kullanıldı)
Savaş esiriyken kulalanabildiğimiz haklara kısaca değinmekte yarar var…
Cenevre III. sözleşmesi savaş esirlerinin haklarını düzenler, ve karar altına alınan maddelerden, esirlerin korunması ve kötü muamele görmemesi, esirlerin sıcak savaş alanından tahliye edilmesi ve bunun gibi bir çok hakkı düzenler. bu düzenlemelerin ışığında yukarıdayken kullanabildiğimiz haklara bakalım
  • SAVAŞ ALANININ DIŞINA ÇIKARMA
  • GERİLLADA BANA TELEFON SORDUKLARINDA DONA KALMIŞTIM
  • KIZILHAÇ VE ULUSLARARASI YARDIM KURULUŞLARIYLA AİLEYLE MEKTUPLAŞMA

Devletin esir asker teslim alma sicili bozuk olduğu için, uluslararası kurumlarla çalışmalara özen veriliyordu. Amaçladıkları bizim durumumuzu yani hayatta kalma durumumuzu biraz daha garanti altına almaktı. O dönemde tüm bu yaşananları şaşırarak izliyordum. Algılarımızla öyle oynamışlardı ki her yapılanın altından bir çapanoğlu arıyorduk, fakat Gerilla bizi büyük şaşırtmış ve herhangi bir çapanoğluyla karşılaşmadan verdikleri tüm sözleri tuttular.
Aileme ilk mektubum ulaştığında büyük şaşırmışlar, önce mektubu benim yazamayacağımı düşünmüşler, kendilerinin kandırıldığını düşünmüşlerdi. Güvensizliği kara propaganda servisleri her şeyi kullanarak hep canlı tutuyorlardı. Nasıl bir örgüt ki bize oğlumuzla ilgili bilgi ulaştırıyor, biz ki orduya yetkililere gittiğimizde tüm ilgisizlikleriyle karşılaşırken, hatta babamın kökeni ile tehtid edilirken, nasıl bir örgüt ki bize oğlumuzun sağlıklı haberlerini iletiyor
Ben de ailemde olan bitenlere o gün şaşırmadığımızı söylesek yalan olur, fakat daha sonraki gelişmeleri yaşadığımızda pratiğimizle şahit olduğumuzda ne ile karşı karşıya olduğumuzu gördük.
  • GAZETE VE MEDYAYA ULAŞMA

Kuzey Irak/Güney Kürdistan’da haftanin’deyken birde şuna dikkat ediliyordu. Yaşadığımız tüm o savaş pisikolojisini kısmende olsa atabilmek için günlük yaşamdan kopmamıza önem veriyorlardı. Bunun için olnaklar ölçüsünde tv ve gazete dergi getirirlerdi. Birde sürekli kenidileriyle ilgili kara propagandanın en yoğun yaşandığı dönemde o gazeteleri bize vermekten hiç çekinmiyordu…
  • KIZILHAÇ VE KÜRDİSTAN İNSAN HAKLARINDAN ZİYARET

Kürdistan insan haklarından bir çok kez ziyaret edildik, orada herhangi bir kötü muameleyle karşılaştığımıza ilişkin sorulardan tutunda sağlık koşullarımıza kadar bir çok konuda bilgi alındı. Kızılhaç da aynı şekilde bizi rencide edecek herhangi bir şeyin yaşanıp yaşanmamasından tutunda ailelerle irtibata kadar bir çok konuda yardım aldık
  • GAZETECİLER SIK SIK ZİYARETİMİZE GELİRDİ

Toplamak gerekirse, öncelikle devletin savaş mağdurluğunu yaşayan sadece esirler değil tüm toplumsal yapıdır, bu savaşın ve maduriyetliğin giderilebilmesi için;
1) Devlete 77 ek cenevre sözleşmesini kabul etmesi için kamuoyu baskısı oluşturmak gerekiyor.
2)Derhal hakikat komisyonu kurulması için devlete kamuoyu baskısı oluşturmak gereklidir
3)Bunun yanında 318 madde, 301. ve bir çok TMK, CMUK maddelerde inkarın va savaşın devamlılığı için oluşturulan maddelerdir. kaldırıılması için çaba harcamak lazım
4)Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taraf olunmalı ve UCM’nin yargı yetkisi tanınmalıdır.
5) Toplu mezarların açılması işlemlerinde BM tarafından kabul edilmiş olan Minnesota Otopsi Protokolü’nün uygulanması; çalışmalarda bağımsız uzmanların yer alması ve denetime açık olması sağlanmalıdır; Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) tarafından 2003 yılında yayımlanan “Uzman olmayanların ceset kalıntıları ve ölü hakkında bilgi yönetiminde yararlanabilecekleri başarılı uygulamalar” başlıklı kılavuzunun STK’ler tarafından uygulanmasına engel olunmamalıdır.
6) 1985 yılında değiştirilen Köy kanunu’nun 74. maddesi gereği oluşturulan koruculuk sistemi tümden lavedilmelidir
7) Uygulamaya başlandığı 19 temmuz 1987 ve resmi bitiş tarihi 30 kasım 2002 kadar 46 kez uygulanan OHAL uygulamalarının, çeşitli adlarla devam ettiğini görmekteyiz. bu ayrımcı uygulamaların tamamen ortadan kaldırılması için çaba sarfetmek gerekir
8) Ayrımsız siyasi genel af gerkmektedir
9) Bir çok uluslararası yasanın bu cağrafyada ihlal edilmesine yani Uluslararası kamuoyu çifte standartına karşı, yine uluslararası kamuoyunu bilgilendirecek ve eyleme çağıracak, ortak çalışmalar örgütlemek gerekmektedir
….

Bu uluslararası sözlesmeleri tanımamasının ve bu yasakçı maddeleri dayatmasının kaynağını tamamen inkar politikalarının ekonomi politiğinin bir egemenlik sistemine denk düşmesinden kaynaklanır. Savaş ekonomisine dayalı bu egemenlikle ters orantılı gelişim gösteren “savaş mağdurları “haklarıyla ilgili iyileşme, bu savaş ekonomi politiğinin geriletilmesiyle mümkün olduğunu görmekteyiz. Elbette tek başına savaşa dayalı egemenliğin işi değil, bütünlüklü kapitalist sistem bu durumun sorumlusudur, fakat spesifik olarak, kapitalist-savaş sisteminin yarattığı sonuç bile çok vahimdir ve etkileri tüm coğrafyamızdaki atmosferi etkilemektedir. Halkların inkarına, dayalı bir savaşım sürdüğü için, bunun doğal sonucu olarak ırkçı-soven zehir ile hakim kimlik olan türk halkının iradesi sürekli baskılanmış ve manupule edilmiştir. Bu sistemin doğal sonuçları arasında cinsiyetçi olması var ki bunun üzerine konuşmak bile gereksiz, bir o kadarda sınıfsal temelde olumsuz etkilerinin ne boyutta olduğu bilinmektedir..
Uluslararsı kamuoyu özellikle yaşanan iç savaş sorunlarına tamamen çifte standart uygulamaktadır. Kimi yerlerde 77 ek protokolu iç savaş sorunu yaşayan devletlerin gözüne sokabilmekte, hatta buna bağlı olarak uluslararası savaş suçları mahkemsini çok iyi işletebilmektedir. Burada yaşandığı gibi de her türlü kirli yöntemin devreye sokulmasına rağmen, cıkarları doğrultusunda burayı görmemeyi yeğ tutabilmektedirler.
Kapitalizmin buradaki yeni sürdürücüleri , bu savaş ekonomi politiğinin ne kadar hünere sahip, ne kadar komplike araç olduğunun farkındadırlar. Seçimlerini bu aracı sonuna kadar kendi çıkarları için kullanmak olduğunu yaptıkları uygulamalardan görmekteyiz.
Kapitalizmin buradaki savaş-ekonomi politiğinin işletilemez duruma getirildiğinde, bununla ters orantılı iyileşmelerinde doğal olarak gelişeceği ortadadır. TC devletinin tüm ulusal-uluslararası olusturulmuş sözleşmelere yaklaşımı var olan bu inkara dayalı sistemin devamı sürekliliği üzerinedir.
Son olarak “5 STK temsilcisi, 1 Eylül 2011 Dünya barış gününde HPG tarafından esir alınan asker ile sivillerin bırakılması için her türlü çabayı göstereceklerini deklare etmişti. STK’ler, Erdoğan ile Hükümeti’ne de askeri operasyonları durdurma çağrısı yapmıştı.” şu an bildiğim kadarıyla hala biri kaymakam diğeri polis PKK’nin elinde beş esir devlet mensubu bulunmaktadır. Ben kendi fikrimi söyleyeyim, iyi niyet göstergesi olarak belirleyecekleri bir zamanda esir askerleri halihazırda oluşturulmuş heyete verilmelidir. Bu devlet mekanizmasını az çok yukarıda açıklamaya çalıştım. Esir askerlerin Orada bir şekilde ölmeleri onlar için yeğdir, devlet açısından söylüyorum, kimse esir askerleri kurtarmaya gelmeyecektir. Buranın işleyen savaş ekonomipolitiği, kendi kısır döngüsüne dağdakileride dahil etmek istemektedir. Bu söylediğime çok dikkat edilmeli diye düşünüyorum
Oluşturulmuş heyetin birinci yılı Dünya Barış gününe denk düşmektedir, bu vesileyle hem barışa dikkat çekmek hemde iyi niyet adımı olarak esir devlet mensublarının bırakılması gerekir diye düşünüyorum. Devlete de çağrı yapmak isterim, fakat bu günlerde beni pek işitmek isteyeceklerinini düşünmüyorum. Onlar umarım dahil oldukları, ve devamını sağladıkları bu guribet durumun farkındadırlar diyorum. Savaşlarla bu coğrafyanın aklını, vicdanını, her şeyini kaybetbesini sağladılar hemde ne uğruna bir avuç egemenin, bir sınıfın rahatı bozulmasın, sonsuza dek daim olsun diye egemenlik sistemleri, yüzyıldır insanlığın kanı içiliyor bu coğrafyada. Şimdi iyi düşünmeliler bugün iktidar sarhoşu olanlar, umarım yarın bu durumla yüzleştiklerinde bin pişman olmazlar…
Artık kurtarıcılarımızdan kurtulma zamanı; brehct’in de dediği gibi Kim mi kurtaracak seni köle(…)seni köleler kurtaracak kurtaracaksa/ ya hep beraber ya da hiç birimiz /kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden /ya hep beraber ya da hiç birimiz
Kaynaklar:
*************
1) kominist manifesto
2)http://tr.wikipedia.org/wiki/Sava%C5%9F_tutsa%C4%9F%C4%B1
5)http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=72432
6)age
7))http://www.serbesti.net/?id=879
8) gündem gazetesi