1 Mart 2019 Cuma

Yannis V YAYLALI: Şırnak 2.Ağır Cezaya verdiğim savunmam

Yannis V YAYLALI : ‘Tutuklu yargılanma sebebi de olan tutukluluğumun  ancak dokuzuncu ayında iddiannamesi hazırlanan ve tutuklanmamdan tam 15 ay sonra ilk Mahkemesi görülen dosyam için verdiğim savunmam

MAHKEME TARİHİ : 25 TEMMUZ 2018
…………………..
ŞIRNAK 2.AĞIR CEZA MAHKEMESİNE
DOSYA NO: 2018/184
SANIK : YANNİS V YAYLALI
Sayın mahkeme heyeti, sayın başkan, ben savunmama bu iddianameyi hazırlayan savcının iddianameyi bitirdiği son paragrafta bizi kastederek `Şüphelilerin bölge ile hiçbir bağı yokken Uludere’ye yerleşerek halkı devlet ve askerlik aleyhine ` kışkırttığımızı iddia ettiği yerden başlamak istiyorum. Ancak meramımın anlaşılabilmesi için de çok yakın zamanda gazetelere yansıyan bir haberi de sizlere paylaşmak isterim. Haber’de Türkiye’den bir kadın aktivistin Filistin halkı ile dayanışmak için Filistin`e gittiği ve daha sonra İsrail devletince yakalandığı ve Hamas ile bağlantılı yargılandığı belirtiliyordu. Yine gazeteden öğrendiğim kadarıyla çok uzun bir hapsetme süreci yaşamadan kadın aktivist Türkiye’ye döndü. Hatta aktivist kahramanlar gibi de karşılandı. Olması gereken doğrusu da odur fikrimi soracak olursanız, ama savcının mantığı ile hareket etmeye kalkarsak ilk aklımıza gelecek soru hiçbir bağı yokken o kadın aktivistin orada ne işi var. Ayrıca Hamas’ı birçok ülke hala terörist olarak görüyor, Türkiye’den giden kadın aktivist ise Hamas’ın etkili olduğu bölgede faaliyet yürüttüğünü göz önünde bulundurulursak, Hamas’ın izni olmadan oralarda faaliyet yürütemeyeceğini düşünürsek o zaman İsrail devletinin kadın aktivisti Hamas ile bağlantılı yargılamasını normal kabul etmek gerekir. Oysa muhtemelen yüzlerce diğer aktivist gibi Türkiye’den kadın aktivist de İsrail zulmüne karşı Filistin halkına sivil mana da destek vermek için gitmiştir. Savcı da dahil ne siz ne ben ve benim gibi düşünenler senin Filistin de ne işin var, ne bağın var da oraya gittin sen Hamas’lı mısın demek aklımızın ucuna dahi gelmez. Çünkü hepimiz orada yaşanan dramı biliyoruz, belki imkânımız olsa bir çoğumuz Filistin halkı ile dayanışmak için oraya gideriz. İş sınırlarımıza, sınırlarımızın içerisine dayanınca bir an da her şey değişiveriyor. Bu mesele uzun uzun çalışmalara konu olacak kadar derin olsa da kısaca söylemek gerekirse Türkiye’de ki yüzyıllık nefret iklimine bağlı olarak vicdanlarımızda yaşadığımız çifte standart meselesidir. Açık ifade etmek gerekirse neredeyse bir virüs gibi vücudumuzda taşıdığımız bu nefret kültüründen payını almayan yok gibidir. İsrail zalimine karşı Filistin halkı ile dayanışma söz konusu olunca hiçbir terör örgütünün adı aklımıza gelmezken, iş sınırlarımıza dayanınca, mesele yüzlerce yıldır zulme maruz bırakılmış Kürt halkı ile dayanışmaya gelince aynı ilkeli davranışın coğrafyamızda pek izlendiği söylenemez. Kürt halkının bugün hala devam eden haksızlıklara uğraması ile ilgili iki kelam laf etsen, Kürt halkı ile dayanışma için çalışmalar yürütsen, hatta birçok şeyi arkanda bırakıp Filistin’e yerleşen o kadın aktivist gibi Roboski ’ye yerleşsen Yargı dahil devlet bürokrasisinin neredeyse tümünün ilk düşündüğü şey PKK ile bağ kurmaya çabalamaktır. Oysa Kürt halkının ne ile karşı karşıya kaldıklarını iyi biliyorlardır, ama yüzyıllık nefret kültürü onları da etkisi haline aldığı için, vicdanlarında yaşadıkları erozyonun sonuçlarından bir haberdirler. Aslına bakılırsa yaşadığı bu erozyon durumunu çözülebilse o zaman Kürt halkı ile dayanışmak için illa PKK’li olmanın şart olmadığını, sadece insan olmanın, insani değerleri yitirmemiş olmanın yeterli olacağını görebileceğini düşünüyorum.

Sayın Hâkim kronolojisi ile Roboski ’ye yerleşmemizi ve hakkımızdaki iddialara genel hatları ile cevaplandırmak istiyorum. Biliyorsunuz ki 28.12.2011 yılında Roboski köyünün yaylasında TC hava kuvvetlerine bağlı İHA’ lar ile dört saatin üzerinde sınır ticaretine çıkan sivil köylüler izlendikten sonra, sivil oldukları anlaşılmasına rağmen yine TC hava kuvvetlerine bağlı savaş uçakları marifeti ile saat 21.39 ile 22.24 arasında üç ayrı seferle gerçekleştirilen bombardıman sonucu çoğu çocuk 34 sivil köylü bilerek, planlanarak öldürüldü. Yaşanan katliamın birinci yıldönümüne sayılı aylar kala bizler bir gurup aktivist olarak ‘Roboski’den Ankara’ya Barış Yürüyüşü’ gerçekleştirdik. Tam 50 gün süren yürüyüşün ardından yürüyüşün sonuçlarını Roboskili Aileler ile paylaşmak için köye geri döndük. Bu dosyada da birlikte yargılandığım barış aktivisti sevgili Meral Geylani köydeyken Roboski ’de kalmamız için öneri getirdi. Açıkça ifade etmek gerekirse bu öneriye balıklama atladım, nedenine gelecek olursam benim eski bir vicdan, yürek ağrım yüzünden. Ben 90lı yıllarda Şırnak ve bölgesine komando askeri olarak geldim, hatta bir çatışma da yaralanarak PKK’nin eline esir dahi düştüm ve 27 ay PKK’nin elinde kaldım. Söylememe gerek var mı bilmiyorum ama o yıllarda PKK ile mücadele adı altında sivil halka yapılmayan kalmamıştır. Elbette burada şimdi tek tek o dönem de Kürt halkına yaşatılanları anlatmayacağım fakat bu başarısız darbe girişimi ile ortaya çıkan bir şeye değinerek hala çok rahatsızlığını duyduğum bir şeyi de sizler ile paylaşmak istiyorum. Hani darbe girişimine karışan askerlere neden bu emirlere uydunuz kanunsuz emir diye bir şey var bilmiyor musunuz diye çıkışan yetkililer vardı. O an televizyon da ki durum karşısında şoke olmuştum ve 90lı yılları hatırladım emirlerin suç içerdiğini düşünmeden yaptıklarımızı ve sonuçlarını, o gün sözde PKK ile mücadele adı altında Kürt halkına karşı işlemediğimiz suç kalmamıştı. Ha o gün o yetkili gibi bize yaptığımızın suç olduğunu söyleyebilecek kimse yoktu. Tam tersine o günün gazete manşetlerine bakanlar nasıl pohpohlandığımızı da görürler. Tabi ayrıca güçlü hiyerarşiler içeren militarist örgütlenmeler olan ordularda bu kanunsuz emir deyip verilen emre ne kadar uymayabilirsin o da ayrı tartışma konusudur. Dışardan ahkam kesmek kolaydır da bunu otoriter bir hiyerarşik yapıya sahip bir ordu da ne kadar yapabilirsin bunu düşünmek gerekir. O yüzden böylesi yapıların bir gün kendine dönebileceğini düşünerek zorunlu askerlik dahil birçok konuda revizyona gidilmesi gerekir. 15 Temmuz darbe girişimi bunun tipik bir örneğidir, tarihimize de bakarsanız nerede ise Osmanlı’nın sonundan beri yaşamımızı asıl belirleyen gücün merkezinde hep orduların olduğunu görürsünüz. İktidarı, muhalefeti ile hep bu durumdan şikâyet etsek de bir gün bu devasa gücü kendi çıkarı için kullanabileceğimizi düşünerek bu gücün sivil siyasetin içerisinden, yaşamımızın merkezinden elini eteğini çekmesi için de sahici reformlardan uzak dururuz. Bu yüzden de kısır bir döngü gibi belli periyotlar ile asker yaşamımıza kendi istediği yönde çeki düzen verir. Kendi durumuma gelince tüm bunlar bahane olmamalıydı, ne olursa olsun o gün elimden geleni yapmalı ve verilen kanuni olmayan emirleri uygulamamalıydım. Bu yüzden dünden bugüne Kürt halkının yaşadığı tüm olumsuz şeylerde hep payımın olduğunu bilerek yaşadım. Sevgili Meral’in önerisi gelince bu yüzden seve seve kabul ettim .Geçmişte olduğu gibi bugün de PKK ile mücadele adı altında yönelimin olduğun oldukça açıktır. Roboski katliamı ise bunun en belirgin örneğidir. Bu yüzden artık sizler yüzleşme mi dersiniz, vefa borcu nu dersiniz, bir borcun ödenmesi mi dersiniz tüm bunların toplama olarak da düşünebilirsiniz büzden buraya yerleşme kararı aldım.90lı yıllarda savaş için geldiğim bu topraklara bu sefer barış, hak, hukuk, adalet mücadelesi için geldim. Vicdanları erozyona uğramamış,hala insani değerlerini kaybetmemiş olanlar için bence bu bağ yeter de artar bile,ama vicdanları körelmiş olanlara da ağzınız ile kuş tutsanız nafiledir, bunu bilecek kadar da uzun yaşadığımı bu iklimlerde, bunu belirtmek isterim.

Sayın Hakim sevgili Meral Geylani ile ben 6 senedir Roboski aileleri ile birlikte Roboski katliamının failleri yargı önüne çıkarılsın Roboski ’de geçmiş dönemler de yaşanan katliamlar gibi unutulmasın diye hak ve adalet mücadelesi veriyoruz. Roboski katliamı yaşandığından bu yana AKP hükümetlerinin Roboski katliamı ve dosyasına yaklaşımı yok sayma, dosyamızı ve mücadelemizi elindeki tüm olanakları kullanarak tecrit etme yönündedir. Bu anlamı Roboski katliam dosyası için ohal öncesi beş senelik süreçte bir çavuş dahi görevinden alınmadan Türkiye’de iç yargı yolu tamamlandı. Ankara’nın soğuk dehlizlerinde kaybolmaz denilen dosyamızın üzerine beton dahi döküldü. Elbette Roboski rahatsızlığı olanlar için bu yeterli bir adım değildi. Hedeflerinde Roboski mücadelesini var edenler de vardı fakat ohal öncesi bizlere yönelim için uygun bir zemin vermiyordu. Çünkü 6 senedir verdiğimiz zorlu mücadele ile hem ulusal anlamda hem de uluslararası mana da bir meşruiyet zemini yakalamıştık. O yüzden komple bir yönelimi göze alamıyorlardı, bizlere fazlaca bir yönelim olmadan o süreci 15 temmuz başarısız darbe girişimi sonrası ilan edilen ohal sürecine kadar taşımasını bildik.
  
Sayın hakim devam edecek olursam 21 Mart 2013 tarihinden itibaren başlayan çözüm sürecini olumlu bulduk ve açıkça desteklediğimizi belirtebilirim. Çünkü büyük usta Yaşar Kemal’in belirttiği üzere ‘Dağlar insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir barıştır’. İlk defa çift taraflı bir ateşkes ilan edilmiş, savaşın dışında bir yol aranmaya başlanmıştı. En azından bize verilen izlenimler öyleydi, bizde milyonlarca insan gibi bu duruma oldukça sevindik. Maalesef o sevinç çok uzun böyle olmadı ve sevincimiz kursağımızda kaldı dersek de yalan olmaz. Çünkü yıllarca süren bir savaş sürecini yaşadı bu coğrafya ve savaşın ortaya çıkardığı birçok olumsuzluklar var. Şimdi bu sorunlar ile yüzleşmezseniz samimi bir barış, ya da çözüm süreci ortaya çıkmaz. Roboski katliamı da yüzleşmeniz gereken meselelerden biridir. Fakat daha çözüm sürecini ilan etmenizin ilk haftasında Roboski katliamının sözde aydınlatılması için kurulan ‘TBMM Uludere Alt Komisyonu’ bilerek, istenerek, planlanarak gerçekleştirilmiş Roboski katliamı için raporunda kaza ile, hata ile oldu dedi. O zaman çözüm sürecinin ne kadar samimiyetten uzak olduğunu gördük, zaten o dönemde alenen tepkimizi de kamuoyu ile paylaştık. Hatta daha yargısal anlamda dosyamız için yeni bir safha da olmamıza rağmen, sonucun daha bu komisyon kararı ile verildiğini söyledik, söylediğimiz gibi de oldu. Raporun açıklanması için seçilen günler de elbette rastlantısal değil, sözüm ona sözde çözüm, sözde barış için herkesin rehavete girdiği günlerde böyle bir raporu açıklamak tepkileri de minimize edecekti, maalesef öyle de oldu. Hemen raporun ardından Diyarbakır savcılığı harekete geçti, bir, bir buçuk senedir elinde tuttuğu dosya için 11 Haziran 2013 günü görevsizlik kararı verdi ve dosyayı Genelkurmay askeri savcılığına gönderdi. Yine aradan çok zaman geçmeden 07 Ocak 2014 tarihinde de Genelkurmay askeri savcılığı dosyamıza takipsizlik kararı verdi. Roboski aileleri ve avukatları bu kararın ardından 18 Temmuz 2014 tarihinde AYM’ye başvuru yaptı. Anayasa mahkemesi ise 24 Şubat 2015 tarihinde dosyalarda‘ eksiklerin zamanında giderilmediği’ gerekçesi ile Roboski katliam dosyasını ret etti
Yukarıda anlattıklarımızdan görüleceği üzere Roboski için ölü de doğmuş olsa çözüm süreci, bolca eleştirilerimiz olsa da kızılca şerbeti içip barışa evrimleşme ihtimali olan çözüm sürecini destekledik. İlerleyen zaman içerisinde bizler, Roboski aileleri için ölü doğan çözüm sürecinin Kürtler, Türkler, diğer halklar ve inançlar için de öldü doğduğunu acı deneyimle gördük. Sayın hakim çözüm sürecinin yaşandığı günlerde insanlığın görüp göreceği en eli kanlı örgütü olan İŞİD Irak’ta ortaya çıktı. Oradan da Suriye ve Suriye’nin Rojava bölgesine yayıldı. Bu cani örgüt önce faklı inanca sahip olan Ezidi Kürtlerine yöneldi ve Şengal’de soykırım gerçekleştirdi. Oradan kısa süre sonra Suriye’ye, Rojava’ya yöneldi, bu caniler gittikleri her yere ölüm götürdüler. Türkiye o süreçte mülteci kampları kurdu,ve zulme uğrayan, topraklarını arkalarında bırakan Arap halkına bu kamplara gelmeleri için çağrıda bulundu. O dönemde Suriye’li Kürtler kendi bölgelerini korudukları için bu kamplara gelmediler, gelseler dahi çok sınırlı kaldı. Fakat aynı durum Şengal’li Ezidi Kürtleri için geçerli değildi. Soykırıma maruz kalan Ezidi halkı bulundukları toprakları hızla ter etti, Suriye’deki Arap halkına karşı duyarlılık gösteren Türkiye maalesef Ezidi halkını kabul etmedi. Bunun üzerine binlerce insan günlerce yürüyerek K.Irak sınırına ulaştı. Oradan da Uludere’nin sınır köyü olan Roboski ve civar köylerden Türkiye sınırını kaçak yollarla geçtiler. Bu yüzden onlarca insan yollarda aşırı yorgunluktan ya da açlıktan yaşamını yitirdi. Bizler, Roboski Halkı, Şırnak halkından oluşan gönüllüler insan üstü bir çabayla Türkiye devletinin görmezden geldiği İŞİD canilerinin elinden kaçan binlerce Ezidi Kürt’ünü Roboski yaylasında karşılayarak belediyece kurulan kamplara yönlendirdik. İşid canileri Irak’tan sonra Suriye-Rojava’ya yöneldi. Bu çeteler girdikleri her yerde katliam yaptılar. Küçük bir Rojava kasabası olan Kobani’nin etrafını sardılar ve Şengal’de Ezidi Kürtlerine yapılan katliamın bir benzerine hazırlandılar. Kobani’ye tüm güçleri ile saldırdılar, Kobane halkı belki de insanlığın gördüğü en barbar örgütüne karşı o küçücük ilçede insanlığı savundu. Ve İşid canilerine geçit vermediler. O süreçte hem gazeteci olarak hem de insan hakları aktivisti olarak ben de uzunca bir süre Suruç ve etrafında o süreci takip ettim. Hatta Türkiye dahi o sürece seyirci kalamadı ve dahil oldu. KDP ve YNK Peşmergelerinin Kobani’ye geçmesi için sınırlarını açtı, ayrıca PYD-YPG’li yaralılar Türkiye’de tedavi edildi. Aynı dönemde PYD-YPG yetkilileri ile TC devleti yetkilileri de görüşüyorlardı. Savcının benim için hazırladığı iddianamenin dörtte üçlük kısmını oluşturan paylaşımları o dönemde yaptım Yukarıdaki anlattıklarımdan da anlaşılacağı üzere Ankara dahi o dönmede PYD-YPG’yi ‘ilegal’ bir örgüt olarak görmüyordu. Ayrıca cani bir örgüte karşı durduğu için de tüm dünyadan takdir dahi görüyordu. Şimdi illa da bir şeylerle bağlantım aranacaksa Irak’ta olsun, Suriye’de olsun İran ve Türkiye’de olsun binlerce yıldır her türlü zulmü yaşayan mazlum Kürt halkı ile kurulmalıdır. çünkü mazlumun yanında olmak en basitinden insanlık görevidir. Çözüm süreci boyunca yaşananlar bunlar ve açıkçası o dönemde Şengal’li Kürtlerin yaşadıklarına karşım,Rojavalı Kürtlerin yaşadıklarına dahil, ayrıca Roboski’ye yaşatılanlar üzerine bolca yazı ve sosyal medya paylaşımım oldu. O gün kamu adına hararet eden kimse de karşıma çıkıp bunlar suç unsuru içeriyor diyerek bir şey söylemedi ve soruşturmalara tabi olmadım.

Sonra samimiyetsiz çözüm sürecinin AKP hükümetlerine bir kazancı olmadığı görüldüğünde bıçak ile keser gibi bir an da çözüm süreci bitirildi. Neden böyle diyorsunuz derseniz 7 Haziran’a gelen süreci gazete arşivlerinden kontrol etmenizi tavsiye edebilirim. AKP hükümeti çözüm sürecin de tek başına hükümet olma vasfını dahi kaybetmişti. Sonra kırk yıllık söyleme ve icraata geri dönüldü. Sadece 7 Haziran ile Kasım ayında yapılmış olan seçimlere kadar yaşanan sürece dahi bakılsa neyin ne olduğunu görürsünüz. AKP hükümetleri çözüm süreci ile kaybettikleri oy kaybını güvenlikçi-militarist bir süreçle geri almasını bildi. Bunun uğruna çok büyük yıkımlar, insani felaketler yaşanması gerekti. İnanın 90lı yılları gören birisiyim. o dönemlerde dahi insanlık böylesi bir yıkıma şahit olmadı. İnsan Hakları örgütlerinin raporlarına göre yaşanan o süreçte yüzlerce sivil insan yaşamını yitirdi. Bir milyonun üzerinde insan bu süreçten etkilendi beşyüz bin insan yerini yurdunu terk etmek durumunda kaldı. Bizler, Roboski aileleri, aydınlar, yazarlar, siyasetçiler böylesi süreçlerin tehlikesi üzerine hükümete karşı uyarılarda bulunduk. Gözünü karartmış olan hükümet sözlerimize kulak asmadı ve bu süreci fırsat görenler 15 Temmuz 2016 tarihinde hükümete karşı başarısız olan bir darbe girişiminde bulundu. Hükümette bu başarısız darbe girişiminin sonuçları ile baş edebilmek için 20 Temmuz 2016 tarihinde tüm Türkiye’de ohal ilan etti. Bir iki ay da ohal’i kaldıracağız diyenler tam iki sene ohal ile ülkeyi yönettiler. Elbette ilk başta bir iki ay gerçekten darbecilere karşı kullanılan ohal, daha sonra hükümet yetkililerinin de söylediği gibi ‘fırsata’ dönüştürüldü. Artık ohal amacının dışında muhalefeti sindirme mekanizmasına dönüştürüldü. Geçmiş dönmeler de AKP hükümetleri için ayak bağı olmuş ve normal zamanlarda kurtulamayacak ne varsa ona karşı büyük yönelim süreci başlatıldı.Önce sadece darbeciler için ilan edilen ohal birden PKK ile mücadele adı altında Kürtleri hedef almaya başladı. Neredeyse tüm Kürt illerindeki HDP’li belediyelere kayyum atandı,çoğunun eş başkanı tutuklanarak içeriye alındı. Yine bu yüzden birçok HDP’li milletvekili tutuklanarak hapishanelere konuldu. Belki HDP’yi kapatmadılar ama nerede ise tüm yöneticileri PKK ile bağlantılanarak içeriye alındı.
Sayın hâkim hali ile bizden bu süreçten üzerimize düşen payı aldık. Ohal öncesinde Roboski katliamı dosyasından kurtulanlar sıraya bizi de koymuşlardı. Ohal ilanından üç veya dört ay sonra Roboski katliamı 5.yıldönümü anmasını gerçekleştirecektik. Anmamızın hazırlıklarını yaptığımız dönemde 25 aralık 2016 günü sabahın erken saatlerinde ihbar var denilerek köyde bizim ev dahil Roboski için aktif şekilde mücadele eden tam altı eve baskın düzenlendi.Anmamıza üç kala adeta rehin alındık ve anmamız tamamlanıncaya kadar da esaretliğimiz devam etti. Bizler gözaltında rehin olarak tutulurken asker de anma günü köyümüzün etrafını sarmak süretiyle anmamızı engellemek istedi. Fakat anmamız için köye gelen HDP’li milletvekillerinin devreye girmesiyle ancak temsili düzeyde anmamız yapılabildi. Gözaltına alınmamız ile başlayan süreçte asker ve polisin asıl isteği bizlerin tutuklanmamız marifeti ile köyden çıkmamızı sağlamaktı. O süreçte bu duruma mahkeme geçit vermedi, bizleri adli kontrol şartı ile serbest bıraktı. Ama mahkemenin bu tavrı dönemin diline uygun bir tavır değildi bu yüzden dönemin dilini oldukça kavramadıkları düşünülen hakim ve savcılar oradan alınarak başka yerlere gönderildi. Sizin önünüzdeki dosya da dahil ,o dönemde sosyal medya hesaplarımız derlenerek oluşturulan fezlekeden hakkımızda onlarca dava açıldı. İşin garibi ise bu paylaşımların çoğu eski tarihlere dayanıyor. Geldiğimizden beri bizi adım adım takip eden, yeri geldi mi de tehdit eden kolluk güçleri nasıl oldu da o tarihlerde bu paylaşımlarımızda suç unsuru bulmadı da ohal sonrası yapacağımız Roboski katliamı anması hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde birden paylaşımlarımızın suç unsuru oluşturduğunu düşünüp kaynağı neresi olduğunu bilemediğimiz sözde bir ihbar ile harekete geçip bizlere operasyonun startını veriyorlar. Ohal sürecinden aldıkları güç ile de bir daha kolluk güçlerini durdurabilene aşk olsun. Bir taraftan yargı yolu ile bizi köyden çıkarmak için harekete geçmişken, diğer taraftan da işlerini şansa bırakmayıp, bize köyde ev veren köylüleri de tehdit etmeyi de ihmal etmiyorlar. Bu yüzden oturduğumuz evden çıkmak zorunda kaldık ve daha sonrasında ise bir daha ev bulamadık. Hatta askerin bu yönelimine karşı köyde basın açıklaması da gerçekleştirdik. Ne yaptıksa kar etmeyince daha fazla köylülerimizin bizim yüzümüzden baskıya maruz kalmaması için bir süreliğine köyden çıkma kararı aldık. Tam köyden ayrılma kararı aldığımız dönemde ne tesadüf ise yargıdan da tutuklanmam için karar çıktı. Yani bizi köyden çıkarmak isteyenler bir taş ile iki kuş vurdular, hem bizi köyden çıkardılar, hem de önce beni ve ardımdan da sevgili Meral Geylani’nin tutuklanmasını sağladılar. Bu arada hakkında hiç bir soruşturma yokken derneğimiz Roboski-Der de bir gece ansızın çıkarılan KHK ile kapatıldı.

Sayın hakim gören gözler, duyan kulaklar için o önünüzdeki birleştirilmiş dosya içerdiği şeylerden çok fazlasını ifade ediyor. Bu dosyanın asıl görünmeyen yanına bakarsanız orada büyük bir operasyonu göreceksiniz. Bu operasyonun maksadı Roboski katliam dosyası ve mücadelesidir. İki aşamalı bir operasyondur, birinci aşamasında Ohal öncesi beş senede bir çavuş dahi görevinden alınmadan Roboski katliamı dosyasının üstü kapatıldı. İkinci aşaması ise Ohal fırsatçılığı ile tamamlanmak isteniyor, bu aşama da Roboski katliamının failleriini ortaya çıkarmak için ortaya koyduğumuz mücadele ve o mücadeleye verdiğimiz enternasyonal destek hedef durumunda, bizi hem cezalandırmak istiyorlar hemde dosyamız gibi mücadelemizi de Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybetmek istiyorlar. Önünüzdeki dosya savcının sık sık belirttiği üzere hiç te kuvvetli maddi delillere dayanmıyor. Zaten o yüzden bu Hidayet Bulut muhbircisi devreye sokulmuştur. Sevgili Meral Geylani tamamen bu yalancı muhbir yüzünden içeriye alınmıştır. Bende propagandadan yargılanırken bu yalancı Hidayet Bulut’un emniyete verdiği sözde bilgilerden sonra dosyalarımız birleştirilerek örgüt propagandasının yanı sıra örgüt üyeliğinden de yargılanmam sağlandı. Oysa Hidayet Bulut herkese açık şekilde yaptığımız paylaşımları, gizlilik havası vererek bir de üzerine hayal gücü ile hikaye yazarak dosyamıza dahil edilmiştir. Eğer savcı zahmet edip biraz araştırsaydı o zaman zaten o gönderilen fotolar yüzünden açılmış bir çok davamız olduğunu görürdü. Hakkımızda hiç bir maddi delil bulunamayınca dönüp dönüp herkese açık şekilde yaptığımız resim ve yazılardan medet umar duruma geldiler. Amaç hukuk değil de bizleri cezalandırmak olunca, hiç bir şeyin önü arkası incelenmiyor. Muhbir Hidayet Bulut Savvas Kalenderidis’in onu Yunanistan’a getirteceğiz sözünden yola çıkarak kaçacağımı düşünmüş ve bunun üzerine beni ihbar ettiğini söylemiş. Şimdi bu yalancı muhbir’in PKK ve YPG ile ilgili söylediği şeyler beni bağlamaz, benim söylediği gibi bir durumum söz konusu olamaz. Gazeteci olarak Kobane’ye geçtim ki benim geçtiğim dönemde oraya geçmeyen gazeteci yok gibiydi. Yine gazeteci olarak oranın yetkilileri ile de haberler yaptım. Yazdığı hikayeye gelince onu ben değil onun kanıtlaması gerekir. Bu yüzden de onun da mahkemeye dahil edilmesini istiyorum, at çamuru kalsın izi misali uyduruk hikayelerin üzerinden bize koca koca yılları içeren cezalar isteniyorsa onun da mahkemeye dahil edilip bu durumu enine boyuna açıklamasını talep ediyorum. Yalancı Hidayet Bulut tek bir yerde doğru söylüyor o da Yunanistan’a gideceğim konusunda, onda bile bin bir yalan ile donatarak söylüyor. Yunaniistan’a gideceğim bir sır değil ayrıca, yani uzun süredir orada olan ailemi arıyordum ve buldum. Aradığımı da, bulduğumu da, gideceğimi de açıkca herkese söyledim. Öyle gizli saklı değil, pasaportum şu an Şırnak emniyetinde oradan bir kopyasını isterseniz Yunanistan elçiliğinden vize aldığımı da görürsünüz. Fakat Roboski anması olduğu için o dönemde anmanın ertesi zamanına aldım. Gözaltına alınıp bırakıldıktan bir süre sonra devlet pasaportumu istedi ben e emniyete teslim ettim. Hidayet Bulut bu durumla ilgili dahi kırk yalanı bir arada söylemeyi becermiş. İşte Savvas Kalenderis ile konuşmuş, Kalenderis beni Yunanistan’a aldıracakmış, bunu duyan muhbir Hidayet Bulut soluğu ihbar hattında almış. Baştan aşağı yalan dolan, ya ihbarcılık özendirildiği için makbul bir yurttaş olmak isteyen Hidayet Bulut harekete geçti. Ya da polis onu korkuttuğu için böyle bir işe soyunduğunu düşünüyorum. Hiç düşünmek istemediğim ise Hidayet Bulut’un kadrolu muhbir olabileceği gerçeği. İhtiyaç halinde polis tarafından harekete geçiriliyor, muhbir de işini yapıp bundan parasını alıyor. Bunu dışında kalan hiç bir ithamını cevaplandırmayacağım, çünkü gerçek ile yakından uzaktan bir ilgisi yok. Ama bu isnadı yapanın bunu kanıtlamak gibi bir görevi olmalı, bu durumu mahkemenize bir kere daha hatırlatmak isterim. Hidayet Bulut çamur at izi kalsın misali yaptığı bu şeyin hesabını hukuk önünde mutlaka verecek, bugün olmasa dahi yarın.

Sayın hakim bu birleştirilmiş eklektik dosya da savcı ya bazı şeyleri hiç bilmiyor, ya da bilerek mahkemeyi bana karşı dolduruyor. Halkı askerlik aleyhine kışkırtıyormuşum. Allah aşkına kışkırtmak nedir, ben anti-militarist dünya görüşüne sahip savaş karşıtı olan barış aktiivistiyim. Vicdani ret ile ilgili çalışmalarım Roboski’den çok çok öncelere dayanır. Çok çeşitli platformlar ile vicdani ret mücadelesini yürüttük, zaten bu platformlar evrimleşerek şu an ki Vicdani Ret derneğini kurduk, hala da o derneğin üyesiyim. Hatta yakın bir zamanda hakkımda açılmış iki dosyaya bakan Uludere Asliye Ceza Mahkemesi iki dosya ile ilgili de beraat kararı vermiştir. Bakın Filistin örneğinde olduğu gibi yine bu konuda örnek vermek istiyorum ki çifte standartlarımızın geldiği nokta iyi anlaşılsın. Dünyaca ünlü boksör Muhammet Ali’yi hepimiz iyi tanırız , hatta M. Ali’yi sevmeyen de yok gibidir, sağ kesimin de sol kesimin de belki de nadir şekilde uzlaştıkları bir kaç kişiden biridir. Muhammet Ali boksör olmasının dışında aynı zaman da iyi bir aktivistir . Muhammet Ali 1967 yılında Vietnam savaşına gitmeyi ret etti. Muhammet Ali vicdani rettini ise ‘Benim Vietnamlılar ile sorunum yok, Onlar beni zenci diye aşağılamadılar. Benim düşmanım değiller, düşmanım olanlar zencileri aşağılayanlardır.’ diyerek açıklamıştır. Sayın hakim Muhammet Ali’nin bu sözlerinin altına beni kışkırtıcılıkla itham eden savcı dahi imzasını atar, siz de atarsınız, ben de seve seve atarım. Fakat Amerika yönetimi Muhammet Ali bu açıklamayı yaptı diye unvanını ve lisansını geri aldı. Neyse ki yanlış hesap Bağdat’tan döner misali 1970 yılında yüksek mahkeme Muhammet Ali için daha önce verilen kararı bozdu ve vicdani rettini haklı buldu. Ondan sonra vicdani ret düşünce ve inanç özgürlüğü kapsamında görülmeye başlandı. Birleşmiş Milletler insan hakları komisyonu 1987/46 sayılı kararı ile devletlerin bu hakkı tanımalarını ve cezalandırmaktan kaçınmaları yönünde çağrıda bulunmuştur. Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 18. Maddesi de vicdani retti yine özgürlük çerçevesinde ele almıştıır. Yine AİHM’nin vicdani retçilerin cezalandırılmalarını AİHS’nin ihlali olarak sayan bir çok kararı var. Yine AİHM’nin 2011 yılında Osman Murat Ülke kararı var, çıkan bu kararın ardından Avrupa konseyi Bakanlar komitesi Türkiye’nin vicdani ret ile ilgili yasal düzenleme yapma çağrısında bulundu. AKBK 2011 tarihi itibarıyla her sene benzeri çağrıyı Türkiye’ye yapmaya devam ediyor. Tüm bu gelişmeler mevcut iken biz vicdani retçiler Türkiye’nin konjektürel durumuna göre ya yok sayılıyoruz ya da maalesef yönelimlere maruz kalıyoruz. Muhammet Ali örneğinde olduğu gibi hele hele bir de Müslüman ise sınırlarımızın dışında kalan vicdani retçileri destekliyoruz, hatta yere göğe sığdıramıyoruz Filistin örneğinde de olduğu gibi fakat iş yine sınırlarımıza dayandı mı bir an da her şey alt üst oluyor, ve vicdani retçilere bildiğiniz cadı avı misali yönelimlere maruz kalıyoruz. Sayın savcının Muhammet Ali’nin vicdani ret kararı için hiç aklından geçmişmidir acaba Amerikan halkını yine Amerikan ordusuna karşı kışkırttığını, bence aklının ucundan bile geçmemiştir, ama söz konusu sınırlarımızın içerisi olunca birden biz vicdani retçiler kışkırtıcı oluveriyoruz. Yani dışarıda dini ya da siyasi görüşleri doğrultusunda yapabilirsin diyoruz. Fakat araya sınır girince olmaz öyle şey diyoruz ve her türlü kovuşturmaya maruz kalıyoruz.
Şimdi Roboskili ailelere gelince onların bizden akıl almasına gerek yok, o ailelerin yerine kendinizi koyabilirseniz, biraz empati yapabilirseniz, onlarca yıldır yaşadıklarının binde birini bile bilince çıkarma durumunuz olursa zaten yıllarca asker yönelimine maruz kalmış bu insanların orduya katılmama isteğini anlarsınız diye düşünüyorum. Evet doğrudur ailelere destek verdiğimiz, bundan sonra da vereceğimiz. Ne kışkırtmak ne de akıl vermek bizim işimiz değil, bizler dayanışma içerisinde bir vicdani retçi olarak deneyimlerimi aktarmamdan daha normal ne olabilir. Savcının söylemesiyle milleti askere karşı kışkırtmak da ne oluyor. Bu suçlamayı asla kabul etmiyorum, halkı askerlikten soğutuyor dese bir nebze anlayacağım ve bu durumu da kabul edebilirim. Çünkü halkı askerlikten soğutmanın suç oluşturduğuna inanmıyorum. böyle bir suçun varlığını kabul etmiyorum. Savcı zayıf olan iddianamesini belki böyle afilli sözler söylersem dolu gibi gözükür diye düşünerek kışkırtmak sözünü kullanmış olacak, vicdani ret litaretürüne yakından uzaktan hakim olmadığı anlaşılıyor. Vicdani ret öyle uzaktan kumanda ile dikte edilecek bir şey değil, çünkü vicdani rettini veren kişi direkt bu konuda ki ceza yasaları ile asker ile .polis ile karşı karşıya kalır. Devrimciyim, Sosyalistim , liberalim dediğinizde ceza yasaları ya da kolluk kuvvetleri ile karşı karşıya gelmezsiniz, ama vicdani rettinizi açıkladıktan sonra bunlar ile direkt karşı karşıya gelirsiniz. Yani gönüllü, bilerek, isteyerek yapılmazsa yapılmaz vicdani ret, öyle kışkırtma ile ,zorla olmaz anlayacağınız.
Sayın hâkim PKK’ye üye olmaya gelince herhalde bu üyelikler bakkaldan dağıtılıyor olmalı ki savcılık bir koşu bize üyelik payesi vermek istiyor. Bir insanı örgüt üyeliği ile suçlamak bu kadar kolay mı? AB , Avrupa Konseyi, AİHM gibi kurumlar Terörle mücadele kanununu eleştire eleştire bir hal oldular. Avrupa Birliğine girmemiz ile ilgili ne zaman bir bahis açılsa ilk Türkiye’nin önüne getirilen yasa ya da kanun bu değil mi? Revize edilmesi gerekmiyor mu? Savcı ne diyor, herhangi direkt üyelik dahi olmasa, aynı istikamette paylaşımlar yapıldı mı üyedir iddiasında bulunuyor. Yargıtay’ın da bir kararını buna örnek gösteriyor. Allah aşkına mahkeme bu durumu nasıl ayrıştıracak, dil meselesine HDP’de duyarlı, PKK’de şimdi Kürtçe dili ile ilgili bir paylaşım yaparsam bunu savcılık nereye yazacak, nasıl yorumlayacak çok merak ediyorum. Bu dediğimi Kürt sorunu ile ilgili her alana uygulayın. böyle şey olabilir mi, bu şekilde propagandadan, ya da üyelik suçlaması ile dava açılılabilir mi? Bir de ülkemizi , coğrafyamızı düşünün Kürt sorununa devletin, bürokrasinin hatta yargının dahi bakış açısı belli. Böyle bir yerde subjektif değerlendirmelerin önünü açacak şeyler yaparsanız dışarıda insan kalmaz.
Şimdi sayın hakim bir kere daha toparlamam gerekirse genelinde binlerce yıldır başka devletlerin sömürüsüne maruz kalan, son yüzyıllarda da Osmanlı dahil Cumhuriyet dönemine hatta günümüze kadar her türlü haksızlığa maruz kalan Kürt halkının yanında olmak için PKK’li olmama gerek yok, sadece insan olmak ve insan kalabilmek yeterlidir diye düüşünüyorum. Savcının benim hakkımdaki PKK’li olma iddiasına gelince, aslında savcının bu durumu ispatlaması lazım fakat savcının maddi olandan çok uzak olan bu iddianamesi yüzünden kendimizin PKK’li olmadığımızı ispatlamak gibi bir duruma sokuluyoruz bu durumu belirtmem gerekiyor. Örgüt üyeliğinden yargılanmamızın tek ve biricik nedeni, devlet iktidarın ihtiyaçları yüzünden Kürt halkına savaş başlattığında bizlerin Kürt halkı ile dayanışmayı sürdürmesi ve yapılan bu haksızlığı kabul etmeyişimizdir. Roboski ’de devletin açıkça yaptığı katliama rıza göstermeyip ne uğruna olursa olsun acılı Roboski aileleri ile birlikte mücadele sürdürmeye devam etmemizden dolayıdır. Hatta bu uğurda Pontos Rum halkı kimliğime de acımasızca yönelim oldu. Biz böyle olacağını bilmiyor muyduk, bilmiyoruz dersek yalan olur. Biz bu coğrafya da devlet aygıtı nedir iyi biliyoruz, yönelimine maruz kalmayan yok gibidir. Savaş dönemlerinde ise bu aygıt yönelimi en üst seviyeye çıkaracağını hem yakın geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz, hemde bizzat kendi deneyimlerimizin ışığında biliyorduk ve bile bile lades dedik. Tersini yapanlar da oldu, korkularına teslim olup arkalarına bakmadan kaçanlarda oldu, onları ayıplamıyoruz çünkü devlet bu korkuyu yaymak için tarihin görülmedik yönelimini gerçekleştirdi. PKK ile mücadele adı altında bunu yaptı, biz hiç mi korkmadık elbette insan olan bu kadar büyük yönelim karşısında korkacaktır fakat insanlığın bize yüklediği sorumluluk o korkuyu aşmamızı sağladı. Roboski köyünden yargı marifeti ile sökülüp alınıncaya kadar da elimizden geleni yaptık. Bundan sonra da elimizden geldiği kadarıyla mazlum Kürt halkı ile dayanışmaya devam edeceğiz.
Sayın Hakim savunmam şimdilik bundan ibarettir, elbette mahkemenin ilerleyen dönemlerindeki gelişmelere göre de ayrıca savunma hakkımı kullanmaya devam edeceğim. Ben bu zamana kadar bir çok mahkemeye çıktım, hepimiz biliyoruz ki anayasa 12 Eylül faşist askeri cuntanın bize yadigarıdır , faşist askeri cuntanın hazırlattığı bu yasaları dahi özgürlükçü bir yaklaşım ile okuma yaptığınızda kısmen iyi şeyler olabilecekken, söz konusu Kürtler ve biz gayri Müslüm halklar olunca böyle okunduğuna nerede ise hiç şahit olmadım. Maalesef kötü zamanlardan geçiyoruz ve böylesi zamanlarda 12 eylül askeri faşist cuntaya rahmet okutacak şeyler ile karşı karşıya kalabiliyoruz. Umarım tüm bunlar varken hala siz Türkiye’yi biraz olsun düşünüp bu 12 eylül kalıntısı yasaları pozitif mana da okumalar yapar ve bizlere olan yönelime dur dersiniz, yargının hükümetin parçası gibi hareket etmesi ve savaştan yana tavır alması yerine yargının barıştan yana pozitif tavır takınması Türkiye’nin de önünü açacaktır.
………/ 09/2018
Yannis Vasilis Yaylalı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız için teşekkür ediyorum