6 Mart 2019 Çarşamba

Yannis Vasilis Yaylalı: Gönüllü asker olmaya gittim, barış ve kardeşlik savunucusu olarak döndüm

Ben hayatımın ilk 20 yılını bir Türk olarak, sonraki 20 yılımı Kürt halkıyla dayanışarak geçirdim ve bu 20 yılımı da bir Pontus’lu olarak mücadele ederek geçireceğim. Şunu kesinlikle vurgulamak gerekir, Kürt halkının mücadelesi enternasyonel alanda müthiş bir model yarattı. Benim mücadelem de böyle başlamıştır. Kürt halkı yenilirse tüm halklar yenilecektir. Bu yüzden Kürt halkına bu kadar saldırıyorlar ve bu yüzden Kürt halkının direnişi desteklenmelidir. Kürt halkı direnişiyle kendisine olduğu kadar diğer halkalara da nefes olmuştur. Bu yüzden bu direnişçi halka destek olmalıyız.

Röportaj: Güney Bekdaş / Siyasi Haber

Geçmişte gönüllü bir asker olarak savaşmaya giden ve bulunduğu süre içinde yaşadıklarının ardından geriye barış ve kardeşlik savunucusu olarak dönen Yannis Vasilis Yaylalı ile konuştuk. Yaylalı, “Ben hayatımın ilk 20 yılını bir Türk olarak, sonraki 20 yılımı Kürt halkıyla dayanışarak geçirdim ve bu 20 yılımı da bir Pontus’lu olarak mücadele ederek geçireceğim” diyor..

İlk olarak sizi biraz tanıyabilir miyiz ?

Öncelikle ben Yannis Vasilis. Tabi hep Yannis Vasilis Yaylalı değildim. Daha önce askere gitmeden önce İbrahim Yaylalı’ydım. O zaman Rumluğum ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip değildim ve Türk ırkçılığı yapıyordum. Ama yaşadığım yerden, aldığım eğitimden kaynaklanıyordu elbette.
Askere giderken de bu şekildeydi. İbrahim, Yannis gibi olmadığı için seve seve gitti. Herkes Türkiye’den başka taraflara kaçarken ben gönüllü savaşmaya gittim. Hatta askerlik şubesine gittiğimde oradaki subayı komando olmak için zorladım. O ezberletilmiş bilgilerle askere gittim. Ve doksanlı yıllardı.
Doksanlı yılları bilmeyen yoktur bugün. Gerçi bugün artık biz doksanlarda şunları şunları yaşadık diyemiyoruz. Çünkü bugün yaşananlar doksanları çok çok geçmiş durumda. Ama doksanlı yıllarda da çok büyük acılar yaşandı. Yani yüz binlerce insan evini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Yine binlerce insan yaşamını yitirdi. 50.000 in üzerinde insan yaşamını yitirdi o dönemde. Toplu mezarların haddi hesabı yok. İHD’nin çalışmalarına göre 400 ün üzerinde toplu mezar var. Ve o dönemde yaşananlardan,  bilinçsiz de olsa- ezbere de olsa, gidip bunun bir parçası olduğumuz için de bizler de sorumluyuz. Ta ki Uludere sınır bölgesinde,  Güney Kürdistan da esir düşünceye kadar İbrahim Yaylalı olarak ben de parçasıydım tüm bu yaşanılanların.
Bir röportajınızda Türklük için savaşırken Rum olduğumu öğrendim diyorsunuz…
Şu an gördüğünüz gibi sağ ayağımın üstünden vuruldum. İki gün arazide kaldım. Tabi gerilla beni buldu. Ben gerillayı çok farklı olarak bekliyorum. Gerilla beni karşıladı. Yarı baygınım, kan kaybetmişim. Beni bulan gerilla ise savaş koşullarındaki haklarımdan bahsediyor. Ne hakkı hukuku, ne savaşı? Bir kere biz savaş olarak dahi algılamıyoruz. Dışarıdan üç beş kişi gelmişler ülkeyi bölmeye çalışıyorlar bizim gözümüzde. Biz o zaman böyle bakıyoruz.

O gün benim miladım oldu. Yani o günle beraber, benim o şekilde alınmam, iyi davranılması hak hukukumun tanınması… Ki onlar da zor durumdalar. Cenazeleri vardı beni alan ekibin. Kampa çıkaracaklardı. O haldeyken beni yakaladılar. Onların en zor anında ben de onların eline esir düştüm. O haldeyken bana böyle davrandılar. Rol yapmaları imkansızdı. Bizde öyle bir şey olmuş olsaydı, ki oldu da defalarca, sağ ele geçirilen gerilla konuşmazsa kolu bacağı kesilir uçaklardan atılırdı. Asker böyleyken gerilla böyle davrandı. Onunla beraber bizim yaptığımız köy yakmaları vs. hepsini üst üste koyunca var olan ezberim tuzla buz oldu. O gün bu gündür halkların kardeşliği ve barış için elimden geleni yapıyorum.
Ailenize mi söyleniyor ilk olarak Rum olduğunuz?
Aileme tehdit için söyleniyor. Ailem 3. aydan sonra beni aramak için çeşitli yerlere gidiyor. Tabi Ankara’ya da gidiyorlar. Orada subaylarla görüşüyorlar. Ailem biz çocuğumuzu istiyoruz diyor. Asker ise “bakın siz sağa sola gidiyorsunuz, her tarafı harekete geçiriyorsunuz ama sizin başınız belaya girer” diyorlar. Siz Rumsunuz, başınız belaya girer diyorlar. Aslında aile büyüklerimiz biliyor ama bir şekilde bizden saklıyorlar bu gerçeği. Bir yalana inanıp ona bizi de inandırmışlar.
Biz büyükbabamızın kurtuluş savaşına gidip orada yaşamını yitirdiğini ve cenazesinin getirilemediğini düşünüyorduk. Ama daha sonradan öğrendik ki dedemizin babası Bafra’nın karşısında Rumların yoğun yaşadığı bir yerdeki bir mağarada Rum arkadaşlarıyla katledilmiş. Dedemiz de üç dört yaşındayken Bafralı bir Türk aileye veriliyor. Orada tam bir devşirme kültürüyle dedem yetiştiriliyor ve bugün bize kadar geliyor.
Kurtuluş Savaşı anlatısında hangi taşını kaldırsanız altından bu coğrafyanın kadim halklarından bir tanesinin trajedisi çıkıyor. Batı Anadolu ve Pontus’ta yaşayan 2 milyona yakın Rum’a ne oldu? Nerede 3000 yılı aşkın zamandır bu topraklarda yaşayan bunca insan?
Türk burjuvazisinin malı, yani sermayesi oldu. Son dönemde Nevzat Onaran onun üzerine çok güzel bir çalışma yaptı. “1915 Şifresi: Emvâl-i Metrûke” isimli bir araştırma yayınladı. Ermeni soykırımından başlayıp Rumlara kadar ve diğer halklar da dahil geride bıraktıkları malların nasıl yağmalandığını ele alan iki ciltlik çok güzel bir kitabı var. Açsak bununla ilgili birçok şey gösterebilirim size.
Aslında iki şeyden dolayı katliamlar oldu. Bunun ilki gerçekten Osmanlı Türk vücuduyla daralmış bir coğrafyaya sıkışmıştı. Yani her gün kan kaybediyordu. Daralmış bir toprak parçasına sıkışmıştı. Ve ittihatçılar, Osmanlının o son dönemi Abdülhamit de genç Osmanlılar da dahildir, ırkçlık üzerinden bir çıkış yolu aradılar. Ve bunun gereğini de yaptılar. Ülke sermayesinin yüzde yetmişi sekseni gayrimüslimlerin elindeydi ve bunların el değiştirmesi gerekiyordu. Kimse iktidarı elinde tutuyorsun diye kendi malını “buyur al” demez. O istedikleri tekçil anlayışa sahip bir devlete geçiş için bir kere orada ekonominin el değiştirmesi gerekiyordu. Bunu yaptılar. Başarılı da yaptılar her şeyi söküp attılar.
Sinop Milletvekili Rıza Nur ve Topal Osman arsında geçen anlatı çok iyidir. Topal Osman cahil bir insan, aşırı Türkçü ve İslamcı. “Türklük için savaşıyorum, iyi mi yapıyorum” diyor Topal Osman. Rıza Nur “sen sağa sola bakma, iyi yapıyorsun” diyor.  Topal Osman “ben devletin işine yarayacak binaları (kiliseler, okullar) koruyorum” dediğinde Rıza Nur’un verdiği yanıt “hayır, hiç bir şey bırakmayın, yakın yıkın” oluyor. Geride tarihi anımsatacak tek bir taş kalmasın istiyor… Gerçekten de yakıp yıktılar, hiçbir şey bırakmadılar. Birileri çıkıp hesap sormasın “ne oldu” demesin diye.
O kiliseler ne oldu?
Bafra da seksenin üzerinde kilise, 100’ün üzerinde okul varmış, hiç biri sağlam bırakılmamış, hepsi yıkılmış! Bafra da tek bir tabela var,  o da Ermenice! Dışarıdan tanıklıklar, ağıtlar, haykırmalar olmasa böyle bir şey yaşandı bile diyemeyeceksin. Bırakın parayı, malı, binayı canımızı almışlar. Ve bunların kayıtları da var.  Gizli meclis görüşmelerinin tutanaklarında görülebiliyor. Misal, üç kafile çıkmış Bafra’dan şu tarihte. Samsun’un bir ilçesine kadar gelmiş sonra hepsi katledilmiş. Yani fiziki saldırıyı da engellemiyorlar, artı o dönemin coğrafi koşulları var. Yani normal öldürmelerin dışında doğaya da bırakmışlar.
Yani Kurtuluş Savaşı dediğimiz şeyde bizden, Rumlardan kurtuldular. Malımızın da üzerine oturdular. Bugün hala bu zihniyetle halklara müdahale ediyorlar. Yani önce gayrimüslimleri bitirdiler, şimdi ise varlık mücadelesini sürdüren Kürtlerde sıra. Derler ya, Kürtler var olduklarını ispatlamaya çalışıyor, bizler ise yok edildiğimizi…
Rumlar kendilerinin yok edildiklerini ispatlamaya çalışıyorlar diyorsunuz. Bir yanda da bugün kendi varlıklarını kabullendirmeye çalışan bir Kürt halkı var. Devlet geçmişte edindiği tecrübelerle bugün Kürt halkına saldırıyor diyebilir miyiz?
Diyebiliriz tabi. Türk devlet yapılanması tekçi bir zihniyete sahip. Bu anlayış da kendini ancak daha faşizan, daha buyurgan, daha saldırgan yöneterek var edebiliyor. Sen demokrasiyle yönetmeye kalkarsan bu coğrafyayı, senin neler yaptığın, senden öncekilerin neler yaptığı ortaya çıkacaktır. Çünkü bugünkilerin kafası o günkilerden farklı değil.
Bugün ki iktidar kazım Karabekir’i öve öve bitiremez. Aynı kazım Karabekir ne demiş bakın:  “itilaf kuvvetlerinden korkmayın. Daha geçen hafta memleketimize gönderilmek istenen alaylar biz gitmeyiz diyerek silah çatılarını bırakıp sıvışmışlardır. İtilaf devletleri savaşlardan o kadar yorgun çıktılar ki memleketimizde tek bir mihver bile öldürmeye razı değiller. Karşımızda Rum ve Ermeni’den başka kimseyi görmeyeceğiz. İtilaf devletleri İstanbul da  bostan korkuluğundan başka bir şey değildir.”  Aslında Kazım Karabekir kimlerle savaşıldığını çok net anlatmış. Bugün her fırsatta Kazım Karabekir’i öven iktidar da aynı zihniyete sahip.  O dönemde herkesin gözü önünde Rum – Ermeni katliamı oldu. Almanların, Fransızların gözü önünde o katliamlar yapıldı. Ve hepsi o dönem aynı bugün Amerika’nın seyrettiği gibi seyrettiler. Bu zihniyetleri geçmişten beri böyleydi. Türk ve İslam yaşayacaklar… Özü hiç değişmemiştir. Bu, ancak mücadele eden halklar sayesinde değişecek.
Uluslararası alan da böyle, aslında İstibdat Dönemindeki ruh bugünde bir şekilde devam ediyor. Peki stratejik olarak neler değişti? o dönemki devletin tarzıyla bugün ki iktidar arasında fark nedir ?
Hiçbir fark yok. Şimdiki mecliste muhalefet var deniyor ama 1. Mecliste de muhalifler vardı. Hatta Ali Şükrü ile Topal Osman’ı Atatürk öldürttü. Sonrada meclisin önünde Topal Osman’ı üç gün sallandırdı. Sonrada kahraman ilan edildi. Ama meclisin işlevine bakarım ben. Mecliste şimdi beş tane, on tane partinin olması hiçbir şey iade etmiyor. Şimdi bir tek HDP var, ama ondan da zaten kurtulmaya çalışıyorlar.
Peki CHP, MHP AKP’den farklı mı, değil. Kürt halkı için her saldırı önerisi geldiğinde, savaş tezkeresi geldiğinde koşmuyorlar mı AKP’den önce, koşuyorlar. 1. Meclis Ermeni ve Rum katliamları üzerine kurulmuş, katliamdan sonra da ortaya çıkılmış ve kardeşlik havariliği yapılmıştı.
Gerçi bizim sol da ilk Sözleşmeye, 1. Meclis sürecine dönüş dedi ama neyin sözleşmesi bu? Kendimizle de yüzleşeceğiz. Maalesef Kemalizm’le hesaplaşmak söylendiği kadar kolay değil. Bizim canımızı yakan sadece devlet değil. Bunu biz biliyoruz zaten. Devlet tekçil zihniyete sahip. Katledebildiği kadar katledip Türkçü ve İslamcı hukuku bize dayatmaya çalışır. Biz bunu biliyoruz, buna karşı savaşıyoruz. Asıl sorun kendi içimizde. Mesela 19 Mayıs olduğunda bakıyorum evrensel gazetesi, birgün gazetesi ya reklam alıyor ya da köşesinde bir bayram havasıyla kutluyor 19 Mayıs’ı. Neyin bayramı bu? Pontus Rumlarının katliamının mı? Her katliamı sonrasında çocuklar, gençler üzerinden meşrulaştırmaya çalışmışlar. 24 Nisan Ermeni tehcir kararını 23 Nisan çocuk bayramıyla, Rum katliamını ise 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramıyla “kutsamışlar”. Kimilerimi de her sene bu oyuna geliyor. Her sene kahrımıza kahır ekleniyor.
Fırsat bulmuşken bunu da dillendireyim dedim. Çünkü biz her sene bununla uğraşıyoruz. Her sene böyle şeyler yapılmasın edilmesin diyoruz. Şuanda çok güçlü değiliz. Yani öyle çok güçlü bir lobimiz yok. İnisiyatifimiz falan yok.  Sadece Avrupa da birkaç arkadaşımız var. Burada yavaş yavaş bazı arkadaşlarımız bir araya gelmeye başladık. O yüzden çok güçlü gidip de keskin bir tarafından çekip de diğer konfederasyonları, siyasi partileri ziyaret edip “aman yapmayın etmeyin, hala böyle şeyler mi yapıyorsunuz, bu bize yakışır mı” diyemiyoruz henüz. Umarım ileride biraz daha güçlenirsek bu tür ziyaretlerimizde olacaktır. Hazır konusu açılmışken değinmiş olalım.
Kemalizm’le yüzleşmek demişken yakın zamanda Facebook’ta yaptığınız bir paylaşımdan dolayı “M. Kemale hakaretten” yargılanıyormuşsunuz. Hakkınızda tutuklama talebi ve vatandaşlık haklarınızın elinizden alınması talebi var. Ne yaptınız, hakaret mi etiniz, ne dediniz M.Kemal’e?
Pontus soykırımı yıldönümü anısına bir paylaşım yaptım. Bu paylaşımda 1914-23 yılları arasında Amasya, Samsun, Giresun’da 134 bin 38, Niksar’da 27 bin 216, Trabzon’da 38 bin 434, Tokat’ta 64 bin 582, Maçka’da 17 bin 479, Şebinkarahisar’da ise 21 bin 448 kişi; mübadele sonrası sürgün yollarında katledilen 5 bin kişi ile beraber toplam 353 bin 237 Rum Mustafa Kemal’in emriyle merkez ordusu komutanı Nurettin Paşa ve çete reisi Topal Osman tarafından katledildiğini yazan fotoğrafı paylaşmıştım. Bunlar hakaret değil, bilinen şeyler.
Aslında önce devlet büyüklerine hakaretti soruşturma. Sadece Mustafa kemal değildi.  Topal Osman ve Nurettin Paşa’yı da dahil ediyordu savcı. Sonra ben Topal Osman’ın nasıl biri olduğunu biraz anlatıp Rumlara Pontus’lara yaptığını geçip, Atatürk’ün kendisini öldürmeye çalıştığını; Ali şükrü Beyi öldürdüğünü; Çankaya Köşkünde Mustafa Kemal’i esir almaya çalıştığını; daha sonra Mustafa Kemal’in kurtarıldığını ve muhafız alayının Topal Osman’ı sıkıştırıp bir konakta öldürerek kafasını kestiğini; sonra onu oradan alıp üç gün Meclis’in önünde sallandırıldığını” anlatında savcı fik ir değiştirdi.
Nazilerden esinlendiğini söyleyerek dumanla insan katletmeyi öğrendiler. Ayşe Hür de bir çalışmasında bundan bahsetmiştir yine. O dönemlerde, vapur ve trenlerde kömür kullanılır hareket etmesi için. O insanlar yakılarak o trenlere yakıt yapıldı! Yani bunların hepsi biliniyor. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları da bunları söylüyor. Falih Rıfkı Atay da onun örneğini vermişti. Topal Osman Merkez Ordusu’nun komutanlarından biri. Daha önce ona bir milis ordusu ayarladılar. Ondan sonra da 3. Kolordunun yeterli olmadığını düşünüp Merkez Ordusu’nu kurdular. Ve Merkez Ordusun’da merkezin komutanı Enver paşa. Daha kötüsü var, Dersim Katliamından sorumlu komutan Nurettin Paşa da Merkez Ordusu’ndan. Merkez Ordusu komutanı Nurettin Paşa 1921’deki meclis gizli görüşmelerinde görevden alınıyor. 11 başlıkta suç isnat ediliyor kendisine,  Pontus katliamı da bunlardan biri.
Pontus imha operasyonu, meclis gizli oturumunda 29 Ekim 1921’de tartışıldı. Mesela sadece eli silah tutan erkekler sürülecek denmişti oysa çoluk çocuk, yaşa başa bakılmadan oradaki tüm varlık sökülüp atılıyor. Bu da yine gizli meclis görüşmelerinde ele alınıyor. Zaten orada yine Fethi Okyar’la ilgili bir konuşmasında itiraf da ediyor. Özellikle Samsun konuşmasında itiraf ediyor. ‘İşte Samsun’da şu kadar insan vardı, misal  95 bin insan vardı, bunların 40 binini sürdük. 40 bini de dağa çıktı. Şu kadar da insan öldürüldü, vs.’ Aslında o dağa çıktı dediklerinin de çoğunu yine o operasyonlarda katlettiler. Yani çok karanlık bir tarih var ve biz bu tarihlere başka yerden gidip bakmıyoruz. Bunları yine kendi belgelerinden, görüşme ve çalışmalarından anlıyoruz.
Yani aslında devletin kendi belgelerinden edindiğiniz bilgilerle yaptığınız paylaşım üzerinden size böyle bir dava açılıyor.
Tabi tabi kendi belgelerinden dava açılıyor. Yani benim anlattığım şey, başından itibaren Mustafa Kemal’in ne kadar katil varsa etrafında topladığı ve onları koruduğu.  Sonuna kadar. Topal Osman kendi edinceye kadar koruyor. Nurettin Paşa’yı yine aynı. Biliyorsunuz İzmir’i de Nurettin Paşa yaktı ve Mustafa Kemal yine oradaydı. Yani yakılan, yıkılan, soykırım yapılan her yerin sağında, solunda, etrafında mutlaka Mustafa Kemal var. Engellemek yerine onları sonuna kadar korudular.
Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919 da Samsun’a gizlice geldiği de tam bir yalan. Yok öyle bir şey. Onun da dahil olduğu 34 kişiye İngilizler vize veriyor. Karadeniz’e Türk çetecileri bastırsın, katliamları önlesin diye gönderilmiştir. Ama o daha 1. ayında çete reislerinin hepsini topluyor. Bu vize meselesi belgeli bir bilgidir, kesindir yani.
Atatürk’e vizeyi nasıl verdim kitabında yazar Bennett şöyle diyor;  “Mustafa Kemal ile 1 Mayıs 1919’da tanıştım… Samsun’a 35 kişinin gideceğini görünce şüphelendim… Evet, bunun için benim mesuliyetimin üstünde gördüm. Bunların hepsine vize vermek, çünkü bana 3-4 kişi gidecek, vize vereceksiniz yani talimat, emir verildi. 35 kişi ve bunların hepsi büyük adamlar. Yani levazım filan değildir. Bütün evrakı aldım. Ve Şişli’deki İngiliz Kumandanlığı’na gittim. 3-4 kişi yerine 35 kişi vize ister, vizeyi verebilir miyim? Onlar telefon ettiler ve cevap geldi ki: Siz veriniz. Biz evvela İngiliz Başkomiserliğine, o zaman Rumbolt komiserdi, sefir yoktu. Onlar bize cevap verdiler: Mustafa Kemal gitsin ve ne ki lazımsa yapsın. Ben derhal gittim, vizeyi verdim. Vizeleri imza ettim ve teslim ettim. Ben anladım ki orada bir heyecan var, anladım ki yani bir şey var, fakat ben hiçbir şey söylemedim… Biliyorsunuz Yunanlar daha işgal etmemişlerdi değil mi? Yunanların işgal ettiği haberi gelince bunlar derhal karar verdiler. Çünkü benim gördüğüm hal, oradaki Harbiye Nezareti’nde hazırlık tamam değildi. Belki bunun için biz 35 kişiye vize verdiğimiz halde, yalnız 19 kişi gitti. Hepsi hazır değildi. Gazete 19 kişi der fakat ben hatırımda çok iyi kalıyor ki 35 kişiye vize verildi. Fakat bu İzmir işgali sebebiyle acele gitmişler ve kim ki hazır değildi, sonra gelsin denildi, ben öyle anladım. Bence İsmet Paşa isteseydi giderdi, evrakı hazırdı, mani yoktu. Vizesi, her şeyi vardı, tabii o biraz geç kaldı. Birkaç hafta sonra gitti değil mi? Ben o zaman irtibat zabitiydim. İstihbarata Eylül’de 3 ay sonra atandım. Bu nisan, mayıs, haziran, temmuzda ben hep, şey, ben hep Harbiye Nezareti’ndeydim.” Normalde Bennett gitmesini istemiyor ama İngiliz üst komutanları, yetkililer gitsin diyor. Ne lazımsa yapsın yanıtını aldığını söyler.
Yani M. Kemal’in Samsun’a çıkışı, yaptıkları, buluşmalar tamamen oradaki halklara karşı bir tutumdur. Önce Ermenilerin sonra Rumların katledilmesinde büyük rol oynamıştır. Oradaki çetelere karşı değil, onlarla birlikte davranmış, hatta oradaki çeteleri örgütsüz bularak Merkez Ordusu’nu kurmuştur. Bu yüzden Topal Osman’a milis birliği kurduruyor.  Ama yine istedikleri sayıda, istedikleri gibi orayı boşaltıp, katliam yapamıyorlar. Bunu daha örgütlü hale Mustafa Kemal getiriyor.
Bunlar belgelerle ispatlı tarihsel bilgilerdir. Tabi bu belgelerde kimi ayrıntıları kendi yararlarına olacak şekilde aktarılıyor. Örneğin Amele Taburları vardır. 22 Mayıs 1914 tarihli, geçici askerlik kanunu ile İslam dini dışında kalan her erkek askerlik yapmak zorunda kılındı. Ama Müslüman olmayanların çok azı normal askerlik yapabildi. Çoğunluk Amele Taburları denen geri hizmet birliklerine alındı. Şimdi sadece emek sömürüsü olduğunu söylüyorlar ama eşit şekilde herkes oraya katılsa yine anlayışla karşılarım. Ama Amele Taburları özellikle Karadeniz’de Rum halkının katledildiği yerler anlamındaydı. Zaten bunların haberi geldikçe firarlar oldu. İşte Balkan savaşı sonrası 1.  Dünya savaşı öncesi asker kaçakları hikayesi bundan kaynaklı.
Yani tamamen mantıkları oradaki varlığı yok etmek üzerine kuruludur. Zaten bu 1. Ordu’ya bakıldığında belli oluyor. 4810 Müslüman’a karşılık 11 bin 800 Rum, 7318 ermeni, 1600 Yahudi var bu taburların birinde mesela. Bunlar tabi daha sonra daha da değişiyor. Sayılarda Müslümanlar gittikçe azalıyor ve bunlar örgütlendikçe oradaki halklara karşı saldırılar o denli artıyor.
Amele Taburları bizim varlığımızın yok edilmesinde, daha sonra buraya gitmek istemeyip kendi varlıklarını korumak için partizan birliklerin oluşturulmasında çok önemli bir etken olmuştur. Balkan savaşının sonrasında Müslümanları Rumların, Ermenilerin yaşadıkları topraklara yerleştirmek istediler bilinçli olarak. Ve bu uygulamaya karşılık verileceği biliniyordu. Sorun yaşanacağı biliniyordu.
Bu uygulama ilk önce Samsun’da hayata geçiriliyor. Samsun’un birçok Rum köyünü Müslüman nüfus yerleştirilmek isteniyor. Karşı çıkılan köyler ise yakılıyor. Bunun üzerine bir de Amele Taburları kararı gelince oradaki insanlar durumu anlıyorlar ve partizan birlikleri örgütlenmeye başlanıyor.
Samsunlu bir Rum’un önderlik ettiği ilk partizan birlikleri 1914’ten itibaren oluşturulmaya başlanıyor. Birçok kişinin katılımıyla 3000’e yakın partizan oluştu. Ve birçok yerde artık saldırılara karşı kendilerini korumaya başladılar.  Çünkü özellikle Balkan Savaşından sonra çok yoğun saldırılar başladı. Daralıp içe kapanıldıkça içerideki tüm diğer halkları yok etmek, kaçırtmak için her türlü saldırıyı yaptılar.
Buna karşı da Karadeniz’de Ordu ve etrafında kimi hareketlenmeler olsa da özellikle Samsun bölgesinde Partizan birlikleri oluştu. Samsun Neviyan bölgesinin çok korunaklı olmasından dolayı Samsun partizan birlikleri ile halk o dönemde meşru savunmasını o bölgede oluşturdu ve kendisini korumaya çalıştı.  Ama koşullar kendilerinin karşısındaydı.  Ve maalesef soykırıma tabi olmaktan kurtulamadılar.
Son olarak bizlere söylemek istediğiniz başka şeyler var mı?
Ben hayatımın ilk 20 yılını bir Türk olarak, sonraki 20 yılımı Kürt halkıyla dayanışarak geçirdim ve bu 20 yılımı da bir Pontus’lu olarak mücadele ederek geçireceğim. Şunu kesinlikle vurgulamak gerekir, Kürt halkının mücadelesi enternasyonel alanda müthiş bir model yarattı. Benim mücadelem de böyle başlamıştır. Kürt halkı yenilirse tüm halklar yenilecektir. Bu yüzden Kürt halkına bu kadar saldırıyorlar ve bu yüzden Kürt halkının direnişi desteklenmelidir. Kürt halkı direnişiyle kendisine olduğu kadar diğer halkalara da nefes olmuştur. Bu yüzden bu direnişçi halka destek olmalıyız.

YANNİS VASİLİS YAYLALI: ANADOLU (KÜÇÜK ASYA) HALKLARINA ÖZGÜRLÜK

Kitabın adı: Yannis Vasilis Yaylalı: Anadolu (Küçük Asya) Halklarına Özgürlük

Metinler: Yannis Vasilis Yaylalı, Meral Geylani, Tamer Çilingir, Hronis Amanatidis, Theofanis Malkidis

Yayın Danışmanı: Mihalis Haralambidis
Giriş – Çeviri – Düzenleme: Theofanis Malkidis
Yayınevi: Efxeinos Logos (Εύξεινος Λόγος) Atina 2018, Uluslararası Soykırımı Tanıma Komitesi


ISBN 978-618-82880-9-6
Bu kitap Küçük Asya’nın kadim halkları Rumlar/Helenler, Ermeniler, Süryaniler ve Kürtlere karşı işlenmiş suçların tanınmasına katkı olması amacıyla Türkçe ve Yunanca olmak üzere aktivist ve halen tutsak olan Yannis Vasilis Yaylalı, Yannis’in hayat arkadaşı ve halen o da tutsak olan Meral Geylani, Pontos Soykırımı üzerine Türkçe bir kitap yazmış olan Tamer Çilingir, Hronis Amanatidis, Theofanis Malkidis ve Mihalis Haralambidis’in yazdıkları metinlerden derlenerek hazırlanmıştır.
Yannis Vasilis Yaylalı’nın özgürlüğü için Jön-Türklerin, Kemalistlerin ve bugün onların devamcısı Erdoğan’ın cinayetlerine karşı Yunanistan, Türkiye ve dünyada çok önemli mesajlar içeren bir hareket oluşturarak halkların özgürlük mücadelesine bir katkıdır aynı zamanda.
Samsun Bafra’da  İbrahim Yaylalı olarak dünyaya gelen Yannis Vaislis Yaylalı,  Rum/Helen kimliğini keşfettikten sonra hayat arkadaşı Meral Geylani ile birlikte Pontoslu Rumlar/Helenler Kürtler ve tüm insanlık için hayatını özgürlük, demokrasi ve gerçeğin mücadelesine adamıştır. Yannis Vasilis Yaylalı, Küçük Asya halklarının bir kahramanı, sembolüdür.
Ankara, Stuttgart, Strazburg, New York, Moskova, Yeni İzmir, Lavrion ve Yunanistan’ın diğer şehirlerinde, Yannis Vasilis Yaylalı’ya madalyasını gönderen Yunan atlet George Zachariades’in mesajlarında Yannis’in derhal serbest bırakılması haykırılıyor.
Gerçek, Hafıza ve Tarih için Faşizme Karşı Mücadele Sürüyor!
Yannis Vasilis Yaylalı’ya Özgürlük!
Küçük Asya Halklarına Özgürlük!
(Tanıtım Bülteni)

KEMALİSTLER RUMLARIN VE ERMENİLERİN BEDENLERİNİ ENDÜSTRİYEL KULLANIM İÇİN SATTI MI?

Bir İnsan Kemikleri Kargosunun Hikayesi: The New York Times (23 Aralık 1924)
Çeviri: Serdar Koçman

2013 yılında tarihçi Vlassis Agtzidis, Mustafa Kemal Ataturk (Kemalistler) yönetiminin İngiliz bandıralı bir gemi ile Marsilya (Fransa) limanına 400 ton insan kemiğini (yaklaşık 50,000 insan vücudu) nasıl yolladığını anlatan 1924 yılına ait üç gazete haberini ortaya çıkardı.  Haberler The New York Times’da, Midi isimli bir Fransız gazetesinde ve Macedonia adlı bir Yunan gazetesinde çıktı. Gazete haberleri insan kemiklerinin Türkiye’nin Marmara Denizindeki Mudanya limanından nasıl yüklendiğini anlatmaktadır. 
Agtzidis, bu cesetlerin kemiklerinin endüstriyel kullanım için sevk edilmiş olabileceğini savunmaktadır. Agtzidis, Almanların, Yahudilerin bedenlerini sabun üretmek için kullanmış olabileceğine dair miti derinlemesine araştıran  Eyal Ballas’ın yönettiği Sabunlar isimli bir filme atıfta bulunmaktadır. 
Agtzidis’e göre söz konusu dönem boyunca Fransızlar Türk yanlısı idi ve endüstriyel kullanım için ölü kurbanların kemiklerini satın almak onlar için etik bir sorun oluşturmuyordu.

23 Aralık 1924 tarihli The New York makalesi şunları belirtiyordu:
“Marsilya, ülkedeki üreticiler adına sevk edilen 400 ton insan kemiğinden oluşan gizemli kargoyu taşıyan Zan isimli İngiliz bandıralı bir geminin Marsilya limanına gelmesinin tuhaf hikâyesi ile heyecanlı zamanlar yaşıyor. Kemiklerin Marmara Denizindeki Mudanya limanından yüklendiği ve Küçük Asya’daki katliamların kurbanlarının kemikleri olduğu söylenmiştir. Dolaşımda olan söylentiler ışığında bir soruşturmanın başlaması beklenmektedir.”
Söz konusu yük ile ilgili olarak, Midi isimli Fransız gazetesi “Bir Hüzünlü Yük” başlıklı bir haber yayımladı ve haberde şunlar yazılıydı:
“Şu anda, Marsilya’da, Marsilya endüstrisi için 400 tonluk insan kemiği taşıyan Zan isimli yük gemisindeki insan kemiklerini içeren kargonun yaklaşan gelişi ile ilgili, yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Bu insan kemikleri Türkiye’deki ve özellikle Küçük Asya’daki Ermeni katliamı kamplarından gelmektedir.”
24 Aralık 1924 tarihinde Macedonia isimli Yunan gazetesi Zan’in gerçekte Selanik limanına yanaştığını fakat kargo içeriğinin resmi olarak rapor edilmediğini belirtmektedir. Selanik o günlerde soykırımdan kurtulanlarla dolup taşmaktaydı bu nedenle yetkililerin Rum Soykırımından kurtulanları rencide etmemek için kargo içeriğini gizli tutma yönünde bir seçim yapmış olmaları olasıdır.  
Buna rağmen Selanik limanındaki işçiler gerçekten haberdar idiler. C. Angelomatis Büyük Trajedinin Kronolojik Tarihi isimli kitabında, limandaki işçilerin kargo içeriğine tepki gösterdiklerini fakat Yunan yetkililerin İngiliz müdahalesi nedeniyle gerekli adımları atmalarına izin verilmediğini anlatmaktadır. 
Angelomatis şunları yazar:
“Atina gazeteleri haberleri aşağıdaki şekilde yayımlamıştır: “Mudanya’dan kalkan ve Selanik limanına yanaşan İngiliz gemisi Zan dört yüz ton ölü Rum bedenini taşımaktadır. Duruma açığa çıkaran limandaki işçiler, geminin limandan ayrılmasını engellemişlerdir fakat İngiliz konsolosu müdahale etmiş ve geminin limandan ayrılmasına izin verilmiştir.”
Angelomatis şunları ekler:
“Bunlar Rum kahramanların kemikleriydi… Bunlar hem kitlesel olarak öldürülen hem de en kötüsü Uşak kampı olan imha kamplarında yavaş bir ölüme mahkum edilen bizim Rum askerlerimizin kemikleriydi.”
KAYNAK MavriThalassa 

5 Mart 2019 Salı

Pontos soykırımının 100.yıl dönümü ekinlikleri devam ediyor; Drama'da kitap tanıtımı ve panel vardı

      
     Yunan, Ermeni ve Asurluların Soykırımı'nın yanı sıra Hellenizm meselelerinin ortaya çıkması konusundaki çalışmaları tanınan ve Yunanlılar, Ermeniler ve Asurlular Soykırımı'nı tanıyan Uluslararası Akademik Soykırım Çalışmaları Birliği üyesi olan sosyal bilimci Teofanis Malkidis Pontos soykırımının 100 yıl dönümü vesilesiyle  "Soykırım: Ret ve Devrim, Hafıza ve Hak Talebi " adlı kitabı yazdı


Resim: Teofanis Malkidis
     Küçuk Asya halkarına gerçekleştirilen soykırımlar ile ilgili çalışmalar yürüten Malkidis bu çerçevede  Drama'da yine yazdığı kitabın tanıtımı ve Pontos soykırımı ile ilgili panel gerçekleştirdi. Drama'da Pontos soykırımının yüzüncü yılı vesilesiyle gerçekleşen etkinliğin onur konuğu yine Turkiye'de Pontus soykırımı ile ilgili çalışmalar yürüten ve yürüttüğü bu çalışmalar yüzünden kovuşturmalara  ve cezalara maruz kalan hatta bu yüzden Turkiyeyi terk ederek Yunanistan'a iltica eden Pontos aktivist Yannis Vasilis Yaylalı da bir konuşma gerçekleştirdi.

Pontos aktivist Yannis Vasilis Yaylalı'nın o gece yaptığı konuşmanın tam metni:


"Öncelikle sizleri en icten duygularimla selamliyorum, bu anlamli toplanti da bulunmak beni oldukca onure etti. Bu anlamli toptantiya beni davet eden arkadaşlara cok tesekkur ediyorum. Buyuk ihtimal ile cogunuz beni tanimiyor, kisaca kendimi tanitacak olursam asimilasyoncu, sömürgeci, fasist Turkiye Cumhuriyetinin varlik nedenine  ortaya koymuş olacağim.


Pontos'da,Samsun'un Bafra ilçesinde dünyaya geldim.Ben dünyaya geldigimde Turkiye cumhuriyeti devletinin 1914 yilinda halkimiza karsi baslattiğı soykırim nerdeyse  tamamlanmis durumdaydi. Benim dedem de bu soykirim surecinin sonucu olarak binlerce Pontoslu Rum cocuk gibi çalınarak Turk ailelerine verildi. Elbette bunun bir amaci vardi, Osmanli'dan devralınan devşirme ocağının cumhuriyet eliyle devam etmesidir.Hem çalınan çocuklari kendi halkina yabancılastırıp ,düsmanlastirmak bu anlami ile kullanmak  hem de ayrica yüzyillik yasadiğımiz çografyanin Türklestirilmesi projesinin son halkasi olarak da musluman Kürt halkina karsi savas gucu olarak kullanmak.
Resim 2 : Teofanis Malkidis
Tum bunlarin sonucu olarak kendini topal Osmanin torunu olarak goren bir Türk ırkçîsî olarak Kürt halkina karsi yurutulen kirli savasin gönüllü parcasi oldum. Doksanli yillarda yurutulen bu kirli savasin sonucu olarak soykirim politikalari devreye sokuldu. Kurt köylerini yaktik.Hiç bir suçu yokken halka iskence ettik, zorla yerlerinden yurtlarindan ettik ve binlerce insan bu yüzden öldürüldü. Ben de boylesi yurutulen operasyonlarin birinde ayagimdan vurularak PKK gerllalarina yarali olarak esir düstüm.

Ben o zamana kadar Kürt halk gerceğinin farkinda degildim, çünku herseyden izole edilerek yalanlarla ezberler ile büyütülmüştük. Ben dagdavKürt halk gercegi ile yüzlesirken kendi kimligimle bulustugumu gördüm.Gerci ben PKKnin elinde esir iken yaktigimiz koyleri  anlatmaya basladigimda askerler bunun uzerine devreye girerek ailemi siz Rumsunuz akilli olun basiniza bela alirsiniz diye hem ailem hem de ailem uzerinden tehdit edildim.


İste görüyorsunuz ki benim Turk olduğumu da Turkiye faşist sistemi söylemisti, yine onlarin söyleminin dişinda kalinca yine Rum oldugumu onlar soyledi.Tüm ezberim tum bu olaylardan sonar tuz buz oldu, Topal Osmanin torunu gün gün partizan Eleni çavuşun torununa dönüştü. Bundan da büyük onur duydugumu bir kere daha sizlerin onunde ifade etmek gerekir.


Rum kimligimin farkina vardiktan sonra Pontos Rum soykirimi uzerine bir cok çalışmam oldu. Hatta yuz yıl sonra Ankara'nin göbeginde Pontos soykırımı ile ilgili konferans dahi yaptik. Elbette fasit Turk devletinin dikkatini bu çalışmalar cekti, bu yuzden bir çok soruşturma baslatildi , hatta bir kaçından ceza dahi aldim ve  hapishaneye atildim ve tek basina 10 ay tutuldum ,toplam 15 ay yattiktan sonra tutuksuz yargilanmak uzere serbest birakildim.

Kürt halki ,Roboski halki ile de dayanisma icerisinde mucadele yürüttüğüm için onlarca dava açıldı.Bunlardan kaynakli da cezalar gelmeye basladi. Tekrtar tutuklanma tehlikem belirince kendi imkanlarimla Yunanistan'a gectim.


Şimdi dostlar türkiye faşist sisteminin soykirim politikalariyla yüzleşmek yerine soykirimda israr politikalarina devam etmekte oldugunu kendi pratiğimle görmüş oldum. Turkiye de şunu görecek ki gerceklestidiği soykırımla yüzleşinceye kadar bizler mücadele etmeye devam edecegiz. Değil yüz yil , bu bin yıl sürse de bu dava bunun icin ne bedel ödenmesi gerekiyorsa onu odeyecek ve soykırımcıları savas suçları mahkemesinde yargilanmalarini görecegiz. Eleni Çavuslarin,Vasil ustalarin torunlari olarak bunun sözünü burada bir kere daha veriyorum. Tesekkur ederim ,Yaşasın
Pontos.

Görüntü kaynak: Teofanis Malkidis




3 Mart 2019 Pazar

Yaylalı: Biz sabah kahvaltısı, Kürtler de öğlen yemeği oldu

Vicdani retçi ve barış aktivisti olan Yannis Yaylalı, Osmanlı zamanında Pontusluların, bugün de Kürtlerin soykırımdan geçirildiğini belirterek, "Biz sabah kahvaltısı olduysak Kürtler de öğle yemeği oldu" dedi.


Geçmişte gönüllü bir asker olarak savaşmaya giden ve yaşadıklarının ardından geriye barış ve kardeşlik savunucusu olarak geri dönen Yannis Vasilis Yaylalı, cezaevi süreci ve bundan sonra mücadelesine nasıl devam edeceğine ilişkin ANF'ye değerlendirmelerde bulundu.

Yaşamının ilk 20 yılını bir Türk, sonraki 20 yılını Kürt halkıyla dayanışarak ve son 20 yılını da bir Pontuslu olarak mücadele içinde geçireceğini ifade eden Yaylalı, "Roboski katliamında devlet alenen yakalandı diyebiliriz, hani suçüstü denilir ya tam öylesi bir durum yaşandı. Roboski aileleri ve bizler ise bu katliamın üstü kapatılmasın, açık bilinen failler yargı önüne çıkarılsın diye tam 6 senedir mücadele yürütüyoruz" dedi.
'EMRİ YERİNE GETİREN YÜZBAŞI YAŞAYAN ÖLÜYE DÖNÜŞECEK'
Roboski katliamı yaşanmadan önce ordu içerisinde yerel birimlerden, yukarıya kadar her kademede sınırı geçip gelenlerin sivil olduğu bilgisinin edinildiğini ifade eden Yaylalı o günleri şöyle anlattı: "MİT Roboski'de bilerek manipülasyon yapıyor. Hatta tüm operasyon MİT’in ısrarlı bilgilendirmesine dayanıyor. Fakat Roboski katliamı sonrası tüm yaptıklarını inkar ediyor. Genelkurmay karargahı yerel kaynaklarının tüm bu değerlendirmelerini görmezden geliyor ve katliam talimatı veriyor."
O gün sınır ticareti için yollara düşen çoğu çocuk sivil köylüleri İHA ile 4,5 saat takip eden yüzbaşının üstlerinin sınırı geçenlerin sivil olduğuna dair bilgi vermesine rağmen katliamın gerçekleştiğini hatırlayan Yaylalı, "Yanılmıyorsan daha sonra gazeteden okuduğum kadarıyla bu yüzbaşının psikolojik olarak destek aldığı yazıyordu. Bu pilot artık bu katliamdan öncesi gibi yaşamını sürdürebilir mi?
Mesela bu işte hep söyledikleri kanunsuz emir dedikleri şeyin tam kendisi. Gözleri ile görüyor, saatlerce onları takip ediyor, sivil olduklarını hatta çocukları dahi görüyor. Üstlerine ısrar ile sınırda olanların sivil olduğunu söylüyor, belki kendi çocuğu bile gözünün önüne geliyor ama emire karşı gelemiyor ve çoğu çocuk 34 insanın ölümüne neden oluyor. Şimdi bence bu insan da bizim 34 canımız ile birlikte ölmüştür. Bundan sonra ölünceye kadar bu vebali taşıyacak, bu durumla yüzleşmez ise yaşadıkları şey onu yaşayan ölüye çevirecek" ifadelerini kullandı.
YÜZBAŞIYA ÇAĞRI…
"Şimdilerde Roboski dosyasını kapattık diye düşünebilirler ama insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı yoktur" diyen Yaylalı, bu günlerin geride kalacağını ve Roboski dosyası yargılamasının yeniden başlayacağına inandığını söyledi. Yüzbaşına çağrıda bulunan Yaylalı, "Bu yüzleşme için bir fırsattır, eğer yaptığı şeyin sorumluluğu kendisini yavaş yavaş çürütmesini istemiyorsa o yüzbaşıya buradan açıkça çağrıda bulunuyorum, gelsin avukatlarımızla bildiklerini paylaşsın ve suçluların yargılanması için süreç tekrar başlasın.
Eski bir savaş suçlusu olarak bu durumun nasıl insanın yiyip bitirdiğini, kabuslarla bölünen uykuları çok iyi biliyorum. Ama yaşananlar ile yüzleştikçe durumun nasıl tekrar değiştiğini iyi bilen birisi olarak yaşama dönmek istiyorsa çağrıma kulak versin ki adaletsiz mezarlarında yatan canlarımıza adalet geldikçe, kendisi de kurtulacaktır. Roboski ile ilgili bir değerlendirme yaparken yüzbaşı ve onun gibi sivil olduklarını bildikleri halde zorla bu katliama dahil edilmiş diğer askerlere de böyle de bir çağrıyı yapmış olayım" mesajını verdi.
DAVALIK EDEN ANI
90’lı yıllarda Kürdistan halkına yapılan yüzlerce insanlık dışı muameleye karşı bugün bile Roboski halkının direnişinin kendisini çok etkilediğini ifade eden Yaylalı, "Roboski’de verilen hak ve adalet mücadelesinde elbette birçok şeye bizler öncülük ettik ama çağrılarımıza orada yaşayan halk cevap olmasa biz de orada hiçbir şey yapamazdık" dedi.
Yaylalı Roboski’de yaşadığı unutulmaz anılarından birini şöyle anlattı: "Roboski katliamının 500. günü ya da 1000. günü için Roboski yaylasına karanfil yürüyüşü gerçekleştirdik. Askerlerin tüm yönelimlerine karşın katliam bölgesine ulaştık, orada anmamızı gerçekleştirdik ve geri döneceğiz. Ama biz geri dönmeden zaten görüntüleri gazeteye gönderdik. Yani doğal olarak zaten orada olanları biz deşifre etmiş olduk.
Roboskili ailelere geri dönüş yolunda bir baktım herkes bulduğu otlar ile başlarını kapatmış, herkes birbirine bakarak gülüyor ve öyle asker kamerası önünden geçiyordu. Neyse ‘bunu neden yaptınız’ dedim, onlar da ‘bizi tanımasınlar’ dediler, bende onlara ben zaten resimlerini gazeteye gönderdiğimi söylediğimde hep beraber gülmeye başladık. Tabi biz gülsek de benim çekip gazeteye gönderdiğim resimlerden askerler bizleri tespit edip hepimize dava açmıştı."
'TUTUKLUK SÜRECİMİN TAMAMINI TEK KİŞİLİK HÜCREDE GEÇİRDİM'
Bir cenaze töreni için Uludere'de bulunduğu sırada polisler tarafından gözaltına alınıp tutuklanan Yaylalı, önce Şırnak T Tipi Cezaevi'ne, oradan da Elazığ 2 No'lu yüksek güvenlikli cezaevine götürüldü. "Nerede ise tutukluluk sürecimin tamamını tek kişilikli hücrede tamamladım" diyen Yaylalı, üzerlerinde tam bir izolasyon olduğunu, anne ve babasının yaşlı oldukları için ziyaretine de gelemediklerini söyledi.
Yaylalı, "Hayat arkadaşım Meral Geylani ile belediye nikahına sahip olamadığım için görüşemedim. Yani 15 ay boyunca tekli hücrede tutulduğum halde kimse ile görüşemedim. Diğer tutuklu ve hükümlü arkadaşlarla tek ortak bir araya geldiğimiz spor faaliyetleri de hakkımızda disiplin cezaları nedeni ile elimizden alınıyordu. Aslında dışarı ile tek bağlantım mektuplardı. Gazetelere gönderdiğim yazılar mahkeme kararı ile engellendi" diye konuştu.
CEZAEVİNDE ŞİİRE SALDIRI
Cezaevinde günlerce darp edildiğini söyleyen Yaylalı gördüğü işkenceleri şu sözlerle anlattı: "Bir gün Adnan Yücel’in bir şiirini avluda okuyorum ve bir gün sonra "Slogan attın savunma vereceksin" denilerek tebligat yollandı. Kelepçeli muayene dayatması yüzünden Ekim 2017 tarihinden çıkıncaya kadar göz muayenesi olamadım. Hatta en sonunda doktor ile bu yüzden tartışınca bana iki ay görüş yasağı verdiler. Şubat’ın 16’sı ile 20'si arası zorla ayakta sayım dayatması yapıldı. İnsanlık dışı olan bu uygulamayı kabul etmediğimiz için 4 gün boyunca gardiyanlarca darba edildik.
Çok kez diğer tutsaklarla beraber darp edilerek odadan avluya atıldık. Bu konu ile ilgili suç duyurusunda bulundum, ama saldırıya maruz bırakılmış tutsaklar gibi bende bir sonuç alamadım. O hapishanede birçok hasta tutsak bulunmakta ve birçoğu sağlık hakkından doğru dürüst yararlanamıyor. Bence sivil toplum örgütleri ve muhalif partiler bu konuda mecliste acil şekilde komisyon oluşturup bu hapishaneleri inceleme altına almaları gerekiyor. Bu hapishaneler tamamen hücre sistemine dayalı ve gerçekten müthiş tecrit içeriyor, OHAL’in gölgesinde sessiz sedasız hayata geçirildi. Şu an sayıları az olsa da bu hücre sistemine dayalı hapishanelere tepki verilmezse yaygınlaştıracaklarına hiç şüpheniz olmasın. Hiçbir tutsağın can güvenliği bu hapishanelerde yok."
‘ASKER VE KORUCULAR BİZİ KÖYDEN ÇIKARMAK İÇİN SEFERBER OLDULAR’
Cezaevinde gardiyanların sık sık ismini dalga konusu haline getirdiklerini ifade eden Yaylalı, “Özellikle birisi vardı ki birkaç defa nazik şekilde uyarmama rağmen beni provoke etmek için sık sık ismimle dalga geçerdi. Hapishane sürecimin başından itibaren hep yabancı etiketi yedim. Her gelen ‘Türkiye vatandaşı mısın yoksa yabancı mı?’ diye soruyordu. Bazıları ise "Kürtlerle ne işin var, nasıl onlarla anlaşıyorsun" diyerek taciz ediyorlardı" dedi.
Cezaevinden çıktıktan sonra eşi Meral Geylani ile Antalya’ya yerleşen Yaylalı, bu kararı almalarında da yine devlet güçlerinin baskılarının neden olduğunu söyledi. Yaylalı, "Asker ve korucular dört koldan bizi köyden çıkarmak için seferber olmuşlardı. Bu yüzden günden güne köylülerimize yönelime başlamışlardı. Zaten birçok şey yüzünden yönelime maruz kalıyorlar, bir de bizim yüzümüzden böyle bir şeye maruz kalmalarını istemedik. Barış aktivisti olarak bu döneme kadar yaşadıklarımı kaleme almak istiyorum. Bu süreci böyle bir fırsata çevirmeyi düşünüyorum. Roboski'deki mücadele bizim çocuğumuz gibi, nereye gidersek gidelim, nerede olursak olalım onu bulunduğumuz her yere götüreceğiz" dedi.
'KENDİ TOPRAKLARIMIZDA KİMSESİZ KALDIK'
Osmanlı döneminde Pontuslular nasıl bir soykırımdan geçtiyse bugün de Kürtlerin aynı şekilde soykırıma maruz kaldığını ifade eden Yaylalı, "Biz sabah kahvaltısı olduysak Osmanlı ve sonrasında gelenler için, Kürt halkı da öğle yemeği oldu. Önce Gayri Müslüman olan halklardan başlanarak, Türk olmayan Müslüman halklara kadar bu coğrafyanın egemenleri tekleştirme politikaları izledi. Bunun için her türlü yol mubah görüldü.
Asimilasyon, devşirme, zorla yer değiştirme, katliam ve soykırımlar. Biz de tüm bu yapılan yönelimlere kuzu kuzu teslim olmadık, soykırıma varan uygulamalara karşı elimizden geldiğince kendimizi savunmuşuz ama bu yeterli olmayınca nerede ise kendi topraklarımızda kimsesiz kalmışız. Şimdi dilimiz, kültürümüz, folklorumuz, bizi var eden her şeyi kaybetmek ile karşı karşıyayız" şeklinde konuştu.
KÜRT HALKINA YÖNELİMLERE ORTAK TAVIR GELİŞTİRİLMELİ
"Geçmişte halklar birbirine sahip çıkabilseydi belki bugün bu durumları yaşıyor olmayacaktık" diyen Yaylalı konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Şimdi ise tekçi politikaların son halkası PKK ile mücadele adı altında Kürt halkına benzer bir politika uygulanıyor. Geçmişte yapamadığımız şeyi her şeyi kaybetmeden önce bugün yapabilmeliyiz. Bunun için Kürt halkına yönelimlere karşı orta tavır geliştirilmelidir.
Kürt halkına bu anlamı ile verilen her destek, kendi varlığınıza verdiğimiz destek anlamına gelmektedir unutmamak gerekir. Halklar zincirinin son halkası, son mevziisi de düşerse kaybeden halklar olurken, tek tipçiler büyük ülkülerine kavuşmuş olacak. O zaman bu coğrafyadaki varlığımız için son umut da bitmiş olacak."
kaynak: ANF

      
  •  ANF
  •  Çarşamba, 22 Ağu 2018, 00:08 Arşiv

1 Mart 2019 Cuma

'Mustafa Kemal’in hatırasına alenen hakaret' davası için mahkemeye verdiğim savunma

MUSTAFA KEMAL’İN HATIRASINA ALENEN…
Mustafa Kemal’in hatırasına alenen hakaret davası açılan Yannis Vasilis Yaylalı bugün hakim karşısındaydı.  Davaya gerekçe olan ise Pontos Rum Soykırımı’na dair Facebook’da yaptığı paylaşımdı.
.
353
Aşağıda Yannis Vasilis Yaylalı’nın savunmasını yayınlıyoruz…

Mustafa Kemal’in hatırasına alenen hakaret davası için savunmam

Gülyazi alayının hazırladığı fezleke ile harekete geçen Uludere savcılığı üzerinde “1914-1923 yılları arasında Amasya, Samsun, Giresun’da 134 bin 38, Niksar ’da 27 bin 216, Trabzon’da 34 bin 384, Tokat’ta 64 bin 582, Maçka ’da 17 bin 479 ve Şebinkarahisar’da 21 bin 448, mübadele sonrası sürgün yollarında katledilen 50 bin kişi ile beraber toplam 353 bin 237 insanın Mustafa Kemal’in emri ile Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa ve çete reisi Topal Osman tarafından katledildi“ sözlerinin yazılı olduğu bir fotoğrafı paylaştığım için hakkımda Mustafa Kemal’e alenen hakaret etmek suçlaması ile ilgili soruşturma başlatmıştı
Uludere  savcılığının başlattığı’ Mustafa Kemal’in hatırasına alenen hakaret ‘ soruşturması bir süre sonra Uludere Asliye   Ceza Mahkemesi tarafından aldığım tebligat ile davaya dönüştü. Bugün  ise açılan davanın ilk duruşması vardı.
Uludere Asliye Ceza Mahkemesi  Hakim değişikliği sebebi ile dosyanın incelemeye alınmasına karar vererek mahkemeyi 02 Mart 2017 tarihine erteledi.

Uludere Asliye Ceza Mahkemesinde ‘Mustafa Kemal’e alanen hakaret ‘suçlaması ile devam eden mahkemenin birinci duruşmasında hakime sunduğum savunmam aşağıdadır :
ULUDERE ASLİYE CEZA MAHKEMESİ HAKİMLİĞİNE
Dosya: No:2016/117
Şüpheli: Yannis Vasilis Yaylalı
Konu: Savunmamın sunulmasından ibarettir

’Bütün Rumlarda bir devlet mefkuresi vardır. Fikrimizce, memleketimizdeki Rumlar bir yılandır. Bu yılanların zehirleri kadınlardır’’ .(1)
Savunmama kadınlarımızın üzerinden halkımıza karşı bu şekilde nefret söylemi içeren bir cümle ile başlamak istemezdim, lakin bu ırkçı sözler, bu ırkçı bakış açısı Karadeniz’de Rum halkının varlığına karşı oluşturulan Merkez Ordusu ve komutanı Sakallı Nurettin Paşa’nın nasıl birisi olduğunun anlaşılması anlamında gerekliydi. Halkımız için korkunç sonuçları olan o süreçte Mustafa Kemal’in kimleri kollayıp koruduğunu başka türlü göstermenin de yolu yok gibidir.
Göstermelik olsa dahi Sakallı Nurettin Paşa hakkında Koçgiri ve Pontos’da işlediği savaş suçlarından dolayı 11 Agustos-4 Ekim 1921 yılında BMM’de (Büyük Millet Meclisi) [2] gerçekleşen gizli oturum ile soruşturma başlatıldı. O yıllarda Pontos bölgesinde ki tüm uygulamaların genel doğrultusuna baktığınızda bu uygulamaların Rum halkının varlığını korumaya dönük meşru savunma için kurulan partizan birliklerinden çok Rum halkının varlığına yöneldiğini görürsünüz.
Uludere savcılığı üzerinde “1914-1923 yılları arasında Amasya, Samsun, Giresun’da 134 bin 38, Niksar ’da 27 bin 216, Trabzon’da 34 bin 384, Tokat’ta 64 bin 582, Maçka ’da 17 bin 479 ve Şebinkarahisar’da 21 bin 448, mübadele sonrası sürgün yollarında katledilen 50 bin kişi ile beraber toplam 353 bin 237 insanın Mustafa Kemal’in emri ile Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa ve çete reisi Topal Osman tarafından katledildi“ sözlerinin yazılı olduğu bir fotoğrafı paylaştığım için hakkımda Mustafa Kemal’e alenen hakaret etmek suçlaması ile ilgili soruşturma başlatmış, oysaki yaşanan o büyük tehcir ve katliamlar da birçok yakınını kaybetmiş olan biziz.
Yani Uludere savcılığı ve Sulh ceza mahkemesi o dönem suç işlemiş ve işlediği suçlar bir bir üstü örtülen suçlular yerine geride kalan son Pontos Rumları olarak bizlere dava açmayı yeğ tutuyor.
Biz o dönem birçok yakınını katliam ve tehcir sürecinde kaybedenler ise yıllardır bizlere neler yapıldığını anlatabilmek için çabalıyoruz.
Mahkemenize imkânlar doğrultusunda, Merkez Ordusu komutanı Sakallı Nurettin Paşayı ve önce çeteci, sonra milis alayı komutanı, daha sonra da Merkez ordusunda Nurettin paşa emri altında cinayetler işlemeye devam eden Topal Osman’ı ve onları her seferinde yargılanmaktan kurtaran, kurtardığı ile kalmayan onları koruyup kollayan Mustafa Kemal’i tüm yaşananlardaki sorumluluğunu anlatmadan önce Pontos’dan, halkımızdan, kendimden ve ailemden kısaca bahsetmek sureti ile suçlular ile mağdurlar arasındaki farkı gösterirken, geçmiş ile bugün arasında ki bağı da kurmuş olacağım. Belki o zaman biraz neler yaşadığımız anlaşılır diye düşünüyorum
Bizdeki mitolojiye göre Gaia toprak anadır, doğadır, her şeyi doğurandır ve Pontos’u da o doğurmuştur. Bizde Gaia’dan olma Pontos’un çocuklarıyız. Toprağımıza, doğamıza, insanımıza bağlılığımız bu yüzdendir. Yaşadığımız topraklara, yani varlığımızı borçlu olduğumuz Pontos’a değinmek istiyorum. Savcı aslında cezalandırılmamız için böylesi bir soruşturmayı başlattı, biliyoruz. Savcı kendi niyetinin dışında kendimizi bir kere daha ifade etmemiz için, mahkeme de olsa, sonunda ceza almak da olsa, bize yapılanları bir kere daha anlatmak için bir platform imkanı sağladı. Her ne olursa olsun böylesi bir imkanı bize sağlayan Uludere savcısına müteşekkiriz. Dediğim gibi savcının kendi niyeti bu olmayabilir fakat bu mahkemenin böyle bir işlevi olacağına inanıyorum.
devrimci-karadeniz-02Ben Samsun’un Bafra ilçesinde dünyaya geldim, Babamı soracaksanız o da öyle, dedem ve dedemin babası ve onların ataları da öyle, yani Karadeniz’e Pontos’a hiçbir yerden gelmedik, hani derler ya biz de yedi göbek Pontos Rumlarındanız, daha açık ifade etmek gerekirse yaşadığımız toprakların yerlisiyiz. Yaşadığımız yer Pontos Karadeniz bölgesinin içerisinde Trabzon’dan başlayıp, Sinop’a kadar uzanan bölgenin adıdır.
Yukarıda da belirttiğim gibi biz Pontos’da yaşayan Rumlar tarihte bilinen en eski halklardanız. Pontos’da ki varlığımız M.Ö 7. Yüzyıla kadar dayanıyor. Dilimiz ise kaybolmak ile yüz yüze olan [3] Antik-Yunanca’dır. Bugün Pontos’da dilimizin konuşulduğu yerler Çaykara : (23 köy) ,Of : (bazı köyler) ,Tonya: (15 köy), İkizdere (Rize): (13 köy), Köprübaşı: (5 köy),Dernekpazarı: (10 köy),Bulancak (Giresun) : (3 köy), Maçka ve Of’un bir çok köyü ,Beşikdüzü: (1 köy) Yağlıdere, ve Dumanlı’dır.
Doğu Pontos’da az çok dilimiz konuşulurken Trabzon Rum imparatorluğu Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet tarafından1461 de yıkıldıktan sonra sürekli uygulanan asimilasyonlar yüzünden Orta ve Batı Pontos’da nerede ise dilimiz hiç konuşulmamaktadır. Varlığımız gibi bize ait olan her şeyi bugün kaybetmek ile karşı karşıyayız. Osmanlı girmeden önce neredeyse Pontos’un çoğunluğunu biz Rumlar oluştururken, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine izlenen inkarcı-asimilasyoncu ve katliamcı politikalar yüzünden bugün Pontos’da varlığımız tartışılır duruma gelmiştir.



AİLEM YASAMAK İÇİN KİMLİĞİNİ RET ETTİ 
Yukarı da belirttiğim uygulamaların sonucunda ailemiz hem korkudan hem de Karadeniz Pontos’da küfür haline getirilen Rum kimliğinden olduğunca uzak durmaya çalıştı. Hatta o kadar uzak ki halkımız katliamdan ve tehcirden sonraki biz üçüncü kuşaklara Türk ordusu ve çetecileri tarafından öldürülen büyük babamız ve ailesini, ‘sözde kurtuluş Savaşı’nda öldüğü ve cenazesinin ise getirilemediği söylendi. Kraldan daha kralcı olmak deyimi vardır ya, bizimkiler bunun ile yetinmemiş ve bizleri sözün tam manası ile kendi değerlerine sırt çevirmiş birer Türk ırkçısı olarak yetiştirdiler.
Öyle tanınmaz hale gelmiştik ki her zaman bir bahanemiz vardı Türk olmayan diğer inanış ve halklardan nefret etmek için, elbette biz Pontos Rumları için bu gördüğümüz ve yaşadıklarımız ne ilk baskıydı ve biliyoruz ki sonuncusu da olmayacaktı. Çok çeşitli kavimler ve imparatorluklar üzerimizde, topraklarımız da hâkimiyet kurmak istedi. Belki uzun yıllar da kurdular da fakat hiç biri varlığımızı yok etmeyi amaçlayan hâkimiyet ve egemenlikler olmadı. Ta ki Osmanlı imparatoru Fatih Sultan Mehmet 1461 yılında topraklarımızı ilhak edinceye kadar, bizim Pontos’da ki varlığımızı tehdit edecek yönelim söz konusu değildir.
Elbette topraklarımız birçok kez ilhak edilmeye çalışıldı, hatta ilhaklar da oldu fakat varlığımıza yönelimin miladı Osmanlı’nın topraklarımıza gelmesi ile oldu. Osmanlı’dan başlayıp günümüze kadar topraklarımız ve Pontos’da ki varlığımızı yok etmek için her türlü baskı, şiddet, nüfus değişimi, Tehcir, daha açık yazmak ve söylemek gerekirse soykırım politikaları bilinçli şekilde üzerimizde uygulandı.
Uygulanan bu politikalar başarıya ulaştı mı sorusuna vereceğimiz cevap, sadece ailemiz ve kendi üzerimden yorum yapmam bile gerekirse, bu politikalar yüzde bin işe yaradı. Ailem Pontos’da fiziki olarak yaşayabilmek için tüm varlıklarını yok saymak zorunda kaldı. Sırf yaşayabilmek için yıllarca bizleri insanlıktan çıkartacak nefret söylemlerinin birer yaşayan abidesi haline getirdiler. Tabi ben ve benim gibiler hiçbir durumun farkında olmadan, kendi halkımız olan Pontos Rumları da dahil, herkesten nefret ediyor ve bunu en doğal vatanseverlik olarak görüyorduk.
Yaşıtım olan bir çoğumuz bu ezber yaşamların sonucunda hiç bilmediğimiz bir savaşa dahil olup, 90’lı yıllarda Kürt halkına yapılan soykırım denemesinin birer parçası olduk. O dönemin elebaşları bugün teker teker mahkemelerce aklansa da o yıllarda Kürt halkına yapılanları kimse unutmayacak. Özellikle hiçbir şey bilmeden, ezbere dayalı bilgiler ile bu savaşa dahil olup Kürt halkına benim gibi kötülük yapanlar asla unutmayacak ve unutturmayacak da, uzun uzun o dönemleri elbette anlatmayacağım fakat empati yapmanız anlamında söylüyorum. 15 Temmuz gecesi Boğaz köprüsüne zorla götürülen askerlerden hiçbir farkımız yoktu.
Bir farkla tabi 15 Temmuz hükümete yönelik bir darbe girişimiydi, ya da öyle söyleniyor, hala işin iç yüzünü bilmiyoruz, uzun zaman da gerçekten 15 Temmuz gecesi neler yaşandı herhalde bilemeyeceğiz. Zorla emir altında oraya göreve götürülen askerler vatan haini muamelesi gördü. Birçoğuna da işkence edilerek televizyonlara görüntüleri servis edildi. PKK bahane edilip Kürt halkını üzerine sürülenler bizler ise o dönem de kahraman ilan edildik. Köyleri yakıp, insanlara işkence edip, kafa kol, bacak kestiğimiz dönemlerdi. Ben o dönem 94 senesinde Şırnak’ta görevli komando askeriydim. Bunu övünerek değil utanarak söylüyorum ki bu akıl tutulmasının yaşandığı devasa histerinin içerisinde ben de yer aldım. Hatta bir çatışma da yaralanarak PKK’ye esir düştüm.
devrimci-karadeniz-03Bir dönem o meşhur antlaşma da 1000 Hamaslı ile bir İsrailli askerin takasında rol oynayan Kızılay’ın bizleri almak için arabuluculuğa soyunmasını yıllarca bekledim ki, boş bir beklentiymiş, yine yıllarca bizler için vatan haini diye düşündüğümüz fakat gerçekte insan hakları mücadelesi yürüten kuruluşlar sesimize kulak vermişti. Bu kuruluşlar (İHD-Mazlum-DER ) İki küsur sene PKK’nin elinde esir kaldıktan sonra Türkiye’ye dönmemize yardımcı oldular. Sonra arkamızda bir on yıl bıraktıktan sonra gördük ki Kürt illerinde sadece savaş suçu değil, büyük bir insanlık suçu işlemiştik. O dönem bu insanlık suçunu işleyenler ve o gün gizli olmayan sonrasın da ise gizli diye adlandırılan sözde Jitem ve Ergenekon yargılamaları yapıldı.
Dün tüm askeri vesayet ile hesaplaşacağız diyenler, 90’lı yılların katillerini maalesef bir bir mahkemeler yolu ile aklıyorlar.
Aşağı da anlatacaklarımdan sonra göreceksiniz ki, bu savaş bu şekilde devam ederse tarih bizim için hep tekrardan ibaret olacak. Nasıl ki bugün 90’lı yıllarda savaş suçu işlemiş katiller tek tek aklanıyorsa, geçmişte 90-100 yıl önce de aynı şeyler yapılıyordu. Belki savaş karşıtı barışseverler devreye girmese, bugün yapılan birçok şeyin zanlısı gelecekte benzer şekilde aklanarak, tarih hiçbir şey yokmuş gibi akmaya devam edecek. Bir avuç mutlu azınlık için, her yirmi, otuz yılda bir yüz binlerce insanı kurban vereceğiz. Bu dediklerimi unutmadan, geçmişin değerlendirmesini yapmaya Sakallı Nurettin paşadan başlayarak devam edelim.

picsart_10-27-03-39-06
MERKEZ ORDUSU KOMUTANI SAKALLI NURETTİN PAŞA SORUŞTURMASI VE MUSTAFA KEMAL’İN SAKALLI NURETTİN PAŞAYI HİMAYE ETMESİ
Mustafa Kemal Nutuk’ta Merkez ordunun kuruluşunu şu şekilde anlatıyor : ’…dahilî isyanları bastırmak, Yunan taarruzunu tevkif etmekten elbette daha mühimdir.’’ Anadolu merkezindeki asayiş meselesini halle memur kuvvetlerimizi büyücek bir kumanda altında tevhit etmekte fayda tasavvur ettiğimizden 9 Kânunuevel (aralık) 1920 de Sivas’taki Üçüncü Kolorduyu lâğvederek onun vazifesini yeni teşkil ettiğimiz Merkez Ordusu’na tevdi ettik. Bu orduya da Nurettin Paşayı kumandan yaptık.’’
Elbette Mustafa Kemal Nutuk’ta niyetini açıkça ifade etmiyor fakat 19 Mayıs 1919 tarihinde İngiliz vizesi ile Samsun’a çıkışından itibaren amaçladığı şey Pontos’da yaşayan Rum varlığına son vermekti. Mustafa Kemal Samsun’a ayak basar basmaz Topal Osman dahil bölge de Rum halkına karşı savaşan ne kadar Türk çetecileri varsa onlar ile görüştü. T ürk çetecilerinin faaliyetlerini açıkça destekledi. Mustafa Kemal için bu çete faaliyetleri de yeterli olmayınca Pontos’da yaşayan Rum halkının tümünü yok etmeyi hedefleyen Merkez Ordusu’nu kurdurdu.
O merkez ordusu komutasında kimler yoktu ki, merkez ordusunun Kurmay Başkanı daha sonra 1936’da Dersim’e 4. Umumi Müfettiş olarak atanan Hüseyin Hüsnü yani Korgeneral Hüseyin Hüsnü Abdullah Alpdoğan’dır ki kendisi Dersim celladı olarak da tarihe geçmiş birisidir. Sakallı Nurettin’in bir diğer komutanı da 42. Piyade Alay Komutanı Topal Osman, hem Pontos hem de Koçgiri imhasında birlikte olduğu çete reisiydi. Merkez Ordusu ,Rumların, Ermenilerin ve Kürt halkının katliamlarında yer aldı, telafisi çok zor olan çok büyük acılar da rolü var. Geçmiş ile hesaplaşmak ve doğru bir yüzleşme için mutlaka bu merkez ordusunun Rum, Ermeni, Kürt halkına karşı top yekun uygulanan katliamlarda ki rolü sonuna kadar gidilerek araştırılmalı ve gereği yapılmalıdır.
Nurettin Paşanın kendini savunmak için hazırladığı izah namede merkez ordusu ile sadece 11 ay içerisinde neler yapıldığı daha net gözükür ‘’ Eşkıya 3 bin 342 maktul, 78 mecruh vermişlerdir, 457 kişi yakalanmıştır. Bir o kadar da şurada, burada kalan mecruh ve maktul vardır. 50 bini mütecaviz Rum bölge dışına çıkarıldı.’’ 9 Aralık 1920 ile 3 Kasım 1921 tarihleri arasındaki 11 aylık sürede Nurettin Paşa’nın kontrolünde ki bölge de 7 bin’i partizan olmak üzere 57 bin Pontoslu Rum ne olmuştur. Kendisinin izah ettiği gibi öldürülen 7 Bin insanın dışında kalan 50 bin Pontos’lu Rum tehcir mi edilmiştir? Gerçekten Nurettin Paşa’nın açıkladığı gibi 50 bin insan sağ salim Pontos dışına mı çıkarıldı? Daha iyi kavranması için bu tehcir uygulamaları üzerine birkaç şeyi de paylaşmak istiyorum.

Ermeni soykırımında yer almış Teşkilat-ı Mahsusa reisi Dr. Bahattin Şakir Samsun’da
Postos’ta sistematik ölüm yolculukları ve köylere saldırılar Teşkilat-ı Mahsusa reisi Dr. Bahattin Şakir’in Samsuna gelmesiyle başlar. Öncesinde de Türk çetelerinin Samsun bölgesinde köylere saldırıları artmıştı. İstanbul’daki Avusturya Büyükelçisi Johann Markgraf von Pallavacini 1916 Aralık’ında Samsun civarında olup bitenleri özetler: 11 Aralık 1916: Beş Rum köyü talan edilip yakıldı.
Köy sakinleri sürüldüler. 12 Aralık 1916: Kent çevresindeki köyler de yakıldı. 14 Aralık 1916: Köyler, içindeki okul ve kiliselerle birlikte ateşe verildi. 17 Aralık 1916: Samsun sancağındaki onbir köyü yaktılar. Yağmalar sürüyor. Köylülere kötü muamele ediliyor. 31 Aralık 1916: Yaklaşık 18 köy tamamen yakıldı, 15’i kısmen yakıldı. 60 kadar kadının ırzına geçildi. Kiliseler de yağmalandı.( Wien Haus-, Hof- und Staatsarchiv, PA, Türkei XII, Liasse 467 LIV, Griechenverfolgungen in der Türkei 1916- 1918, ZI. 97/pol., Konstantinopel (19.1.1916), (2.1.1917).)http://www.greekgenocide.net/index.php/overview/documentation/311-the-samsun-deportations-1916-17-and-1921 (27.12.2015)
Tekrar Merkez ordusu ve Nurettin Paşa’ya dönecek olursak, Yunan büyük taarruzu öncesinde Karadeniz kıyıları, Sovyetler Birliği’nden Ankara’ya gönderilen silah ve cephanenin zorunlu geçiş yolunda yer aldığı için büyük bir önem kazanmıştır. 9 Haziran 1921’de Yunan kruvazörü “Kılkış” Ankara hükümetinin başlıca limanı olan İnebolu’yu bombalaması üzerine Merkez Ordusu kumandanı Nureddin Paşa aynı gün Pontos’da sürgün talep eder.
Ankara’da ayın 12’sinde toplanan Bakanlar Kurulu, bir Yunan çıkarmasının gün meselesi olduğu sonucuna vararak bütün Karadeniz şeridini “savaş bölgesi” ilan eder. Ertesi gün Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Nureddin Paşa’ya şunları yazar: “Bakanlar Kurulu eli silah tutan Rumların Karadeniz kıyısından uzaklaştırılmalarına karar vermiştir; bu karar uygulamaya konulmak üzere size hemen bildirilecektir; Rumların çeteciliğe katılmak üzere dağılmalarını önlemek için gereken önlemleri almanızı rica ederim.” Karar 16 Haziran’da alınır
Aynı gün Samsun, Bafra ve Alaçam şehirlerindeki 15 ile 50 yaş arasındaki bütün erkekler tutuklanır. Ertesi gün ilk göçmen kafilesi iç bölgelere gitmek üzere Samsun’dan yola çıkarılır. İlk kafile, Kavak’ta kafileye eşlik edenlerce kurşun yağmuruna tutularak büyük çoğunluğu katledilir. 700 kadar kişiden oluşan ikinci kafile Samsun’u 17 Haziran’da terk etti ve salimen Amasya’ya ulaştı.
Buna karşılık bin kadar erkekten oluşan üçüncü kafile, 20 Haziran’da Topal Osman’ın çetelerinin saldırısına uğrayarak büyük bölümü katledildi. Samsun’dan 25’inde hareket eden dördüncü kafile ile Bafra’dan 17, 21 ve 24 tarihlerinde hareket eden ve her biri 500-600 kişiden oluşan üç kafile ile Alaçam’dan 18, 21 ve 22’sinde yola çıkan üç kafileyi de aynı son bekliyordu. Arkasından korumasız kalan kadınlar, yaşlılar ve çocukların sürgününe sıra gelmişti.
Aslında birçok misyon görevlisi o dönemde yaşananları anlatmıştı. Bu aktarımları burada yazmaya kalksak mahkeme olarak sizin zamanınızın yeteceğini düşünmüyorum. İstenirse hem resmi kayıtlar da, hem de resmi olmayan dış kaynaklı belgelerde yaşadıklarımız çokça detaylandırılabilir. Fakat ben şimdilik sözü edilen Tehcir üzerine bu kadar anlatımın yeterli olacağını düşünüyorum. Merkez ordusu komutanı Nurettin Paşa’nın açıkladığı 7 Bin’i partizan olmak üzere 11 aylık süre içerisinde 57 bin Pontos Rum’unun başına neler geldiğini yukarıda yaptığım aktarımlar ile az buçuk anlaşıldığını düşünüyorum.
Merkez Ordusu komutanı Nurettin Paşa’ya soruşturma açılıyor
Merkez ordusu komutanı Sakallı Nurettin Paşa hakkında Koçgiri ve Pontos’da işlediği suçlardan dolayı 11 Agustos-4 ekim 1921 yılında BMM’de gerçekleşen gizli oturum ile soruşturmaya başlatıldı.
BMM gizli görüşmesinde Koçgiri’de , Pontos’da yaptığı katliamlar üzerine söz alıp konuşan oldu. Hatta Sakallı Nurettin Paşa’yı idam ile yargılanması dahi istendi. 11 Ağustos 1921 günü TBMM gizli oturumunda söz alan milletvekilleri (İsmail Şükrü Efendi, Osman Fevzi Efendi, Zekai Bey) Koçgiri’de yaşananların sorumluluğunun Nurettin Paşa’ya ait olduğunu söylediler. [4] Koçgiri’de yüzlerce insan sorgusuz sualsiz tutuklanıyor, teslim olanlar dahi kurşunlanıyorlardı.
O gün mecliste öyle şeyler konuşuldu ki bugüne ışık tutucak tarzda konuşmalardı. Erzurum Mebusu Mustafa Durak Bey yaşananlar üzerine aynen şöyle der: “Memleketimizde yapılan mezalimi herkes duymalıdır. Çünkü efendiler, memlekette yapılan bütün felaket, bütün mezalim, bütün seyyiat (kötülükler) bunların milletten saklanmasından doğmaktadır.”( HYPERLINK “http://www.mustafaarmagan.com.tr/ataturk-bir-pasayi-meclisin-elinden-nasil-kurtardi/” http://www.mustafaarmagan.com.tr/ataturk-bir-pasayi-meclisin-elinden-nasil-kurtardi/ )
Erzurum Mebusu Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ise üstü örtülmeye çalışılsa da zulmün Avrupa kamuoyu tarafından bilindiği ve aleyhimize kullanıldığı kanaatindedir. Şunları ekler: “Bir adam görevini kötüye kullanmış, cezasını görsün.”
Erzincan Mebusu Fevzi Efendi ise daha da ileri gider ve Koçgiri’de halka yapılan mezalimin ancak Cengiz Han’ın ordusu […]tarafından işlenebileceğini dile getirir. Yakılan evler, ırzlarına saldırılan kadınlar, öldürülen çocuklar ve siviller. Söz alanlar dur durak bilmeden Nureddin Paşa’nın gaddarlığından söz eder. Bir imha hareketine girişildiğinden söz edenler bile çıkar.
Daha sonra bu söylenenler BMM’nin tozlu raflarında unutulsa da milletvekili Emin Bey o günler de yapılanlar için öyle bir örnek veriyor ki kan donduran cinsinden “Efendiler, dünyanın hangi yerinde böyle bir harekât görülmüştür ki, babasını bir evladın eline bir ip, diğer evladın eline bir ip alarak çektirerek tam altı saat zarfında bu suretle feci bir şekilde öldürülmüştür?”
(Bunu yapanların da Topal Osman’ın adamları olduğunu açıklar.)
( HYPERLINK “http://www.mustafaarmagan.com.tr/ataturk-bir-pasayi-meclisin-elinden-nasil-kurtardi/”
http://www.mustafaarmagan.com.tr/ataturk-bir-pasayi-meclisin-elinden-nasil-kurtardi/ )
4 Ekim 1921 günü BMM gizli oturumunda ise bu kez Koçgiri’nin yanı sıra Pontoslu Rumlara yönelik uygulamalar gündeme getirildi ve tartışıldı. Milletvekillerinden bir kısmı yapılanlarda Nurettin Paşa’yı sorumlu tutarak görevden derhal alınmasını isterken, bazıları da Nurettin Paşa’nın asılmasını istediler. Mustafa Kemal’in karşı çıkmasına rağmen Meclis, Nurettin Paşa’nın görevden alınmasına ve muhakeme edilmesine karar verdi. Ayrıca Koçgiri ve Pontos ’İsyanları’nı yerinde incelemek için bir araştırma heyeti kurulmasını kararlaştırdı. [5]

BMM Sakallı Nurettin Paşa’nın Cevaplandırması için şu on soru hazırlandı, bu sorular şunlardı :
1) Koçgiri, Samsun ve sair yerlerde gayr-i mesul kuvvetler kullanmak,
2) 30 bin liralık rüşvet almak,
3) Rum sevki sırasında herkesin gözü önünde yağmacılığın yapılması,
4) Pontusçuların dağlara çıkmasına meydan vermek,
5) 56 kişiyi Samsun’da alıkoymak,
6) Meclis Başkanlığı’ndan tasdik edildi diye beyanname neşretmek,
7) Üstlerini ve astlarını dikkate almadan iş yapmak,
8) Kardeşini Tokat Mutasarrıfı, damadını erkan-ı harbi yaparak aile hükümeti kurmak,
9) Ümraniye İsyanı’nda halk dehalete hazır iken, Topal Osman’a milleti kırdırmak,
10) Ordu mutasarrıfına yetkisi olmadığı halde emir vermek. [6]
Yukarıdaki 10 maddelik soruların hepsini tek tek elbette ele almayacağız fakat Sakallı Nurettin Paşa’nın Pontos Rumlarına bakış açısını özetlemesi açısından birkaç maddeye verdiği cevabı sizlerle paylaşmanın yararlı olacağını düşünüyorum

1.Madde: Koçgiri, Samsun ve sair yerlerde gayr-i mesul kuvvetler kullanmak
Rum halkına karşı korkunç katliamlar gerçekleştiren Türk çetelerinin kullanımı ile ilgili bir soru ki Sakallı Nurettin Paşa , aslında bu çetelerin bir çok yerde Erkanı Harbiyeyi Umumiye(Osmanlı Genel Kurmayı) gözetiminde kullanıldığını da itiraf ediyor bakın bu söylediklerini izahname de söyle ifade ediyor: ‘’Ümraniye ve Koçgiri hadiselerinde kullanılan Osman Ağa’yı, ordu davet etmiş değildir. Şark mıntıkasına dahil Giresun’da, E.H.U. (Erkanı Harbiyeyi Umumiye) emrindeki Giresun Alayı EHU’ce verilen emirle isyancılara karşı getirildi. EHU önce Giresun Alayı’nın büyük kısmını Kocaeli’ne gönderdi. Fakat, 15. Fırka Garp Cephesi’ne gidince, Giresun alayı burada kaldı.
Bir taburla Osman Ağa kuvvetleri Ümraniye’ye gelmiştir. 4. Taburun kumandanı olmakla beraber, Osman Ağa Giresun Alayı’nın Fahri Kumandanı’ydı. Kendisine bu unvanı Merkez Ordusu dahil, EHU ve Müdafaai Milliye Vekaleti vermiştir. Merkez Ordusu emrine ithal edilmiştir. Mevcudu dolgundur. Onun nizamiye kıtası haline sokmak için, Samsun’da Giresun Alayı’ndan, bir taburdan üç taburlu bir alay teşkili ile 47 numarasını verdik. Samsun’da iki taburlu Giresun Alayı da bir tabur ilavesi ile 42. Alay adını alarak, Giresun Alayı namı kaldırıldı.
İki alay yapılmıştır. Ümraniye ve Pontus asilerinin tedibi ve Samsun sahillerinin muhafazasında ve Garp cephesinin ihtiyacı üzerine, Sakarya muharebesinin kazanılmasında faydalı oldular. 42. Alay Kumandanı Hüseyin Avni Bey, Sakarya’da şahadet, Osman Ağa da 47. Alay Kumandanı olarak Garp Cephesi emrinde ve cephededir.’’ Kullanılan Türk çeteleri üzerine şimdilik bu kadar yararlı bilgi yeterli diye düşünüyorum. Çünkü ilerleyen bölümde bu şanlı katil Topal Osman üzerine de değineceğim. Yararlı bilgilere orada devam etmeyi düşünüyorum.

SÖZ KONUSU TÜRK OLMAYAN HALKLAR VE İNANÇLAR OLUNCA KEMALİZM VE İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ RUH İKİZİDİR
3. Madde: ile Ermeni soykırımına karışan İttihatçı kadroların Ermeni halkından sonra Pontos Rumlarına bakış açısını Nurettin Paşa şahsında da özetlemiş olacağız.
Sakallı Nurettin Paşa 3. Maddeye yani ‘’Rum sevki sırasında herkesin gözü önünde yağmacılığın yapılması’’ suçlamasına yönelik ‘’izahlarının’’ bir bölümünde yaptıklarını aklamak için kadınlar ve yaşlılar üzerinden yaptığı açıklamalar Pontos katliamına ve tehcirine katılan Kemalist kadroların zihin yapısını ortaya koyuyor. Nurettin Paşa : ‘’Kadınlara gelince: Pontusculukla meşbu, erkeklerine fikren, bedenen, malen muavenet ettikleri hakikattir. Yataklık, muhbirlik, cinayete teşkar kadınlar da mahkemelere sevk edildiler. Fikrimizce, memleketimizdeki Rumlar bir yılandır. Bu yılanların zehirleri kadınlardır. Bu yüzden erkeklerle aynı şeyi yaptık. Çocuklarından da ayırmadık. İhtiyarlara gelince; Gümenez’de ihtiyardır diye sevk edilmeyen 65 yaşındaki bir Rum, Yunan torpidosuna bayrak sallamış, onlar da sandallarla sahile çıkmışlardır. Bafra’dan bir grup ahali kuvvetleriyle yetişmişler. İhtiyar Kel Nikola astırılmış ve düşman donanması def edilmiştir.’’ [7] der.
Şimdi ‘Rumlar bir yılandır, kadınlar ’da bunun zehridir’ diyen kendisi de Mustafa Kemal’in en sevdiği kadrolardan olan Nurettin Paşa’nın bu yaklaşımı ister istemez bizi bir sorgulamaya götürüyor. Çok zamandır bilerek ya da bilmeyerek yapılan bir yanlış ya da dezenformasyon olan İttihatçılar ile Kemalistler aynı değildir, aralarında çok fark vardır diyenler için, Kemalizm ile İttihat ve Terakki arasındaki ruh ikizliğini ortaya koyan Tamer Akçam’ın yeni kitabı olan Naim Efendinin hatıratı ve Talat Paşa telgrafları adlı eserinde 22 Eylül 1915 tarihli bir telgrafta Talat Paşa’nın çektiği iki telgrafa beraber bakalım : “Ermeniler için Türkiye arazisinde yaşamak, çalışmak gibi haklar tamamıyla kaldırılmış ve bu bâbda hükümet bütün mesuliyeti kabul ederek beşikteki çocuklarına varıncaya kadar bırakılmaması emrini.”
29 Eylül 1915’te Halep Vilayetine çektiği bir telgrafta ise : “Türkiye’de mevcut bütün Ermenilerin tamamen mahv ve imha edilmelerinin Cemiyetin emriyle Hükümetçe kararlaştırıldığı evvelce de bildirilmişti… Kadın, çocuk, sakat diye düşünülmeyerek imha önlemleri ne kadar feci olursa olsun, vicdani duygulara kapılmadan varlıklarına son verilecektir.”
Kemalist kadro olan Nurettin Paşa’nın söylemlerine ve yaptıklarına bakıldığında, Ermeni soykırımının da başat rol almış İttihatçılar ve yine onların liderlerinden biri olan Talat paşa ile arasında herhangi bir nüans farkı gören var mı? Bildiğim bir şey varsa o da laf ile tarih yazılamayacağıdır, slogandan öteye gitmeyecek olan şu çarpıtma gibi ‘onlar ırkçı, biz yurtseveriz’ diye tarih okuması mı olur. Dediğim gibi laf ile söz ile tarih yazılmaz, icraat ile gelişen koşullara göre o an da yaptıkların ile tarih yazılır.
Hal böyle olunca sloganlar tarihte ne yaptığınızı saklayamıyor. İttihat ve Terakki cemiyeti Ermeni halkına karşı nasıl bir soykırım politikası hayata geçirmiş ve uygulamış ise Kemalist kadrolar ’da benzer uygulamaları Pontos Rum halkına karşı hayata geçirmiştir. Hatta hatta ittihat ve Terakki cemiyetinden devşirilen birçok Kemalist kadro da Pontos Rumlarına uygulanan tehcir ve katliama katılmıştır. Yıllardır bilinçli yapılan bir çarpıtma için açtığım parantezden sonra kaldığım yerden değerlendirmelerime devam ediyorum.
Merkez ordusu komutanı Sakallı Nurettin Paşa aslında göstermelik yargılanıyordu. Ermeni soykırımı ve tehciri daha birkaç sene önce gerçekleşmiştir. Ulusal olmasa da Uluslararası kamuoyu bu konuda çok duyarlıdır. Ermeni soykırımından ders çıkaran BMM ise göstermelik olsa da Rum soykırımı ve tehciri devam ederken bu tür soruşturmalar gerçekleştirdi.
Zaten bu sorgulamaların ne kadar göstermelik olduğunu da şimdi paylaşacağım o döneme ait alıntı gayet açıkça gösterecektir. Nurettin Paşa’nın izah namesi Meclis’in 16 ve 17 Ocak 1922 tarihlerindeki gizli oturumlarında üyelere okundu. Başkomutan ve TBMM başkanı Mustafa Kemal, yaptığı konuşmada; söz konusu izah nameyi okuduktan ve araştırma heyetiyle konuyu görüştükten sonra Nurettin Paşa hakkında verilen muhakeme edilme kararının ağır olduğunu ve bu kararın kaldırılmasını istediğini söyler. Üyelerden bazılarının itirazına rağmen, meclis Nurettin Paşa’nın muhakeme edilme kararını kaldırır. [8]

MUSTAFA KEMAL ASKERİ OLAN NURETTİN PAŞAYI BİR ÇOK KEZ KURTARMIŞTIR
Merkez Ordusu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa hakkında da Pontos Rumlarına ve Koçgiri’de Kürtlere yönelik insanlık dışı uygulamalar yaptığı için meclisçe soruşturma açılmış olsa da, daha sonra Mustafa Kemal tarafından soruşturma kapatılmış ve ceza alması engellenmişti. Mustafa Kemal yazdığı Nutuk’ta da buna şu şekilde değiniyor ’’Nurettin Paşa, merkez mıntakasında bir seneye karip ifayi vazife etti. Fakat, salâhiyeti haricinde ahaliden bazılarının hukukuna tecavüz ettiği hakkında meb’usların vuku bulan şikâyetleri ve Dahiliye Vekâletinden istizahları ve Vekâletin de şikâyatı muhik görmesi üzerine, Meclîsin talebile Teşrinisani 1921 bidayetinde azledildi. Meclis, Nurettin Paşanın tahtı muhakemeye alınmasına karar verdi. Bu husus, benimle Heyeti Vekile arasında da bir meselenin hudusunu intaç etti.
Ben, Nurettin Paşa hakkında tatbik olunması talep olunan muameleye iştirak etmedim. Fevzi Paşa Hazretleri de benimle hemfikir oldu. İkimizle Heyeti Vekile aramda tahaddüe eden ihtilâf Meclisçe hali olundu. Mecliste Nurettin Paşayı müdafaa ettim. Ağır muameleye maruz kalmaktan kurtardım’’[9]
Nurettin Paşa’nın suçları elbette Pontos ve Koçgiri ile sınırlı değil, daha öncesinde ve daha sonrasında da birçok suç işlemişti. Bunların başında da İzmir’in yakılması ve talan edilmesi vardır ki o konulara zamanın darlığı nedeni ile burada değinmeyeceğim. Merkez ordusu komutanı Nurettin Paşa’nın yaptıklarını ve Mustafa Kemal’in Nurettin’i nasıl koruduğuna ilişkin yaptığım değerlendirmelerin kafi olduğunu düşünerek artık çete reisi Topal Osman değerlendirmesine başlamak istiyorum

MUSTAFA KEMAL’İN SADIK MİLİS ALBAY’I TOPAL OSMAN
TOPAL OSMAN VE ADAMLARININ GİRESUN’DA SUDAN SEBEPLER İLE KATİP YORGİ VE DOKTOR TOMAYİDİS CİNAYETİ
Falih Rıfkı ve diğerlerinin bizleri dehşete düşüren anlatımlarına başlamadan önce Topal Osman’ın kendi memleketinden Giresun’dan işlediği iki cinayet vakasını sizler ile paylaşmak istiyorum. Bu iki örnek ile Topal Osman ve adamları için halkımıza karşın cinayetlerin ne kadar sıradanlaştığını göreceksiniz. *Ümit DOĞAN’ın Mustafa Kemal’in muhafızı TOPAL OSMAN’ adlı kitabının Üçüncü Bölüm başlığı “1920 yılı olayları, Osman Ağa ile Ankara arasındaki ilişkiler ve Osman Ağa tarafından kurulan gönüllü Giresun alayları “. Bu bölümün içerisinde bir çok alt başlık bulunuyor, ben bu kitabın 100-101.sayfasında ‘ Osman Ağa’nın Acente Katibi Yorgi’yi Cezalandırılması ve Doktor Tomayidis Olayı ‘ adı ile açılmış başlığın altında Giresun’da Topal Osman ve arkadaşlarının vahşice işledikleri iki cinayetleri sizler ile paylaşmak istiyorum.
Bu bölüm de Ümit Doğan iki Pontos Rumu’nun Topal Osman ve adamları tarafından katledilmesini normal bir durummuş gibi anlatıyor. Ümit Doğan bize nasıl sudan sebepler ile Pontos Rumlarının Türk çetecilerinin inisiyatifine bırakıldığını ve ne tür katliamlara maruz kaldığını gösteriyor.
Elbette Doğan’ın amacı Rumlara karşı yürütülen çete faaliyetlerini, alenen işlenen cinayetleri göstermek değil, Topal ve adamlarının Türklük için nasıl yararlı işler yaptığını ispat etmek, fakat sadece bu iki örneğe bile baktığımızda Pontos’da halkımıza karşı nasıl acımasızca saldırı politikası izlendiği görüyoruz.
Hiç bir suçu olmayan Katip Yorgi ve Doktor Tomayidis Topal Osman ve adamları tarafından sudan sebepler yüzünden hunharca katledildi. Eğer tarafsız bir heyet oluşturulup o gün olup bitenler incelenirse, binlerce, on binlerce benzer vakanın olduğu ortaya çıkacaktır. ..

Acente katibi Yorgi ‘Türk Hükümeti olmaz Yunan Hükümeti olur bunda ne var?” Dediği için Topal Osman tarafından infaz edildi
‘Türk hükümeti olmaz, Yunan hükümeti olur, bunda ne var’ dediği için Topal Osman ve çetesi tarafından işlenen Acente Katibi Yorgi cinayetini Mehmet Şakir Sarıbayraktaroğlu ‘’Osman Ağa ve Giresun uşakları konuşuyor’’ adlı kitabında şu şekilde anlatıyor “Acente Katibi Yorgi ve Ahiskalioğlu Ahmet Ağa’nın arasında önceleyin iyi bir dostluk varken, izmir ve istanbul’un işgalinden sonra tıpkı Çıtroğlu Sava gibi, katip Yorgi’nin de hal ve hareketleri değişmeye başlar. Bir konuşma esnasında Ahmet Ağa’ya Türk Hükümeti olmaz Yunan Hükümeti olur bunda ne var?” der. Bu sözleri içine sindiremeyen Ahmet Ağa, durumu Osman Ağa’ya anlatur.
Osman Ağa Yorgi Efendi yanına çağırr. Yorgi Efendi demek Türk Hükümeti olmaz Yunan Hükümeti olur, bunda ne var değil mi? (Mehmet Şakir Sarıbayraktaroğlu. Osman Ağa ve Giresun uşakları konuşuyor – sayfa 88 ) der. Yorgi, “evet Ağa hazretleri” diye cevap verirken başına geleceği anlamıştır. Yorgi’yi o günden sonra gören olmamıştır ”

Doktor Tomayidis yanlış yazdığı söylendiği ilaçlar yüzünden Topal Osman ve adamları tarafından infaz edildi
Yanlış yazdığı reçeteden dolayı hunharca katledilen Dr Tomayidis’in hikayesini de Sarıbayraktaroğlu’nun anlatımlarından dinleyelim “1920 yılının Mayıs ayında, iki Rum doktor Türk hastaları muayene etmemeye başlar, ettikleri zamanda başka hastalığa ait reçeteler verirler.
Türk hastalar, Türk doktorlara muayene olup ellerinde reçeteyi gösterip, bu ilaçlar kullandık fakat şifa bulmadık, derler. Türk doktorlar bu reçetelerin başka hastalıklara ait olduğunu hastalara anlatirlar.( Mehmet Şakir Sarıbayraktaroğlu.Osman Ağa ve Giresun uşakları konuşuyor- sayfa 105) Osman Ağa’nın yeğeni ile evli olan Türk doktor Hicabi Bey durumu Osman Ağa’ya anlatır. Ağa’nin bu duruma pek canı sıkılır. Gümüşreisoğlu Mustafa Kaptan’a bu iki doktora gerekli cezanın verilmesini emreder. Mustafa Kaptan hasta numarası yapar ve doktoru eve çağırırlar.
Olayın devamını Osman Fikret Bey’in anılarından aktaralım : ‘Kaptan Mustafa hasta olmuş, Hacı Hüseyin Mahallesi’nde bir evde yatıyordu. Osman Ağa’dan baktırmasını istemiş. Ağa bir doktora güya baktırmış, hastalık teşhis edilememiş. Doktor Hicabi Bey konsulteye lüzum göstermiş ve Ağa’nın emir ve tavsiyesi ile şehir doktorları hastanın evine gönderilmiştir. Kimi münferit kimi meslektaşları ile gitmişlerdi. Eve ilk giren Doktor Tomayidis ve yanında ihtiyaten giden babasi Doktor Savlidi ve hükümet doktoru Ali Hikmet beylerdir Salona ve sedirin üstüne oturuyorlar Bitişik oda da güya hasta var ve kapısı yarı açıktır.
Bu arada doktor Şaban bey eve girmiş Hicabi Bey de girmek üzeredir silahlar patlıyor Dr. Tomaydis, babasi ve Hikmet Bey vuruluyor.( Osman Fikret Topallı Müdafaa-i Hukuk ve İstiklal harbinde Giresun sayfa 188) Evet, Hikmet Bey de yanlışlıkla vurulmuştur. Türk doktorların, Osman Ağa’nın adamlarının Rum doktorlara öldüreceğinden haberleri yoktur. Silahlar patlayınca kaçmak isteyen Hikmet Bey, Osman Ağa’nın onu hiç tanımayan bir adamı tarafından yanlışlıkla vurulur. Osman Ağa çok üzülür ve sinirlenir “Bu hatayı hanginiz yaptınız?( Mehmet Şakir Sarıbayraktaroğlu.Osman Ağa ve Giresun uşakları konuşuyor-sayfa 105) . Diyerek adamlarına bağırıp çağırsa da ne yazık ki iş isten geçmiştir”
Ermeni halkının da katili olan birinci Dünya savaşında asker kaçağı durumuna düşen Topal Osman’ı tüm çıplaklığı ile anlattığına inandığım Tarihçi-Yazar Ayşe Hür’ün Birikim dergisine yazdığı ‘Çağımızın bir başka kahramanı Topal Osman’ makalesinden uzunca alıntılar yaparak Topal Osman’ı anlatmak istiyorum. Hür Topal Osman’ın tarih sahnesine çıkışını şu sözler ile anlatıyor ‘’
Topal Osman’ın tarih sahnesine ilk çıkışı 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Giresun’dan topladığı 100 kişilik çeteyle Trabzon hapishanesinin kapısını açtırıp 150 mahkumu çetesine ilave etmesiyledir. Kendi ifadesine göre 1. Balkan Harbinde yaralanarak topal kalmıştır. Topal Osman’ın gönüllüleri (!) Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı olarak Artvin yöresindeki Ermeni tehcirinde görev (!) yaparlar.
Nisan 1916’da Borçka’da Ruslara karşı savaşan Türk ordusuna katılan Topal Osman, orduda olduğunu unutup kabadayılığa devam etmekle kalmayıp, sıcak çarpışmaları görünce kaçma emareleri gösterince, komutanı kendisini affetmez ve 50 değnekle cezalandırır. Değnekler, kahramanımızın alelacele çürük raporu alıp memleketine geri dönmesine yeter de artar bile. ‘’ Der (Arif Cemil, 1. Dünya Savaşında Teşkilat-ı Mahsusa) [10]
Ermeni katili ve Asker kaçağı Topal Osman bir süre sonra Giresun-Samsun taraflarında ortaya çıkar. Ermeni halkına yaptıklarından sonra, halkımıza karşı çete faaliyetleri yürütmeye başlar. Elbette yürüttüğü bu çete faaliyetleri Samsun’a gelen Mustafa Kemal’in de dikkatini çeker, halkımıza karşı Ermeni soykırımında ki tecrübelerinden yararlanmak ister.
Bakın Hür o süreci nasıl anlatıyor. Hür’ün anlatımları sadece Topal Osman ile Mustafa Kemal’in ilişkisini ortaya koymuyor, aynı zaman da İstanbul hükümeti ile Mustafa Kemal’in ilişki düzeyini ve söz konusu Rumlar olunca nasıl birlikte hareket ettiklerini de açıkça gösteriyor. Ermeni tehcirinde ve katliamında yer aldıktan bir süre sonra Giresun ve Samsun da ortaya çıkan Topal Osman’a ilişkin Hür şunları söylüyor: ‘‘Bölge uzun süredir bağımsız Pontus Devleti’ni kurmayı hedefleyen Rum çeteleri ile uğraşmaktadır. İttihatçıların gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı Hüsamettin Ertürk’e göre Mustafa Kemal’in Samsun’a gelir gelmez Havza’da Osman Ağa ile görüşmüştür. (İki Devrin Perde Arkası) Halbuki bu sırada Topal Osman İstanbul Divan-ı Harbi tarafından Ermeni katliamlarına katılmaktan aranmaktadır. Anlaşılan bu alandaki maharetlerinden Rumlara karşı yararlanmak ihtiyacı doğmuştur ki, 8 Temmuz 1919’da Osman Ağa hakkındaki tutuklama kararı Padişah Vahdettin tarafından kaldırılır.
Topal Osman, Muhafazai Hukuk-u Milliye Cemiyeti Giresun Şube başkanı olur ardından Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal’e muhalefet edenleri sindirme görevini başarı ile yapar. H.İ. Dinamo’ya göre Mustafa Kemal “Pontus belasından kurtulmayı Topal Osman’ın tecrübeli ellerine” bırakmıştır. Topal Osman da “Siz hiç merak etmeyin Paşam. Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulacak” der. (Kutsal İsyan, 2. Cilt) [11]
Çete reisi Topal Osman’ın Rum halkına yaptıkları ile ilgili Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı olan gazeteci Falih Rıfkı Atay’ın da söyleyecekleri var. Topal Osman ile ilgili Atay’ın söylediklerini yine Tarihçi-yazar Ayşe Hür bizlere söyle aktarıyor.’’ Falih Rıfkı’ya göre Topal Osman basılan her Türk evine karşı 3 Rum evini basmak, mezarını kendine kazdırıp diri diri adam gömmek, vapur kazanlarında kömür yerine canlı adam yakmak gibi zulüm ve işkenceleri ile bölgeyi Rumlardan tamamen temizler.’’ [12]
Topal Osman’ın yaptıklarından dolayı sadece şikâyetçi olan sürekli saldırılara maruz kalan halkımız değildir. Halkımızı acımasızca yönelirlerken, canımıza kastedenlerin nasıl malımıza da kast ettiklerini ifade etmesi açısından yine Tarihçi Hür’ün Topal Osman yüzünden Mustafa Kemal’e çekilen telgraflar ve yine Mustafa Kemal’in bu telgraflara kayıtsızlığını gösteren, hatta bu olaylardan sonra Mustafa Kemal’in Topal Osman’ı iyice himayesine aldığını kanıtlayan alıntıları o dönem neler yaşandığının iyice anlaşılması için sizler ile paylaşmak istiyorum.

TEHCİR ZENGİNİ
‘ 1921’de Lazistan mebusu Osman Bey Topal Osman ile ilgili Mustafa Kemal’e bir telgraf gönderir “Bu cahil adamın şimdiye kadar Giresun’da yapmadığı rezalet kalmadı. Rumlardan ve ahaliden aldığı yüz binlerce liranın hesabını kimse soramıyor. Şimdi eşkıyalığını Trabzon liman içinde yapmaya başlıyor ki bu halin devamı pek çok çirkin olaya sebebiyet verecektir.”

Giresun Sancağı Reji Müdürü Rükneddin Bey daha da cesurdur. Topal Osman ile ilişkili Uzun şikayet mektubunda şöyle der:
“Osman Ağa tümden cahil biri olup, geçmişte bir hiç olduğundan bahsetmeye gerek yoktur. 1. Balkan Harbinde bir ayağının sakat kalması sonucu gördüğü iltifat ve yardımlardan başlayarak kahvecilik, balıkçılık yaparken, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda milyonerliğe çıkan bu zatın kurduğu zenginliğin…. zorla ele geçirme olduğunu gözler önüne arz ederim. Memleketi terk ederek başka bir ülkeye kaçan Rumların mülk ve bahçelerini kendine, akraba ve soyuna sopuna ve dalkavukları arasında böldüğü gibi, bunların İslam halktan alacaklarına karşılık kasalarında sakladıkları senetleri (…) çaresiz köylülere geri vereceği yerde (…) senetleri zorla ödetmek veya karşılığında bir bölüm Müslümanların bağ ve bahçelerini zapt etmiş ve tapularını elde etmiştir (…) Batı cephesinde görünüşte vatan hizmeti ile uğraşırken bile memleketi hâlâ pençesinde tutmak için her araca başvurmakta ve acımasız işler yaptırmaktadır.”
Aynı tarihlerde hazırlanan resmi bir rapora göre Topal Osman, Samsun havalisinde 900 kişiyi bir mağaraya koyup öldürmüştür. Bu bilgiyi de bizler ile paylaştıktan sonra Hür Bu raporlara Mustafa Kemal’in cevabının ise şu şekilde olduğunu aktarır.
“Osman Ağa hakkında şikayet edilen hallerden bittabi pek müteessir oldum (…) Bu biçim hareketlerin onaylayıcısı ve destekleyicisi olmadığımı bu vesile ile hatırlatmak isterim (…) Ancak şikayetnamenizin son fıkralarında ‘kendi kendimizi müdafaa ederiz’ tarzındaki lüzumsuz ve yersiz görmekteyim efendim”
‘’Aslında işlediği suçlar hakkında adeta bir referans mektubu işlevi görmüş gibidir, çünkü bir ay sonra Topal Osman BMM tarafından Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı Komutanı olarak Ankara’ya davet edilir . Osman Ağa yolda da boş durmaz ve Çorum-Alaca civarında evlere tecavüz eder, bazı hayvan ve malları gasp eder. Olayları rapor eden içişleri ve savunma bakanlığı telgrafları üzerine Mustafa Kemal’in Topal Osman’a yazdığı kısa telde “Yol boyunca müfrezeniz erlerinden bazıları uygunsuz hallere baş vurduklarından bahisle şikayet edilmektedir. Buna kesinlikle ihtimal vermiyorum…” sözcükleri anlayana çok şey söyler. (Cemal Şener, Topal Osman Olayı’nın ekindeki Cumhurbaşkanlığı arşiv belgeleri) 28 Ocağı (1921) 29 Ocağa bağlayan gecede, Kazım Karabekir’in son derece mahir manevrası sonucu, Rusya’dan ülkeye dönüş yapmaya kalkan, TKP üyesi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının hançerlenerek Karadeniz’in karanlık sulara atılmasının sorumlusu balıkçı kahyası Yahya ve adamları da Topal Osman’ın yoldaşlarıdır. Kayıkçı Yahya da daha sonra Mustafa Kemal’in emri ile öldürülmüştür. Bu olay da hala aydınlatılmayı beklemektedir.
Mustafa Kemal’in artık en yakın adamı olan Topal Osman’ın oluşturduğu 47. Alay, Mart 1921’de patlak veren Koçgiri Kürt isyanını bastırırken öyle zalimane yöntemlere başvurur ki, Meclis’te büyük tartışmalar yaşanır. Topal Osman sadece isyancı Kürtleri değil, Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar ve Erbaa’daki Ermeni ve Rumları da öte dünyaya havale etmiştir.’’ (Ahmet Emin Yalman’ın Topal Osman’la Mülakatı, Vakit, 19.2.1922) Birliği ile oradan Sakarya Meydan savaşına katılmak üzere yola çıktığında son bir hamle yapar ve Merzifon’un Rum ve Ermeni ahalisini katleder. Kahramanımız, ideolojik önderi, Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Bey komutasında Sakarya’da savaştıktan sonra sağ salim geri döner. (Bugün çok yaygın olan ve Topal Osman’ın cepheye 6000 kişilik Giresun gönüllü ile gittiği, bunların 5500’ünün şehit olduğu efsanesine gelince: Falih Rıfkı ve Alptekin Müderrisoğlu gibi ciddi kaynaklara göre Sakarya Meydan Savaşı’nın tüm şehit sayısı 3282’dir. Yani Topal Osman hayranlarının verdikleri rakamlar tamamen uydurmadır.)’’ [13]

ÇETE REİSLİĞİNDEN CUMHURBAŞKANLIĞI MUHAFIZ ALAYINA
Topal Osman Kürt halkına karşı ,Ermeni halkına karşı ve Rum halkına karşı yaptıklarından dolayı yargılanıp tutuklanacağına, adeta ödüllendirilerek Mustafa Kemal’i koruyan Cumhurbaşkanlığı muhafız alayı komutanı yapılmıştır.
Topal Osman’ın Ankara’da BMM’de 1.Grup’a yani Mustafa Kemal’in de içerisinde bulunduğu guruba karşın, sert muhalefeti ile tanınan 2.Grup lideri olan Trabzon milletvekili Ali Şükrü’nün BMM’de Lozan görüşmelerinin hararetli şekilde devam ettiği günlerde öldürülmesi olayına da adı karışır.
Mustafa Kemal-Topal Osman ve Trabzon milletvekili Ali Şükrü cinayetin detaylarına girmeden Şu tesadüfü Anayasa’nın eşitlik ilkesini düzenleyen maddesini sizlere bir kere daha hatırlatmak için paylaşmak istiyorum. Mustafa Kemal’in hatırasına alenen hakaret davası ile ilgili savunmamı hazırladığım dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Lozan görüşmelerini yine tartışmaya açmış ve dönemin Trabzon milletvekili olan Ali Şükrü gibi o dönem görüşmelere katılanları pasiflikle suçlamıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Lozan’ı açmasını fırsat olarak gören Yeni Akit gazetesi kendi yazarlarından olan Yavuz Bahadıroğlu’nun daha önce kaleme aldığı ‘Lozan konusunda M. Kemal’e karşı çıkan Ali Şükrü Bey nasıl katledildi’ yazısını 01 Ekim 2016 tarihinde tekrar yayınladı. Mahkeme isterse o yazıyı internetten bulup detaylı şekilde inceleyebilir.
Ben size o yazının özetini kısaca anlatayım, kendisine sıkı muhalefet eden Trabzon Milletvekili Ali Şükrü’nün Mustafa Kemal tarafından öldürtüldüğünü tanıklar aracılığı ile söylüyor. Buraya kadar bir şey yok çünkü benzer bir açıklamayı Topal Osman’ı anlattığım bölümde yine aşağı yukarı o döneme tanıklık etmiş olan benzeri kişilerin görüşleri ve tanıklıkları üzerinden bende yaptım. Mesele yukarıda söylediğim gibi anayasanın eşitlik ilkesini düzenleyen maddedir. Hükümete yakın olduğu için Yeni Akit gazetesi Ali Şükrü olayında olduğu gibi benim de dile getirdiğim Mustafa Kemal ile ilgili ithamda bulunduğunda hiçbir savcı bunun için harekete geçmezken, bizzat o dönemin mağduru olan bizler ise yargı kıskacına alınıyoruz.
Bu arada söylediklerim münferit şeyler de değil , bir çok şeyde maalesef bu durum aynı, mesela ben özerklik ile ilgili bir şey paylaştığım için üniter devlette böyle şeyler istenilemez denilerek yargılanırken , Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan fiili başkanlık dönemi başlamıştır dediğinde yine hiçbir savcının çıkıp da Cumhurbaşkanına sen yaptığın açıklamalar ile suç işliyorsun deyip soruşturma başlattığını hatırlamıyorum.
Yani sözün kısası Anayasanın eşitlik ilkesini düzenleyen maddesi egemenler-güçlüler için başka, bizler için başka çalışıyor. Bu kadar tesadüf bir araya gelmişken bir kere daha bu duruma dikkat çekmek istedim Şimdi kaldığım yerden Ali Şükrü cinayetinin detaylarını anlatmaya devam edebilirim.
Bu günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Lozan polemiğinde olduğu gibi Trabzon milletvekili Ali Şükrü’de o dönem Lozan heyetinin pasifliğine karşı amansız bir muhalefet yapmıştı. Hatta hatta İsmet İnönü’nün dış işleri bakanı olmasını eleştirerek meclis görüşmelerini kilitlemeye çalışmış bu yüzden Mustafa Kemal ile birbirlerine girmişlerdi. Silahların ateşlenmesine ramak kala kavga zorla ayrılmıştı. Tam öylesi bir süreçte Trabzon milletvekili Ali Şükrü ortadan kayboldu, Ali Şükrü’nün kayboluşundan üç gün sonra kardeşi bakanlar kuruluna başvurdu.
Bir çobanın ihbarı ile Ankara yakınlarında bulunan Mühre köyünde cesedi bulunan Trabzon milletvekili Ali Şükrü cinayetinin geri kalan ayrıntılarını yine tarihçi Ayşe Hür’den aktarmaya devam edelim ’ Kurulan bir komisyon bazı somut delillerden (örneğin Ali Şükrü Bey’in sıkılmış yumruğunun arasında bulunan hasır parçasının Topal Osman’ın evindeki sandalyeden kopmuş olduğu tespit edilmiştir) hareket ederek Topal Osman’ın suçlu olduğuna karar verir. Anlaşıldığı kadarıyla, Topal Osman, Ali Şükrü Bey’in Mustafa Kemal’i sürekli üzmesine tahammül edememiş, (yani durumdan vazife çıkarmış) ve Ali Şükrü Bey’i, Mustafa Kemal tarafından kendisine bağışlanan Papazın Bağı denen yerdeki evine davet ederek öldürmüştür.
Olayın ortaya çıkması üzerine Topal Osman’ın nasıl teslim alınması gerektiğine dair harekat planını bizzat Mustafa Kemal hazırlar ardından eşi Latife Hanımla birlikte Çankaya Köşkü’nden ayrılıp, İstasyon civarındaki eve çekilir. Alınan tedbir yerindedir, çünkü Topal Osman Ağa teslim olmayı kabul etmediği gibi Çankaya Köşkü’ne gidip öfke ile her yeri kırıp döker. (Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, C.4) Fakat 1 Nisan’ı (1923) 2 Nisan’a bağlayan gece sabaha kadar süren çatışmada yaralı olarak ele geçirilecek, hastaneye götürülürken yolda ölecektir.
Nedense başı kesilerek alelacele gömülmüştür. Ancak Meclis daha önce Ali Şükrü Bey’in katillerinin yakalanarak Ulus Meydanı’nda idam edilmesi kararını oybirliği ile aldığı için, başsız ceset mezardan çıkarılır, Ulus Meydanı’nda ayağından darağacına asılır. Olayın arkasında kim vardır sorusu o günlerde herkesi meşgul etmiştir. ’’[14]

ALİ ŞÜKRÜ VE TOPAL OSMAN CİNAYETLERİNİN ARKASINDA Kİ İSİM KİM ?
Tarihçi Ayşe Hür her konuda sıkılmadan konuşan Mustafa Kemal’in bu konuda ki sessizliğini sorguluyor. O dönemin liderleri ,yazarları ve tanıklıkların söylediklerini takip ederek ile Ali Şükrü’nün daha sonra da Topal Osman cinayetlerini ‘bir taş ile iki kuş vurmak ‘ misali Mustafa Kemal’in yaptırmış olabileceğini şu aktarımlar ile yapıyor ‘’ Mustafa Kemal’in neden İstasyondaki eve geçtiği, Topal Osman’ın neden Çankaya Köşkü’nü talan ettiği, yaralı halde yakalandığı halde neden kafasının hemen kesilip gömüldüğü gibi konular şüphe çekmiştir. İlginçtir, hemen her konuda bir şeyler söyleyen Mustafa Kemal, bu konuda suskunluğunu korumuştur.
Ali Fuat Cebesoy Mustafa Kemal’in Topal Osman’ın ‘tepelenmesi’ sırasında sessiz kalışını biraz imalı biçimde anlatır. (Siyasi Hatıralar) O dönemde TBMM zabıt katibi olan Mahir İz Yılların İzi adlı anı kitabında hem Ali Şükrü Bey’in yıpratıcı muhalefetinden hem de artık hizmetine lüzum kalmayan Topal Osman çetesinden kurtulmak için bir taşla iki kuş vurulduğunu söyler. Türkiye Cumhuriyeti adlı kitabında Mahmut Goloğlu’da benzer bir kanıda olup, Mustafa Kemal’e ömrü boyunca sadık kalmış olan Falih Rıfkı Çankaya kitabında, “Topal Osman da en sonunda nizamlı ordunun kıta kumandanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur” der. Rıza Nur gibi yeminli Mustafa Kemal düşmanının bu konudaki daha ağır ithamlarını tekrarlamaya gerek yok.’’[15]
Fazlaca yoruma yer bırakmayan açıklıkta Ayşe Hür her şeyi sade sade anlatmış, peki Hür’ün de şüphe duyduğu yönlü her hangi bir kovuşturma ya da soruşturma olmuş mudur? Daha açık ifade etmek gerekirse Mustafa Kemal bu yönlü herhangi bir soruşturmaya maruz kaldı mı? Elbette hayır, öyle bir şey olmadı. O dönemde öyle bir şeyin olabilme ihtimali dahi yoktu.
SON SÖZ YERİNE ;
Öncelikle Mustafa Kemal üzerine oluşturulmuş sahte mitlerin kırılabilmesi gerçeklerin dışında oluşturulmuş resmi söylemin aşılabilmesi için yargıdaki bu koruma zırhının kaldırılması lazım. Daha sağlıklı bir eleştiri için, Türkiye’nin yakın tarihini daha sağlıklı öğrenebilmemiz için bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ne zaman Rum soykırımı üzerine, Süryani soykırımı üzerine, ya da Ermeni soykırımı üzerine bir satır yazmaya kalksak, bu yasaklar önümüze bir set gibi duruyor, o zaman da hiçbir şey ile yüzleşemiyoruz. Yüzleşmeyi geçtik iki kelam derdini anlatmaya kalksan, bugün olduğu gibi konjonktürde uygun ise hop hapishane de nefes alıyorsun, doğru ifade etmek gerekirse, seni nefessiz kılmak için içeri tıkıyorlar.

MUSTAFA KEMAL’İN 19 MAYIS 1919 KIRIK DÖKÜK GEMİ İLE GİZLİCE SAMSUNA ÇIKMASI DA TAMAMEN BİR EFSANEDİR
Samsun Bafralı bir Rum olarak Mustafa Kemal’in kırık dökük bir gemi ile gizlice Samsun’a çıktığına dair efsane için de bir iki söz söyleyerek istemlerim ile birlikte savunmamı bitirmek istiyorum. Mustafa Kemal İngilizlerden ve İstanbul hükümetinden gizli saklı Samsun’a gidişi tamamen şehir efsanesidir. Mustafa Kemal Samsun’a İngilizlerin olurunu alan İstanbul hükümeti tarafından gönderilmiştir. Mustafa Kemal’in Samsun’a gönderilmesinin nedeni ise Türkçü çetelerin devamlı şekilde Pontoslu Rumların hem canına hem de malına kastetmesinden dolayıdır. Türk çetelerinin bu saldırılarından iyice bunalan Pontos Rumları, telgraflar aracılığı ile bu durumdan kaynaklı İngiliz yüksek komiserliğine yoğun şekilde şikâyetçi olurlar.
Bunun üzerine İngiliz Yüksek Komiserliği, Nisan 1919’da Damat Ferit Paşa’ya bölgedeki Türk çetelerinin Rumlara karşı yaptığı katliam olayları ile ilgili bir rapor vermişti. Raporda “Karadeniz bölgesinde Türk çetecilerin Rum vatandaşlara zulüm ve katliam yaptıkları, bu olaylarn derhal sona erdirilmesi ve eğer sona erdirilmezse kendilerinin bu bölgeye müdahale edecekleri”ni bildirilmektedir.
İngilizlerin raporu üzerine Hükümet Türk çetelerinin yani Topal Osman ve arkadaşlarının bölgede yaptiğı baskı ve zulüm olaylarını “(Mustafa Kemal’in muhafızı Topal Osman- Ümit Doğan sayfa 68 ) durdurması ve bölgedeki Türk çetelerinin faaliyetlerinin etkisiz hale getirmesi ve çetelere ait silahların toplanması için Mustafa Kemal Paşa’yı görevlendirmiştir. Olayların seyrine bakıldığın da durdurmak bir yana Samsun’a çıkışından bir süre sonra Mustafa Kemal bu çetecilerin en azgını olan Topal Osman ile Havza’da buluşur. Topal Osman’a ‘Pontosçuların imhasını durdurma, bilakis hızlandır’. Der (Hasan İzzettin Dinamo kutsal isyan sayfa 130)der.
Mustafa Kemal ve diğer 34 asker arkadaşı için vize veren İngiliz gizli servisinden yüzbaşı John Goldolphin Bennett ile Yazar Nezih Uzel 1972 yılında Özbekler Tekkesinde söyleşi yapmış o söyleşinin ses kaydının çözümüne baktığımızda Bennett Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ile ilgili bakın neler söylüyor : ”Padişahın emin olduğu bir adam olduğunu anladık. Padişah Vahidettin ona çok güveniyordu ancak heyet çok büyük olduğundan 3-4 kişi yerine 35 kişi büyük zabitler, miralay, mirliva falan erkan-ı harptan en mühimler gidiyordu. Yalnız bir müfettişlik için çok gördüm ben. bunların hepsine vize vermek benim mesuliyetimdeydi. Bana 3-4 kişi çıkacak diye talimat emir verildi ben 35 kişiye vize verdim.
Bütün evrakı bütün dosyayı aldım ingiliz kumandanlığına gittim 3-4 kişi yerine 35 kişi gitmek ister vizeyi verebilir miyim diye. Padişah bu kişilere itimat eder, vizeyi veriniz dendi. onlar cevap verdiler: mustafa kemal gitsin ne lazımsa yapsın dendi. ben de bu vizeyi verdim imza ettim ve teslim ettim.”[16] Vize çıktıktan sonra, Genelkurmay’ın karşılaması için dört madde sunuyor. Bu dört madde karşılandıktan 3 gün sonra Mustafa Kemal sarayın ve sömürge valisinin gözetiminde Samsun’a geliyor.

Mustafa Kemal’in istediği dört madde ise şöyle;
1) 7 Mayıs’ta istediği karargâh mensuplarının üç aylık tahsisatlarının şimdiden ve buradan ödenmesi,
2) Müfettişlik görevi sırasında ortaya çıkabilecek olağanüstü masraflar için 6 Mayıs’ta para istenildiği halde henüz karar verilmemiştir. Karar verilip hesaplanarak kendisine bir miktar meblağ ödenmesi,
3) En az iki binek otomobil temini,
4) Kendisine verilecek tahsisat ile karargâhının “seferî karargâh” olarak kabul edilmesi hakkında ayın 12’sinde bir başvuruda bulunduğunu ama bu konunun da henüz işlemden geçmediğini, bir an önce geçirilmesi.

“MUSTAFA KEMAL EMPERYALİZME KARŞI ÇIKMADAN ANTİ-EMPERYALİST SAVAŞ VERMİŞTİR ? “
Mustafa Armağan.Com sitesinde ‘Mustafa Kemal Paşa Samsun’a kaçarak mı gitti’ yazısında Mustafa Armağan[17] Samsun’a çıktıktan üç gün sonra Mustafa Kemal’in kurmayları aracılığı ile İngilizler ile buluştuğunu ve İngiliz mandası önerisine karşı Mustafa Kemal’in Manda teklifi eden İngilizlere şu cevabı verdiğini yazıyor : “Türklüğün ecnebi idaresine tahammülü olmadığı, İngilizler gibi en medenî ırklardan müşavir ve teşkilatçı olarak zevat-ı mütehassısa ve marufenin hüsn-i kabul göreceği…”
Yani bugün anlayacağımız Türkçe ile diyor ki ; ‘Yabancıların mandasına karşı olduklarını ve İngilizleri en medeni “ırklar”dan kabul ettiklerini, onlardan danışman ve teşkilatçı olarak uzman ve meşhur kişilerin alınmasının iyi karşılanacağını ‘ söylüyor. Mustafa Kemal Samsun’a hiç te gizli çıkmadığı gibi, İngilizler ile nasıl padişah ve İngilizler ile nasıl pazarlık yaptığı da ortada, bu durumu Doğan Avcıoğlu[18] bir adım daha ileriye taşıyarak ‘Milli Kurtuluş Tarihi’ni anlattığı kitapta açtığı başlık gibi Mustafa Kemal ‘Emperyalizme karşı çıkmadan anti-emperyalist savaş’ vermiştir der.
Türkiye’nin yakın tarihi ile çalışmaları olan Fikret Başkaya’da yine paradigmanın iflası adlı çalışmasında o süreci kısaca söyle anlatıyor : ‘’ Emperyalizmin genel çıkarları ve emperyalistler arası çelişkiler, 1.Paylaşım Savaşı’nın bir Türk Yunan savaşı biçiminde sürmesine neden oldu. Başlangıçta Yunanlılara destek vermelerine rağmen, İngiliz emperyalizminin çıkarları Sovyet tehdidinin söz konusu olduğu koşullarda [..]artık bundan sonra İngiltere’nin temel siyaseti, doğu’da Bolşevizm’in yayılmasını durdurmaktı. İngiliz desteği kalktıktan sonraysa Yunanlıların Anadolu’da barınma şansı yoktu.’’[19] Bu süreçten sonrası malumun ilanı, Türk yönetiminin Rum halkına karşı yaptıkları görülmezden gelindi. Sovyetlere karşı desteklenen Kemalistler ise kendi vekillerini bile dehşete düşeceği kötülükler yaptı. Mustafa Kemal’in silah arkadaşları olan İsmet İnönü ve Kazım Karabekir bu durumun farkındaydı
İsmet İnönü Cumhuriyet’in ellinci yılı dolayısıyla verdiği bir demeçte: ”İstiklal mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur” (Milliyet, 29 Ekim 1973) der.
Kazım Karabekir ise Doğan Avcıoğlu’nun söylemeye çekindiği şeyi açıklıkla ifade ediyor. Yani yedi düvele karşı savaş tamamen şehir efsanesinden ibaret Emperyalist devletler çelişkilere göre hareket edip çıkarlarını korumak istediler. Bu yüzden önce Yunanistan, daha sonra da Sovyetlerin ortaya çıkması ile de Kemalistler açıkça desteklendiler Tekrar Kazım Karabekir’e dönecek olursak : ”… İtilaf kuvvetlerinden korkmayınız. Daha geçen hafta Londra’dan memleketimize gönderilmek istenen alaylar, biz gitmeyiz diye silah çatılarını bırakıp sıvıştılar. İtilaf milletleri harbi umumiden o kadar yorgun çıktılar ki, memleketimizde tek bir nefer bile öldürmeye razı değiller. Karşımızda Rum ve Ermeni’den başka kimseyi görmeyeceğiz. İstanbul’da İtilaf Kuvvetleri bostan korkuluğundan başka bir şey değildir” (İstiklal Harbimiz, sayfa 19-20)
”Güçlü yönetimi merkeziyetçi temellere oturtmuş bir Türkiye, Avrupa kapitalizminin planlarını gerçekleştirme konusunda ihtiyaç olan her türlü savunma görevini üzerine getirecektir” (Scheidmann, ”Milli Mücadele” Sürekli Devrim, Sayı 3, Ekim 1978, sayfa 34)
Fikret Başkaya yedi düvel efsanesi üzerine son noktayı da şu sözler ile ne şekilde koyuyor: ‘’Yani İngiliz ve diğer İtilaf devletlerine karşı bir kurtuluş savaşı verildiği bir uydurmadır. Yanında (Almanya gibi güçlü bir devlet başta olmak üzere) ittifak devletleri varken yenik düşen imparatorluğun bir başına bunların tamamıyla başa çıkması o günün koşullarında mümkün değildi. ”Yedi düvelle savaş” bir masaldır. Zaten emperyalistler Anadolu’ya yerleşmek niyetiyle girmediler ve savaşmadan da çekildiler. Çekilirken de Fransızlar Türklere, Yunanlılara karşı kullanacakları silahları sattılar. Bazı Fransız subayların kurtuluş savaşı ordusu saflarında savaştığı rivayet edilir. İtalyanlar da kendi bölgelerindeki silah depolarını açarak, Kuvayi Milliye’ye yardım ediyorlardı.’’
Görüldüğü üzere resmi ideoloji sorgulanmaya muhtaçtır, tabii bunu burada uzun uzadıya yapmak istemiyorum. Buna zamanımız da yok zaten, yüzleşme olmadığında yalan yalanı üretiyor, bizler de bir ömürü bu yalanların getirdiği yasaklarla geçirmek zorunda kalıyoruz. Tüm bu uzun alıntılamalarım aslında bir yasağın neleri gizleyebildiğini göstermek amacını güdüyordu.

DÜN YAŞANAN SAVAŞ SUÇLARI İLE HESAPLAŞILMADIĞINDA, YASAKLAR VE YARGILAMALAR DEVAM EDECEK
Tüm bu paylaştığım bilgilerin ışığında tekrar başa dönecek olursak : “ 1914-1923 yılları arasında Amasya, Samsun, Giresun’da 134 bin 38, Niksar ’da 27 bin 216, Trabzon’da 34 bin 384, Tokat’ta 64 in 582. Maçka ’da da 17 bin 479 ve Şebinkarahisar’da 21 bin 448, mübadele sonrası sürgün yollarında katledilen 50 bin kişi ile beraber toplam 353 bin 237 insanın Mustafa Kemal’in emri ile Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa ve çete reisi Topal Osman tarafından katledildi“ sözlerinin yazılı olduğu bir fotoğrafı paylaştığım için hakkımda Mustafa Kemal’e alanen hakaret etmek suçlaması ile ilgili hakkımda dava açıldı.:
1) Yukarıda bir kısmını paylaştığım BMM’nin gizli görüşmelerinden anlaşılacağı üzere Merkez Ordusu’nun ve onun komutanı olan Sakallı Nurettin Paşa’nın hem Pontos topraklarında hem de Koçgiri’de rahatlıkla savaş suçu diyebileceğimiz suçlar işlediği, bunun üzerine o gün ki Meclis’in Nurettin Paşayı görevinden aldığını fakat hakkında vekiller tarafından mezalim yapmak ile suçlanıp idam dahi istenen Merkez ordusu komutanı Nurettin Paşanın yargılanması Mustafa Kemal tarafından önlenmiştir. Mustafa Kemal meşhur Nutuk’unda Nurettin Paşa’yı nasıl yargılanmaktan kurtardığını da açıkça anlatmıştır
2) Artvin ve civarında Ermeni halkına yaptıklarından dolayı İstanbul hükümeti tarafından aranan Ermeni katili ve asker kaçağı çete başı Topal Osman ile Mustafa Kemal Samsun’a çıktıktan bir ay sonra Havza’da bir araya gelirler. Bu görüşmenin ardından Artvin’de Ermeni halkından sonra ,Rum halkına karşı da çete faaliyetlerine devam etmesini istediği Topal Osman için Mustafa Kemal Padişah Vahdettin’den Topal Osman’ın tutukluluk haline son verdirdi. Giresun ve Samsun’da Rum halkına karşı korkunç şeyler yaptı.
Her şeyi bir kenara bırakın Topal Osman’ın Samsun’da bir sefer de 900 Rum’u bir mağaraya koyarak öldürdüğü söylenir. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı olan Falih Rıfkı ve daha bir çok yazar, vekil, memur, Rum halkına karşı Topal Osman’ın yaptığı mezalimden bahseder. Mustafa Kemal bu kadar çok şikayet gelen çete başı milis albayına karşı yine koruyucudur ve genelde de gelen tüm eleştiri ve raporları görmezden gelmiştir.
Hatta meclis Topal Osman’ın en yoğun katliam ve mezalim yaptığı yer ile ilgili de araştırma heyeti oluşturur fakat göstermeliktir hiçbir sonuç alınmaz. Yukarıda da anlattığım gibi Topal Osman’ın yargılanması yerine Mustafa Kemal kendi muhafız alayına komutan olarak Ankara’ya çağırır. Topal Osman Ankara’ya gidiş yolunda da rahat durmaz ve BMM vekillerinin de gizli oturumda dilendirdiği Koçgiri katliamını yapar.
3) Lozan görüşmeleri esnasında Mustafa Kemal’e en ağır eleştirileri Trabzon milletvekili olan Ali Şükrü yapar. Hatta iş Meclis’te birbirlerine silah çekmeye kadar varır. Mustafa Kemal ile Ali Şükrü’yü Meclis’te zor ayırırlar. Tam bu günler de Ali Şükrü kaybolur, kardeşi bakanlar kuruluna başvurur ve bir çobanın ihbarı ile Ankara’da Topal Osman’ın köyüne yakın bir bölge de cesedi bulunur. Tahkikat yapılır ve Topal Osman’ın Mustafa Kemal’e sert muhalefet yapan Ali Şükrü’ye kızıp öldürdüğü söylenir.
Yukarıda anlattığım gibi Topal Osman teslim olmaz, yaralı ele geçirilir ve her ne hikmetse yaralı iken başı kesilerek öldürülür. Tarihçi Ayşe Hür’ün Ali Şükrü ile ilgili yazısında şu sorular hale cevaplandırmayı bekliyor:
1) Mustafa Kemal’in neden İstasyon’daki eve geçtiği,
2)Topal Osman’ın neden Çankaya Köşkü’nü talan ettiği,
3) Yaralı halde yakalandığı halde neden kafasının hemen kesilip gömüldüğü gibi konular şüphe çekmiştir.
4) Hemen hemen her konuda bir şeyler söyleyen Mustafa Kemal, bu konuda suskunluğunu neden korumuştur.
O dönemin tanıkları da bu şaibeli cinayetler üzerine yorumlarda bulunuyor: Ali Fuat Cebesoy Mustafa Kemal’in Topal Osman’ın ‘tepelenmesi’ sırasında sessiz kalışını biraz imalı biçimde anlatır. (Siyasi Hatıralar) O dönemde TBMM zabıt katibi olan Mahir İz Yılların İzi adlı anı kitabında hem Ali Şükrü Bey’in yıpratıcı muhalefetinden hem de artık hizmetine lüzum kalmayan Topal Osman çetesinden kurtulmak için bir taşla iki kuş vurulduğunu söyler. Türkiye Cumhuriyeti adlı kitabında Mahmut Goloğlu’da benzer bir kanıda olup, Mustafa Kemal’e ömrü boyunca sadık kalmış olan Falih Rıfkı Çankaya kitabında, “Topal Osman da en sonunda nizamlı ordunun kıta Kumanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur” der.
4) Mustafa Kemal Samsun’a çıkışından itibaren komutasındaki asker ya da sivil çetelerin Rum, Ermeni, Kürt halkına karşı mezalim yapmasını hiçbir şekilde önlememiştir. Paylaşımlarımdan görüleceği üzerine engellemeyi bırakın teşvik dahi söz konusudur. Halkımıza karşı Yapılan çetecilik faaliyetlerini ve bir çok mezalimi raporlar ve telgraflar aracılığı ile şikayet edilmesine karşın Mustafa kemal neden sessiz kalmıştır. O dönem meclisinde bile mezalim yapmak ile suçlanan Nurettin paşa ve Topal Osman’ı neden sonuna kadar korumuştur. Bu asker ve sivil çeteler o dönem çok açık belli ki savaş suçu hatta insanlık suçu işlemişlerdir.
Bu kadar zeki olan Mustafa Kemal’in tüm bu olup bitenlerden bihaber olması düşünülebilir mi ? Mustafa Kemal’i ya da devlet büyükleri adı altında koruma yasaları çıkarılacağına, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının o dönem koşullarını bahane ederek bize yaşattıkları büyük trajedi de ki rolü ya da rolleri çok açık şekilde araştırılmalıdır, o dönem siyasetçi, devlet memuru ve askerlerin sorumlulukları araştırılmalıdır.
İnsanlık suçlarında zaman aşımı olmaz prensibi ile çok geç kalınmış olsa da o döneme ilişkin kovuşturma-soruşturma ve yargılamalar yapılmalıdır. O dönem Pontos Rumlarına yapılanlar kabul edilmeli ,yapılanlardan dolayı da halkımızdan özür dilenmeli
5) 1914-1923 arasında Pontos bölgesinde Rum halkına karşı savaş suçu işleyenlerin değil de,o dönemde yapılanları ,gerçekleri arayan, dillendiren bir Pontos’lu Rum olarak benim yargılanmamı anlayabilmiş değilim . Ne ya da kim olursanız olun o dönemin yaklaşımı, hayata geçirilen resmi ideoloji oluşturulan algılarımız yüzünden bir çoğumuzun vicdanı sakatlandı. Bu yüzden söylediklerimize, ortaya koyduğumuz şeylere inanmayabilirsiniz. Söylediklerimin dışında da mahkemeniz ile bir kısmını paylaştığım BMM’nin gizli görüşme tutanaklarına bakın, her şey o tutanaklarda tüm çıplaklığı ile anlatılıyor.
Her şeyi bir kenara bırakın benim büyük büyük babam nerede ,benim dedem üç yaşında Samsun’un Bafra ilçesi Asar köyünde babasız ve annesi kaldı, bir Türk ailesine verildi. Ya da bir Türk ailesi sahipsiz kalan bir Rum yetimini sahiplendi, Peki devlet olarak neden hiçbir zaman ailemiz ya da benim ailemde yaşandığı gibi binlerce çalınan Pontoslu çocuğun akıbeti ile ilgili bize ve bizim gibilere açıklama yapmadı. Ömrümüz bu Cumhuriyetin bize neler yaptığını kanıtlamakla mı geçecek.
Biz Pontos Rumları olarak nasıl katliamlara, ne tür acılara boğulduğumuzu kanıtlamak ile geçti ömrümüz, hala da gördüğünüz üzere ömrümüz bize yapılanları kanıtlamak ile geçiyor. Devletler belli şeylerin ya da yaklaşımların etkisinde karar alır ve uygularlar. Bu kararın sonuçları ile ise hiç ilgilenmezler. En azından bizim içerisinde yaşadığımız devlet böyledir.
Size, mahkemenize bir gerçeği daha anlatayım. O bizim için anlatması bile zor olan süreci o dönemin Kemalist ve ittihatçı kadroları belki kendileri için kurtuluş süreci olarak görebilirler fakat bugün iyice baktığımızda aslında kurtuldukları diye söz edilen şeyin bizler olduğu çok açık, varlığımız nerede ise yok olma ile karşı karşıyadır. Neyse ki devlet o döneme dair pek bir şey hatırlamak istemese de o dönemin sonucu olarak dağılan aile fertlerini arayan yüzlerce binlerce insan var. Bizim ailemiz bu duruma çok güzel örnek oluşturabilir. Düşünün dedenizin babası o korkunç yıllarda öldürülüyor ya da bir şekilde yok ediliyor ve onun üç ya da dört yaşında çocuğu alınıp bir Türk ailesine veriliyor . O Türk ailesi o küçük çocuğu kendi ailesini yok edenlerin değerleri ile büyütülüyor. Bu döngü benim askere gitmeme kadar onların istediği şekilde işliyor. Sonra kimsenin düşünmediği ya da düşünmek istemediği şeyler oluyor.
Ben PKK gerillalarına esir düşüyorum.
90’lı yılları bilen bilir Kürt halkının yoğun yaşadığı yerlerde PKK ile mücadele adı altında her türlü savaş suçu ve insanlık suçu işlendi. O süreçte yaptıklarımdan pişman olduğum için tek tek hangi suçları işlediysem uluasal ve uluslararası medyaya anlatmaya başladım. İşte o zaman devlet dedemizin çalınmış bir Pontos çocuğu olduğunu hatırlayarak, bu durum üzerinden ailemi tehdit etti.
Devlet’in o dönem elbette ki amacı bir hak iadesi, iade-i itibar değil, bir Türk asla teslim olmaz, eğer teslim oldu ise o zaman o Türk değil, Türk’ün dışında nefret edilen her şey olduğunu kamuoyuna göstermekti, Yani amaç benim üzerimden bir kere daha halklara ve yeni savaşa dahil olacaklara gözdağı vermekti, tekçi yapının, PKK ile mücadele adı altında sürdürülen haksız savaşın, ezberin sorgulanmaması için şarttı.
O günün gazete kupürlerine bakılırsa dediklerim oldukça anlaşılır. Ben yaşadıklarım ile bize zorla öğretilen ezberi bozmuştum, bu asla kabul edilemezdi, devlet ben ve benim gibi PKK’nin eline esir düşenleri hiçbir zaman yukarıda söylediğim nedenlerden dolayı iyi karşılamadı ve dediğim gibi elindeki tüm imkânları kullanarak topluma karşı bizi teşhir etti, bizi toplum içine çıkamaz duruma getirmek için dediğim gibi her şeyini seferber etti . Belki ben ve birkaç kişi hariç o dönem PKK’nin eline esir düşen askerler hala bu durumun korkunç travması ile yaşıyorlar.
Bir çoğu evden çıkamaz duruma geldi. Konuyu çok da uzatmadan devam etmek gerekirse o süreçte yaşadıklarım benim ve ailemin miladı oldu. Devlet’in sadece günlük bir propaganda için ortaya çıkardığı şey bizim yaşamımızı tamamen değiştirdi. O gün bu gün ailemizin diğer fertlerini arıyoruz.
Hem sadece burada değil, Pontos Rumlarının sürgün edildiği, tehcire maruz bırakıldığı her yerde arıyoruz Yerel, gazetelere, televizyonlara ilanlar veriyoruz. Belki ailemizden birilerini bulsak devletlerin yol açtığı bu büyük acıyı bir nebze azaltabileceğimizi düşünüyoruz. Şimdi görebiliyor musunuz, bu yasaklar neleri altında gizliyor saklıyor, hangi acıların gün yüzüne çıkmasını engelliyor
6) Mahkemenize soruyorum adalet denen şey mağdurun yanında olması gerekmiyor mu.? Sizin beni ya da benim gibi geçmişini sorgulayanları yargılamak yerine o dönem suçlularının peşine düşmeniz gerekmiyor mu , İnsanlığa yapılan suçlar da zaman aşımı olmaz, bunu bir yargıç bir adalet insanı olarak benden daha iyi bildiğinizi biliyorum.
7) Savcının hakkımda başlattığı soruşturma sonucunda devam eden bu dava ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir, Ben aynı zamanda insan hakları aktivistiyim. Bırakın Mustafa Kemal’i hiç kimseye hakaret içerecek davranışta bulunmam, bu benim varoluş değerlerime, doğama aykırıdır. Savcının iddia ettiği gibi de Kastım da zaten hakaret değil bir gerçekliğin ifade edilmesidir, uzunca savunmamda da aslında bunu göstermeye çalıştım. Bu neden ile Sosyal medya aracılığı ile yaptığım paylaşımlar Anayasanın 24-25 maddeleri yani düşünce ve kanaat hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ayrıca bugün OHAL nedeni ile rafa kalksa da AİHS’nin 9. Maddesi kapsamında korunan din ve vicdan özgürlüğü ile yine AİHS’nin 10. Maddesinde korunma altına alınmış olunan ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilerek hakkımda açılan mahkemenin düşmesini ve beraatımın verilmesini talep ediyorum

Kaynaklar

1) (1) İki İsyan Pontos, Koçgiri; Bir Paşa Nurettin Paşa, Prof.Dr. Mustafa Balcıoğlu, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, Haziran 2000, Sayfa 275
2)TBMM Gizli Celse Tutanakları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cilt 2, 1985 Ankara, Sayfa 252-287
3) HYPERLINK “https://tr.wikipedia.org/wiki/Pontus_Rumcas%C4%B14” https://tr.wikipedia.org/wiki/Pontus_Rumcas%C4%B14
4) TBMM Gizli Celse Tutanakları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cilt 2, 1985 Ankara, Sayfa 204, 205
5) BMM Gizli Celse Tutanakları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cilt 2, 1985 Ankara, Sayfa 252-287
6) İki İsyan Pontos, Koçgiri; Bir Paşa Nurettin Paşa, Prof.Dr. Mustafa Balcıoğlu, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, Haziran 2000, Sayfa 272-273
7) İki İsyan Pontos, Koçgiri; Bir Paşa Nurettin Paşa, Prof.Dr. Mustafa Balcıoğlu, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, Haziran 2000, Sayfa 275
8) TBMM Gizli Celse Tutanakları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cilt 2, 1985 Ankara, Sayfa 626-650
9) Nutuk, Cilt II, 1920-1927, Mustafa Kemal, Sayfa 612
10) HYPERLINK “http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman” \l “.V_II54-LSUk” http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman#.V_II54-LSUk
11) HYPERLINK “http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman” \l “.V_II54-LSUk” http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman#.V_II54-LSUk
12) HYPERLINK “http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman” \l “.V_II54-LSUk” http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman#.V_II54-LSUk
13) HYPERLINK “http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman” \l “.V_II54-LSUk” http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman#.V_II54-LSUk
14) HYPERLINK “http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman” \l “.V_II54-LSUk” http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman#.V_II54-LSUk
15) HYPERLINK “http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman” \l “.V_II54-LSUk” http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman#.V_II54-LSUk
16) HYPERLINK “https://www.uludagsozluk.com/k/samsun-i%C3%A7in-vize-veren-ingiliz-subay%C4%B1n-ses-kayd%C4%B1/” https://www.uludagsozluk.com/k/samsun-i%C3%A7in-vize-veren-ingiliz-subay%C4%B1n-ses-kayd%C4%B1/
17) HYPERLINK “http://www.mustafaarmagan.com.tr/mustafa-kemal-samsuna-kacarak-mi-gitti/” http://www.mustafaarmagan.com.tr/mustafa-kemal-samsuna-kacarak-mi-gitti/
18) HYPERLINK “http://yakintarihimiz.org/paradigmanin-iflasi-doc-dr-fikret-baskaya.html” http://yakintarihimiz.org/paradigmanin-iflasi-doc-dr-fikret-baskaya.html
19) http://yakintarihimiz.org/paradigmanin-iflasi-doc-dr-fikret-baskaya.html
20) HYPERLINK “http://yakintarihimiz.org/paradigmanin-iflasi-doc-dr-fikret-baskaya.html” http://yakintarihimiz.org/paradigmanin-iflasi-doc-dr-fikret-baskaya.html