16 Ekim 2021 Cumartesi

Η ΠΟΕ για την απέλαση του Αχιλλέα Βασιλειάδη από την Τουρκία: Ίδιες αρχές και πρακτικές με τους γενοκτόνους προγόνους

 Αν και ταξιδεύει στον Πόντο εδώ και δεκαετίες, ο Πόντιος καλλιτέχνης πλέον θεωρείται persona non grata

Επίσημη ανακοίνωση σχετικά με την απέλαση του Αχιλλέα Βασιλειάδη εξέδωσε η Παμποντιακή Ομοσπονδία Ελλάδος (ΠΟΕ), η οποία καταδικάζει κατηγορηματικά και απερίφραστα και αυτή την απαγόρευση εισόδου στην Τουρκία, χωρίς καμία δικαιολογία.

Υπενθυμίζεται ότι ο Πόντιος καλλιτέχνης, ο οποίος ταξιδεύει στον Πόντο εδώ και δεκαετίες, την Τετάρτη κρατήθηκε στο αεροδρόμιο της Κωνσταντινούπολης αφότου ενημερώθηκε ότι πλέον θεωρείται persona non grata στη γειτονική χώρα. Ο τελικός προορισμός του ήταν η Τραπεζούντα, μαζί με φίλους και συνεργάτες του, οι οποίοι συνέχισαν κανονικά το ταξίδι τους. Εκείνος, αντιθέτως, επέστρεψε αεροπορικώς στην Αθήνα.

Αυτή ήταν η πέμπτη απέλαση Έλληνα ποντιακής καταγωγής μέσα στο 2020· παραμονές του Δεκαπενταύγουστου οι τουρκικές Αρχές σταμάτησαν τον πρόεδρο της ΠΟΕ Γιώργο Βαρυθυμιάδη.

«Τα πρόσωπα διαφέρουν, οι αιτίες της επίσκεψης στη Τουρκία ποικίλουν, όμως για λόγους που μόνον οι Τούρκοι γνωρίζουν όλο και πυκνότερα Έλληνες ποντιακής καταγωγής γνωρίζουν από πρώτο χέρι την “αβρότητα της Ανατολής”», τονίζεται στην ανακοίνωση της Ομοσπονδίας.

Σε δηλώσεις που έκανε στο pontosnews.gr ο Γιώργος Βαρυθυμιάδης αποκάλυψε ότι ετοιμάζεται προσφυγή στα ευρωπαϊκά δικαστήρια, και παράλληλα ζήτησε από την ελληνική Πολιτεία να πάρει θέση και να προχωρήσει σε οποιαδήποτε ενέργεια είναι εφικτό να γίνει.

«Τελικά, ως φαίνεται, οι σύγχρονοι υπηρέτες του κεμαλικού μεγαλοϊδεατισμού διαπνέονται από τις ίδιες αρχές και πρακτικές με τους γενοκτόνους προγόνους τους. Απαγορεύουν την είσοδο στη Τουρκία, όχι για κάτι που οι συμπατριώτες μας έπραξαν αλλά για αυτό που είναι: Έλληνες Πόντιοι», καταλήγει η ανακοίνωση.

Πηγή 

15 Ekim 2021 Cuma

Bir daha asla askeriniz olmayacağım ! I Arşiv

  03.12.2012 

Demokrat Haber I Yannis Vasilis Yaylalı

Yargı, İzmir Yenikapı Tiyatrosu oyuncusu olan Nazlı Masatçı’nın, bir vicdani ret açıklamasına oynadığı oyunla verdiği desteği, halkı askerlikten soğutma olarak değerlendirip, meşhur 318. maddeden dava açmış.

“Darbe anayasası, uluslararası yasaları ihlal ediyorlar, AİHS, AİHM…” diye devam eden açıklamaların benim kendimi ifade etmeme yeteceğine inanmıyorum. Bu yollu açıklamaları hukukçu arkadaşlara bırakıyorum. Ben size 94-96 arasında PKK’ye esir düşen bir TC askeri olarak kendi yaşadığım savaş pratiğini ve ne yapıp yapamadığımı anlatacağım.


İmkanı olsa, zamanı geri alabilseydim,
 yaşamımın birçok zamanını belirleyecek olan çocukluk dönemimde, rap rap rap diye askeri düzen ayaklarımızı patlatacak şekilde yere vura vura okul avlusundan dersliklere gidip, derslerde ırkçı-cinsiyetçi-militarist müfredatlı derslerimizi dinleyip, teneffüslerde kalemlerimizi ve cetvellerimizi silah yapıp, bize kötü gösterilen Kürt, Ermeni, Rum, Alevi, Süryani vs.. avına çıkmazdım. Öğretilmiş oyunlarımızın kendi katilim olmasına izin vermezdim. Arkadaşlarımı da aynı şeye sevk eder, tüm dersleri kırardım…

İmkânı olsa, zamanı geri alabilseydim, o zaman neden var olduğunu bilmediğim bir savaşa gönüllü olarak komando askeri olarak yazılmazdım. O askerlik şubesinin önünde oturur, Masatçı arkadaşın oyunuyla destek vererek içerisine girdiği ‘halkı askerlikten soğutma’ eylemini en kutsal görev gibi yerine getirirdim. O binadan içeriye girecek her insanımızın gerekirse ayaklarına kadar sarılır, o kapıdan içeriye girmemesi için her şeyi yapardım.

İmkanı olsa, zamanı geri alabilseydim, dahil edildiğim bilmediğim bir savaşa katılmazdım. Tanımadığım bir halkın köylerini, tarlaları ve bağlarından başlayarak yakmaya başlayan zulmün, insanlara nasıl ulaşacağını tahmin ettiğiniz savaşa ortak olmazdım.

İmkanı olsa, zamanı geri alabilseydim, köylülerin girmemesi için tuttuğumuz tarla ve bahçe nöbetleri sonucu boşaltılan on binlerce köy, milyonlarca insanın yerlerinden yurtlarından edilerek, metropol gettolarında ucuz iş gücü olarak kullanılması, ikinci sınıf insan muamelesi görmesine neden olmazdım.

Yine tarla bahçe nöbetlerimiz sonucu, gidecek ve yeni yaşam kuracak cesareti olmayan köylülerin, birleştirilmiş köylerde kendi insanlarına karşı koruculaşması ve suç makinelerine dönüştürülmesine ortak olmazdım.

İmkanı olsa, zamanı geri alabilseydim eğer, o nöbet emrini reddeder, yerine getirmez ve birlikte aynı suça bulaştırılmış tüm arkadaşlarımı da aynı şeye teşvik ederdim.

Dahil edilmiş olduğum savaşta ne öldürmüş, ne de ölmüştüm. Dördüncü ayıma girerken yaralanarak PKK’lilere esir düştüm. Uzun sayılabilecek bir süre, yani iki senenin üzerinde dağda gerilla ile birlikte kaldım. Bu süreç zihnimde birçok şeyin billurlaştırmasını sağladı.

Sistemin beynime enjekte ettiği birçok zehirle hesaplaşmama rağmen, aracı heyet ile birlikte Türkiye’ye döndüğümde mahkeme karşısında, “sizin tüm yalanlarınızla hesaplaştım ve bundan sonraki kalan askerlik hizmetini ret ediyorum” diyemedim. Belki silah almayı reddettim fakat o üniformayı, ölüm saçan o üniformayı ret edemedim.

Zincirlenerek bir köle gibi askeri kışlaya teslim edildim. On beş ay boyunca o hakareti yaşamak zorunda kaldım. Eğer sistemin en büyük silahı olan korku mekanizmasıyla hesaplaşmış olabilseydim, silahı ret ettiğim gibi, üniformasını da ret eder, halklar üzerindeki tüm oyunlarını ifşa ederdim ve bu birçok şeyi değiştirebilirdi.

KÂBUSLARLA YAŞAMAK

Bir insanın burada yürüyen iç savaşı ret etmediğinde, neler olduğunu tamamen kendi pratiğimle ortaya koydum. Bir bireyin savaşı nasıl beslediğini ortaya koydum.

Bireybir de benim gibi militarizmle sonradan hesaplaşınca, yıllarca bu işlediği suçun sonuçlarıyla yatıp, kâbuslarıyla yaşamını sürdürmek zorunda kalır.

BİR BİREY SAVAŞI DURDURABİLİR

Bir birey savaşı nasıl besliyor ve devam etmesini sağlayabiliyorsa, savaşa itiraz eden bir birey de, savaş aracını işlemez duruma getirip savaşı durdurabilir, her şeyi bitirebilir. Savaş makinesi, tetiğe basacak el bulamadığında işlemez duruma gelecektir.

Masatçı, Suver, Aktaş, Tarhan, Özkan gibi vicdani retçi arkadaşlar, savaşa dahil olmadan, savaşın neden sonuçlarını bilince çıkararak, militarizmin yaşamı nasıl çürüttüğünü anlatıyor, savaşı ret edip savaşın bitmesini sağlayacak tavrı geliştirmekteler.

HALKI ASKERLİKTEN SOĞUTMA

Savaşacak insan olmazsa savaş da insanlığı çürüten tüm yanlarıyla ortadan kalkacaktır.

Savaşın bir insanı nasıl çürüttüğüne, çürüyen insanın nasıl sosyal yaşama zarar verip, savaş makinesinin işlemesini sonsuz kıldığına, savaş makinesinin bir dönem parçası olarak deneyimiyle görmüş birisi olarak söylüyorum.

Şimdi bu tavır; bu arkadaşların cüreti, halkı askerlikten soğutmak ise ve bu eğer suç ise gecikmiş de olsa aynı suçu seve seve ben de üzerime almayı kabul ediyorum. Bunu buradan duyuruyorum.

Halkı askerlikten, militarizmden soğutmak bence Anayasa’da temel haklar arasına mutlaka alınmalıdır.

Milletvekilleri, halkı askerlikten soğutma suçunu kaldırmayı, Anayasa komisyonunda temel haklar düzenlenirken, diğer temel haklarımız arasına almayı önermeliler.

SEFERBERLİK ÇAĞRISINI DÜZENLEYEN İLGİLİ BİRİME

Unutmadan bana tüm bu yaşadıklarımdan sonra bir de “seferberlik çağrısı” göndermişsiniz. O kağıt parçasını yırtıp attığımı da bildirmekten büyük mutluluk duyuyorum. Ne barış zamanı, ne seferberlik zamanı, bir daha asla askeriniz olmayacağım!